Cengiz Erdinç: Türkiye mafya-hibrit devleti olmanın eşiğinde duruyor

Kısa Dalga yazarı Cengiz Erdinç'in güncelleyerek ikinci baskısını yaptığı Overdose Türkiye kitabında çok ses getirecek bilgiler yer alıyor..

KEMAL GÖKTAŞ

Türkiye'deki mafya ve uyuşturucu konusundaki uzman gazetecilerin başında gelen Cengiz Erdinç, baskısı yenilenen kitabında Türkiye’nin uyuşturucu kullanımına dair şaşırtıcı ve çarpıcı verileri paylaşıyor.

Atık su raporları üzerinden elde edilen veriler, Anadolu şehirlerindeki uyuşturucu kullanımının boyutlarını gözler önüne seriyor. Özellikle, Isparta'nın eroinde, Aydın'ın metamfetaminde, Karaman'ın ise ekstazide öne çıktığını ve bu şehirlerin Avrupa ile yarıştığını öğreniyoruz. Peki, bu yaygın kullanımın nedenleri neler? Organize suçların bu yaygınlıkta ne gibi etkileri var?

Erdinç, aynı zamanda uyuşturucunun Türkiye’de nasıl bir organize suç haline geldiğini ve bunun toplum üzerindeki etkilerini de detaylandırıyor. Büyükşehirlerde ve turistik bölgelerde yoğun tüketim algısının aksine, Anadolu şehirlerindeki kullanım oranlarının yüksekliğini vurguluyor. Polis ve diğer kolluk kuvvetlerinin mücadelelerinin yanı sıra, devletin bu konuda ne kadar etkin olduğuna dair eleştiriler de söyleşinin en önemli konularından biri.

Erdinç, yalnızca uyuşturucu kullanımının boyutlarını değil, aynı zamanda organize suçların ve uyuşturucu baronlarının Türkiye'de nasıl güçlendiğini, yargı ve kolluk kuvvetleriyle ilişkilerini de mercek altına alıyor. Türkiye’nin "narko-devlet" olma tehlikesinden daha tehlikeli bir noktaya geldiğini ve artık demokrasiyi tehdit ettiğini belirten Erdinç, bu sorunla nasıl başa çıkabileceğimize dair görüşlerini paylaşıyor.

PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN

Cengiz, Overdose Türkiye'yi 2004 yılında yazmıştın. Çok ses getiren bir kitaptı. Şimdi 20 yıl sonra o kitabı güncelledin, ikinci baskısını yaptı. Kitapta en çok konuşulacak meselelerden biri, Türkiye'deki uyuşturucunun kullanımının yaygınlığını gösteren bir bilgi. O da atık su raporu. Buradaki veriler ne ve bu atık su raporu ne anlama geliyor?

Bu atık su raporu uyuşturucunun bazıları hepsi değil ama bazıları Avrupa ile boy ölçüşecek düzeyde Anadolu şehirlerine yayıldığını ve burada tüketildiğini gösteriyor. Hangi Anadolu şehirleri? Mesela Isparta eroinde bir numara. Bu şöyle hesaplanıyor. Kanalizasyonda bunun metabolit diyorlar hani vücuttan atıldığında dönüşen hali.

Bu çok ilginç bir bilgi. Niye? Bunun özel bir nedeni var mı? Yani İstanbul değil, Ankara değil…

Uyuşturucu kullanımı bugüne kadar hep büyükşehir kavramıyla ya da turistik bölgelerle özdeşti, işte Antalya'dır, İzmir'dir, Bodrum'dur falan. Böyle zannediliyordu ama öyle değil. Üstelik bunlar merkezden ölçümler. Aydın metamfetaminde bir numara. Ectasyde Karaman mesela çok ilginç. Karaman'da şöyle bir durum var. Hollanda ekstazinin ana vatanı ve Hollanda'da beş yüz bin civarı Türk yaşıyor. Yüzde on biri Karamanlı. Yani bir köprü var adeta ki yetmişlerde aslında gurbetçilerin birinci kuşak çocuklarıyla bu alışkanlık biraz da Türkiye'ye taşınmıştı. O dönemde de 80’lerde ortaya çıkan bir şeydi.
Sadece Isparta'da değil Uşak Işte Afyon, Kütahya sanki Mersin'le İzmir arasında acayip bir hat var. Bir yandan da bu hat Çorum'a uzuyor, Samsun'a uzuyor, Anadolu şehirlerine uzuyor. Yani Çorum organize suçta da çok dikkat çekici bir il. Çorum herhangi bir uyuşturucuda en yüksek tüketime sahip değil ama ilk sıralarda yer alıyor. Ilk onda yer alıyor mesela.

