Türkiye toplumu kutuplaşıyor… Hoşgörümüz azalıyor, ayrı kamplara bölünüyoruz… Siyasi söylem, toplumu ayrıştırıyor… Bu sözleri son yıllarda çok sık duyar, telaffuz eder olduk.
Peki bu tespitler ne kadar doğru?
Her konuda ayrışıyor muyuz? Bu ayrışma kime zarar veriyor?
Hem, kutuplaştıysak ne olacak, bize zararı ne?
Prof. Dr. Emre Erdoğan bu soruları, Arka Plan için yanıtladı.
“Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması-2020” toplumun hangi konular ve kimliklere göre ayrıştığını ortaya koydu. Araştırma, görüş ayrılıklarının artması, diğer parti taraftarlarının ötekileştirildiği kısımlarıyla haber oldu.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından yürütülen “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması-2020” 29 ilde, 500 noktadan 4 bin kişiyle yapıldı. Proje, Marshall Fonu ve İsveç Kalkınma Ajansı’nca desteklendi.
Projenin yürütücüleri Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci ve Prof. Dr. Emre Erdoğan, bu araştırmayla sadece mevcut durumun tespitini yapmayı değil, kutuplaşmayı azaltacak bir eğitim program geliştiriyor.
Zira duygularımızın bu kadar zıt noktalara savrulması, demokrasiden de uzaklaşmak demek.
“Duygusal kutuplaşma”
Projenin Bilimsel Koordinatörü Prof. Dr. Emre Erdoğan, Arka Plan’a bu araştırmadan çıkan önemli sonuçları, bize ne anlattığını yorumladı.
Prof. Erdoğan, siyasal duygusal kutuplaşmanın bir arada yaşamamızı zorlaştırdığının altını çiziyor:
“Bizim araştırdığımız şey, duygusal kutuplaşma. İnsanların birbiriyle yaşama duygusunun azalması. Öncelikle birbirinden hoşlanmamayla başlıyor. Sonra insandışılaştırma ve ötekileşmeye gidiyor. Bu da bildiğimiz demokrasiye zarar veriyor. Demokrasi, kanaatlerimizi serbestçe söylediğimiz ve değiştirebildiğimiz bir ortamı vadediyor. Biz bundan uzaklaşıyoruz. Sadece bizde değil, ABD’de de siyasi kabilecilik, sekteryanizm denen olgu var. Öyle olunca konunun ne olduğu değil kimin söylediğine göre karar veriyorsunuz. Kutuplaşma, akıl