Bu sanırım kişi başına düşen uyuşturucu.

Evet. Bin kişi başına miligram olarak düşen günlük rakam. Buradan yola çıkarak tüketim de hesaplanabiliyor aslında ama bu karmaşık bir hesap. O yüzden onu ben yapmadım o hesabı. Ama çok kabaca nüfusu böl bine, on miligram bu kadar atılıyorsa bu kadar tüketiliyor gibi. Zaten bunun için yapılmış bu araştırma.


Peki bunun nedeni ne? Yani benim anladığım kadarıyla bu atık su raporu gösteriyor ki uyuşturucu Anadolu'da yaygınlaşmış.


Evet.

Yani büyük şehirlerde ve dediğin gibi turistik bölgelerde değil. Onun üzerine çıkmış. Oralarda da tüketim düşük değil sanırım değil mi? Yani düşük değil. Ama Anadolu büyük şehirleri geçmiş uyuşturucu kullanma yoğunluğu bakımından. Bunun nedeni ne?

Bu organize suçla paralel yürüyen bir iş. Yani Aydın'a baktığında, Çorum'a baktığında, İstanbul keza organize suçun başkenti hep… Bunu nereden söylüyoruz? İşte bir takım verilerden devletin yaptığı operasyon sayısından vesaire anlıyoruz. Ama bunun dışında da mesela uyuşturucu suçlarında Diyarbakır bir numara.
Ama verilerde gözükmüyor. Kırkıncı sırada falan çıkıyor. Çünkü merkezi bir kanalizasyon sistemi yok. Olsa o da gözükecek. Yani her yerde kapsamıyor kanalizasyon sistemi. Kapsayan yerler gösteriyor. Başka veriler de doğruluyor bu şeyi bu aktiviteyi ya da yoğunluğu diyeyim. Dolayısıyla bunun kamuoyu tarafından öğrenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü böyle bir bilgi çok kritik bir bilgi.

Ama hala Türkiye'de uyuşturucu sorununa böyle dış mahallelerde işte varoşlarda yoksulların ya da toplumun marjında yaşayan kişilerin tüketimi zannediliyor. Ben bunun büyük bir yanılgı olduğunu bundan on yıl önce anlamıştım. O tarihte Mamak, Tuzluçayır, Çinçin’i falan dolaşmıştım. Orada bir çocuk söylemişti bana. “Abi burada satılıyor ama sen asıl nerede tüketildiğine bak” demişti. “Çankaya bizim müşterimiz” demişti. Hep toplumda böyle bir yargı var. Bu basının da bir parça yarattığı bir şey. Ama bu kanalizasyon verisi işte bu yargıları paramparça ederek bunun böyle olmadığını gösteriyor.


Yani uyuşturucu denildiğinde Türkiye'de dediğin gibi bir alt sınıfların alt insanların kullandığı daha ucuz ve ulaşılabilir daha belki riskli uyuşturucu bir de elitlerin, çok zenginlerin ya da işte magazin dünyasının işte pahalı uyuşturucu kullandığı gibi bir algı vardı. Anladığım kadarıyla bu rapor diyor ki hayır uyuşturucu kullanım bunlarla ilgili değil. Anadolu'ya yayılmış durumda. Orta ve orta üst sınıflarda uyuşturucu yaygın kullanıyor. Doğru anlıyorum değil mi?

Evet, evet. Metanfetaminin bir özelliği var. 2012 yılında ilk gözüktü ama şu anda neredeyse uyuşturucu sorunu metanfetaminin sorunu diyebileceğimiz bir noktaya geldi. Mesela son rakamlar 2022’nin başvuruları, 300 bin civarında tedavi bağımlılık tedavisi için sağlık kurumlarına başvuranlar var. Bu sayı metanfetaminden başvuranların sayısı… Eroin'den başvuranları geçti ilk defa.
Her zaman burada başat sorun eroindi. Yüzde 50’si idi başvuranların. Şimdi o geriledi, metanfetamin onun yerini alıyor ve polis istatistiklerine göre 2022’de gözaltına alınan ya da işlem gören herkes de gönüllülük esasına dayalı bir anket yapıyorlar. Elli bin kişiyle falan yapıyorlar. Bu ankette ilk başlanan madde yüzde 13 ile metanfetamin. Bu korkunç bir rakam.

Nereden geliyor Türkiye'ye bu?

İran'dan geliyor. Burası da çok acayip. Mesela hep Afganlar konuşuluyor. İşte bu sınırdan göçenler çantayla getiriyormuş deniliyor ama Afganistan'da çok ciddi bir üretimi yok. Oradaki bir takım bitkilerden dolayı ham maddesi var. Kısmi bir üretim de var. Ama asıl üretim İran'da ve İran etkinliği altındaki Irak ve Suriye bölgelerinde. Ve bunun çok çarpıcı biçimde mesela Antep kaçakçılıkta çok önemli bir yer, Metanfetamin kaçakçılığında çok önde bir yerde duruyor Antep.
Urfa mesela gene ciddi biçimde bir uyuşturucu sorunu yaşıyor. Hep bu Suriye'ye komşu olan illerde böyle bir sorun var. Ama nedense bu konu bilinmiyor. İran bu konudaki sorularını Türkiye tarafının, bürokratların, devletin sorularını cevapsız bırakıyor.

Burada akla gelen ilk soru şu: Uyuşturucuyla mücadelede bir zafiyet var mı? Yeterince mücadele ediyor mu? Buna ek olarak kamu görevlilerini sıklıkla son dönemlerde işte uyuşturucu kaçakçısı savcı gördük ya da polisler gördük. Ve çok daha makro bakarsak Türkiye'de uyuşturucu baronlarının yerleştiğini, rahatça gezdiklerini, işte vatandaşlık aldıklarını, kamu görevleriyle ilişkiye girdiklerini görüyoruz. Uyuşturucunun bu kadar yaygın olmasında temel nedenlerden biri bu mücadelenin eksikliği mi?





Eksikliği ama doğrudan hani polis rüşvet alıyor da özellikle narkotik kısmıyla ilgili söyleyeyim. Polis rüşvet alıyor da buna göz yumuyor kısmı biraz zayıf. Yani vardır evet, örnekleri de var. Ama şöyle de bir şey var, bu verileri de bu mücadele edenlere borçluyuz. Bir kısmını da tanıyorum bu insanları ve çok bozuluyorlar böyle bir şeye.
Aslında bu rakamları yayınlamak bir parça sanıyorum onların da işine gelecek, şöyle işine gelecek, neyle uğraştıkların toplum görecek ne büyüklükte bir sorunla.

Doğrudan kolluk görevlerinin sorumluluğu değil de devletin genel olarak uyuşturucuları mücadelede yani bir hükümet politikası, bir devlet politikası olarak öncelikli bir tehdit olarak algılanmıyor sanırım, değil mi?

Hayır algılanmıyor. Tam tersine ölümler binli rakamlara çıktığında ki ağırlıkla bonzai nedeniyleydi bu. 2017'de sanırım. Bir mecliste komisyon kuruldu. Bürokratlar çok önemli önerilerde bulundular. Bunlardan biri aslında bu işin en etkili biçimde sürdürülmesinin yanı finansal yanını kesmek, finansal yanına hakim olmak. Çünkü uyuşturucu kaçakçılığı gelir elde etmek için yapılan işlenen bir suç sonuçta. Baron dediğimiz şey bir tür girişimci. Ve aslında gidip işte zeytinliği yakıp yıkıp orada kömür üretenden çok da farklı bir durumu yok.
Daha ağır bir yasa ihlali var burada sadece, daha ağır hapis cezası getiren. Burada Türkiye'nin 1998'den itibaren kara parayla ilgili ilk yasal düzenlemesi baştan bilerek eksik yapılmış. Dolayısıyla kara paradan kimse mahkum olmuyor. Bir kişiyi mahkum etmek için şöyle bir tablo lazım: Orada eroin olacak, yanında para olacak, adam da diyecek ki evet ben bunu sattım, ben parasını aldım... Bu mümkün değil. Mümkün de olmuyor zaten.. Bunun dışında bir başka faktör, yorucu bir faktör bence, o da şu: Hep konuşuluyordu, 4.9 ton kokain (yakalandı)... Uyuşturucuyla mücadele eden bütün devlet kuruluşlarının, devlet kamu görevlilerinin maaşları da dahil bu işe ayrılan paradan daha büyüktü o kokainin piyasa değeri.

Ya da Türkiye'de yakalanan bunun birkaç katının kaçırıldığını öngörüyoruz. Uyuşturucunun değerini alırsak bunun yüzde biri değildir bütçesi bu işin. Bu işin bütçe yanı. Bir de yargı ayağı var. Yargı ayağı da bu yasalardaki eksiklikten yola çıkarak bir bir tür isteksizlikle davranıyor.

Davalar sürümceme bırakılıyor. Yani çok ağır cezalar almıyorlar. Özellikle kara parada kimse mahkum olmadığı için kimsenin de servetine el konmadığı için bu işi devam ettirebiliyorlar.

Narkotik politikaları Dünya’da iflas etti


Zindaşti dosyasında görmüştük. bu kadar güçlenince uyuşturucu baronları ve uyuşturucu çeteleri kamu görevlerine ulaşma, onlarla maddi çıkar bağlantıları kurma, nüfuslarından yararlanma, rüşvet yoluyla da bir etki alanlarında genişlettiler. Bunu da söylememiz lazım. Yani o kurumlarda çalışan herkesi töhmet altında bırakmak değil bu ama bir realite.

Bu yargı bağımsızlığının zedelenmesinin ağır sonuçlarından biri. Nitekim bunu savcıların dilekçe savaşında gördük. Başka yerlerde gördük. Birbirlerini uyuşturucu baronuna şikayet eden yüksek yargı üyeleri oldu. Resmen ‘o değil, bu yaptı, seni o tahliye ettirmedi’ diye... Orhan Üngan’a şikayet edenler oldu. Böyle bir şey var, yapı var. Ama burada dünyada narkotik politikaların iflas ettiğini söylemek gerekiyor. Bu ayrı bir tartışma.

Ama öbür taraftan bu uyuşturucu baronları, organize suç meselesinin toplumu ve demokrasiyi tehdit ettiğini söylemek gerek. Yani bu kitabı yaparken gördüğüm şey bu. Ve bu tehdide karşı toplumun, devletin, yargının, siyasetin kendini savunacak mekanizması yok.

Demokrasiyi tehditten neye kastediyorsun?

Mesela bir çete faaliyeti başlıyor. Ondan sonra suçta önemli olan yakalanma riskiyle elde edeceğin gelir arasındaki orantı… Bu riski alıyor musun, almıyor musun? Bu riski düşürmek için önce kolluk kuvvetleriyle, giderek yargıyla ilişki kuruyorlar. Bütün dünyada böyle bu. Cezayı azaltmak, yakalanma riskini ortadan kaldırmak için rüşvet karşılığı dokunulmazlık alıyorlar.
Meksika'da da böyle bu, Kolombiya'da da böyle, her yerde böyle. Bunun bir adım sonrası yasa yapıcıları ya da parlamenter demokrasinin unsurlarını kontrol etmeye çalışmak. Yani Türkiye 1980'lerde Türk mafyası bakan çıkarmıştı. Mataracı davası buydu, özü buydu. 80'lerde bu yeteneğe sahip mafya, şimdi ne yapıyor yani? Bakanla mı yetiniyor? Başka birileri var mı? Ya da yargıdaki pozisyonu ne? Bunları bilmiyoruz. Bunları sorgulayacak aletten, edevattan yoksunuz. Yargı da yoksun, kolluk da yoksun. toplum da siyaset de yoksun. Siyasete nüfuzu nedir? O da şu. Özellikle mesela Ege belediyeleri. Şimdi daha çok CHP'de, muhalif partilerde. Burada bu plaj milaj işlerinden başlayıp yasa dışı kaçak göçe, giderek büyüyen bayağı ciddi organize suç konusu olan işler var buralarda. Bu rant satıldığı için siyaseti de kontrol etmek için devreye giriyorlar. Yani çok söylendi. Hiç muhatabı yok bu konunun ama işte para karşılığı bir takım belediye başkanlıkları, adaylıkların el değiştirdiği söylendi. Ben çok duyuyorum bunu.
E bakıyorsunuz açıkça yasaya aykırı, kıyı kanununa aykırı CHP'li belediye plaj açıyor orada. Para koyuyor, tabela koyuyor. Ve sadece bu değil işte restoranlar, otoparklar, onlar bunlar imar izinleri özellikle gene bu bölgede ya da Anadolu işlerinde de var bu. Tarım arazilerinin imara açılması bire on veriyor. Yani bir belediye başkanı herhangi bir on dönüm yeri imara açsın zengin oluyor zaten.
Bu tür mekanizmalar organize suçla siyaset arasındaki ilişkiyi yerelden başlatıyor. Nitekim Ayhan Bora Kaplan olayı var. Ankara gibi bir yerde gece hayatına hakim olup, yargıya, siyasete nüfuz edip, bayağı bir güç haline gelmiş. Şimdi bir yandan o taraftan bakıldığında bu refleks, hayatta kalma, korunmayı sürdürme, üzerine gelinmemesini sağlamak için hep eli yükseltmek gerekiyor. O el nereye kadar yükseliyor? O paralar nereye kadar yukarı doğru gidiyor? Bunu bilmiyoruz ve toplum bundan kendini koruyamıyor işte. Mesela Ankara Emniyet Müdürlüğü de kendini koruyamıyor bundan. Sadece toplum değil, asıl mesele belki orada. Kolluk gücünün, yargının bu işlere karşı denetim mekanizmaları olması lazım, refleksleri olması lazım. Bu refleksler kaybedilmiş.
Ta MİT raporundan beri bu refleksin kaybedildiğini anlıyoruz.

Türkiye narko-devlet olmaktan daha tehlikeli bir noktada


Yani ama giderek mafya için bir cennete döndü Türkiye. Siyasi müsamaha da bunda çok etkili. Yani işte Çakıcılar, diğer çete mensupları MHP lideri Bahçeli'nin dayatmalarıyla iktidara, belki onlar da çok gönülsüz değildi, tahliye edildiler birer birer. Muteber iş insanları gibi ağırlanıyorlar. Pozlar veriyorlar siyasilerle. Herhalde bu Türkiye'de son 5-6 yıldır yaşanan siyasi iklim ve iktidarın yaptığı ittifaklar politikasının da yarattığı bir zemin.

Evet, mafya siyasi iktidarın her düzeyde yerel iktidar, merkezi iktidar, yerinden yönetimler, özerk yapılar falan bunların bir ortağı değil mi? Bu soruya cevap aramak gerekiyor ve geçmişten beri ortağıymış. Yani ben bir de bunu sadece AKP için söylemiyorum. 1930'dan beri böyle bir şey var bu ülkede. Bunun ortadan kalktığını kim söylüyorsa ben de duymak isterim, nasıl kalkmış? Bu kadar kesintisiz izlenebiliyor bu süreç.
Mesela 1987'deki MİT Raporu bir fotoğraftı, bir manzarayı ortaya koymuştu. Susurluk başka bir manzaraydı. Şimdi de Sedat Peker'le kamuoyunun ilgisinin arttığı ama içten içe işleyen bir manzara var. Burada benim gördüğüm şu: Bu tür mafyoz yapılar, daha doğrusu organize suça ilişkin organizmalar giderek öğrenerek gelişiyor, nitelik değiştiriyor ve ben artık Türkiye'de, hani hep şey diyorlar ya, narko devleti mi Türkiye? Hayır, narko devlet değil.

Henüz değil ama geldiği nokta itibariyle narko devletten çok daha tehlikeli bir yerde. Bir tür böyle hibrit devlet, bir tür hani mafya-hibrit devletine doğru gitmenin tam eşiğinde duruyor ve bu narko devletten daha kötü bir şey. Yani Kolombiya, Meksika bunlarda 70’lerde, 80’lerde olanı biz şimdi şimdi görüyoruz. Ama bunun 20 yıl sonrası Kolombiya, Meksika kartelleri gibi olmayacak. Daha fazla, daha kötüsü, daha başka bir şey olacak.

Cumhuriyet’in saygın narko-elitleri: Yunus Nadi, Şükrü Kaya…

Kitapta geçen narko-elitler kimler?


Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında aslında bütün uyuşturucularda şöyle bir sorun var. Bunlar legal olarak, ilaç olarak daha çok, ilaç sektörü tarafından patentlenmiş piyasaya sürülmüş mesela Eroin'i Bayer piyasaya sürmüş. Işte kokaini Merc firması sürmüş. Sonra anlaşılmış bunların ne olduğu. Ekstazide öyle, metanfetaminde hepsi böyle. Hepsi ticari ürün. Sonra vazgeçmişler üretimden. Bu yer altındaki kısmı işin bir takım adamlar var. Bunlar politikacılarla iyi, kolluk güçleriyle iyi… Zenginler, ticaret yapıyorlar. Yasal afyon ticaretiyle yasa dışı ticaret arasında bir yerde duruyorlar. Bunlar narko elitler. mesela Türkiye'den kim derseniz işte o zamanki Milliyet’in sahibi soydan, Mahmut Soy'dan, Yunus Nadi, Meclis Başkan Vekili ve Eroin Fabrikası'nın yönetim kurulu başkanı Hasan Saka, Şükrü Kaya adı Fransa'da mafyayla alınılıyor ve Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli içişleri bakanı.

Cumhuriyet tarihinin ‘saygın’ isimleri bunlar… Yunus Nadir, Şükrü Kaya…

Tabii tabii. Şimdi mesela bu kitap ilk çıktığında biraz Mustafa Kemal'i ya da Kemalizm'i mahkum etmek için yazıldı dendi. Durum öyle değil. Durum şu, bu o kadar güçlü ki bu yapı, Mustafa Kemal'e meydan okuyor 1932'de, 1933'te. Fabrikaları kapatana kadar hani göbeği çatlıyor dese yeridir.
Mustafa Kemal'den söz ediyoruz. Hani hep diktatör, tek hakim vesaire denilen insan, politikacı ya da cumhurbaşkanı uğraşıyor, irade de gösteriyor. Yapamıyor. Çok yakınındaki isimler bu işlere girmiş. En sonunda ama o onun iradesiyle kapatılıyor bu fabrikalar.
Türkiye'de fabrikalar da yasaklanınca bir yer altına kayıyor üretim. Türkiye'de çünkü bir sürü kimyager var. Bu işi öğrenmişler. Yeraltında üretiyorlar.
Bu 50’lere kadar sürüyor. Hatta daha sonrasında da sürüyor. Avrupa'da da var bu. Bulgaristan'a gidiyorlar mesela bir bölümü. Hep aynı.

Şöyle bir manzara çıkıyor karşımıza Türkiye'de demokrasiyi de tehdit edecek bir pozisyona gelen yaygınlaşan bir uyuşturucu sorunu var ve bu önlenmiyor. Devletin de çok ciddi bir şekilde bunu birinci tehdit olarak görmediğini ve buna uygun hem yasal hem idari hem adli önlemler almadığını görüyoruz. Bu karamsar tabloyu dağıtacak ne olabilir? Çünkü senin kitabın bu anlamda çok uyarıcı olacaktır da, toplumun bunu bilincine varması ve siyasi talep haline getirmesinin önündeki engel ne?

Bu kadar göz önünde olup bu kadar az bilinen ya da bu kadar kamuoyundan kaçırılan başka bir konuda yoktur herhalde. Bir de dünya perspektifinden bakmak lazım. Şimdi biz burada bakıyoruz Türkiye baron cenneti oldu diyorum. Ama inan Yunanlılarda, İsveçlilerde, Hollanda ve Belçikalılarda gazetelerine birebir aynı başlıkları atıyorlar. Çünkü uyuşturucu, kokain, eroin, Amerika'da fentanil, başka yerde de başka bir şey, bütün bunlar bir dünyanın ortak sorunu.
Aşırı kullanım, ölümler, kaçakçılık, organize suç, buna bağlı karteller… Benim gördüğüm iki manzara var. Bir, hemen her defasında Amerikalıların, Fransızların kısmen örtülü operasyonlarıyla başlamış bu iş. Eroin ve kokain. İlk Japonlar Çin'i istila ettiğinde eroini bir silah olarak kullanıyorlar. Çinlilere bağımlı yaparak yok ediyorlar, yok etmeyi planlıyorlar.
Bir yandan bunu yapıyor gizli servislerle, Batıllar özellikle Amerikan örtülü politikaları bunu yapıyor. Öbür tarafta gene devletlere Meksika'ya, Güney Amerika devletlerine baskı yapıyor Amerikan hükümeti, Türkiye'ye de yapıyor. Bunu yasakla, askeri operasyon yap, saldırı yok et, bitir, yasalar çıkarıyor falan. Ama bütün bunlara rağmen gelinen noktada her geçen gün uyuşturucu üretimi artıyor. Kullanıcı sayısı artıyor. Bu organize suç bununla ilgili kartellerin gücü ve etkinliği artıyor. Ve bir iflas var ortada. Yani Amerika'da Vietnam Savaşı'nın toplamında 60 bin kişi ölmüştü. Sadece geçen yıl fentanilden 70 bin kişi öldü.
Aşırı dozdan 120 bin kişi, yani Amerika'nın Vietnam Savaşı'nda kayıpların iki katı bir yılda öldü. Bu manzara bir iflas manzarası aslında. Ana vatanı Amerika çünkü bunun. Narkotik ticaretle mücadele vesaire. Bütün bu kavramların, konseptlerin ana vatanı Amerika.

Peki yani dünyayı tehdit eder boyutta bir tehlike. O zaman benim aklıma hemen kestirme çözümlerden biri geliyor. Bazı ülkeler son yıllarda sık sık buna başvurmaya başladı. Legalleştirme işte en son Almanya'da sanırım böyle bir eğilim vardı. Bu çok büyük bir pazar ve yasa dışı işleri çok büyütüyor. Çetelere güç katıyor. Işte demokrasiyi tehdit eder boyuta geldiğini söylüyorsun. Bütün dünya açısından bir tehdit. Bunun legalleşmesi ve kontrollü dağıtımı konusunda sen ne düşünürsün? Yani bu bir çözüm olabilir mi?

Olmayabilir. Yani kısa vadede bir çözüm olabilir. Ama uzun vadede bunun uzmanlarca tartışılması gerekir. Çünkü Hollanda örneği var ortada. Hollanda, 1970’lerde, bilinenin aksine yasallaştırmıyor.
Hala Hollanda'da uyuşturucu esrar kullanımı yasak. Üretimi de yasak. Ama idari bir kararla bu soruşturulmayacak diyor. Bunun nedeni 1961 tarihli bir sözleşme: Devletler aleyhine yasa yapamıyor o sözleşmenin aleyhine… Hollanda modelinde çok aşırı dozda eroinden ölümler var, bağımlılık var. Onun önünü kesebiliyor ve başarılı oluyor bu anlamda. Esrar kullanıyorlar ama eroin kullanmıyorlar.
Bir tür talebi azaltıyor ya da sayılarını düşürüyor. Bu başarılı olduğu için yayıldı biraz dünyaya Hollanda modeli. Ama onun da açık noktaları şu. Mesela Hollanda kafeler var. Kafelerde esrar satılıyor.
Ama o kafelerde satılan esrarın nerede üreticiliğine dair bir yasal düzenleme yok. Fiili durum. Gene iş geliyor dönüyor mafyaya ve kaçakçılara dayanıyor. Yani pasta üretiyorlar, antillerde üretiyorlar, işte Hollanda'da üretiyorlar falan. Ama yasa dışı olarak üretiyorlar.
Böyle bir tuhaflık var bu işte. Onun dışında Amerika mecburen fentanil karşısında 27 eyalet hani eğlence içinde kullanım dahil olmak üzere serbest bıraktı esrarı. Hala buna rağmen fentanil ile baş edemiyor. Esrar Meksika kartellerinin ilk ve büyük gelir kapısıydı kokainden önce. Belki onun da önünü kesmiş oldular ama artık o kadar güçlenmiş bir haldeki karteller.
Dolayısıyla Türkiye'de de çok vahşi biçimde can alıyor metanfetamin. eroin çok tehlikeli. O yüzden gene uzmanların tartışacağı konuşacağı bir çerçevede Türkiye'de böyle bir önlem alabilir, böyle bir yola gidebilir. yakın zamanda bunun yıkıcı etkileriyle baş etmek için ama Türkiye'nin başka riskleri de var bu anlamda. Yani esrarı serbest bırakırsız Onu yine mafya üretir ve başka işlere de omurga olacak devasa bir finansmana sahip olabilir.

Podcast Haberleri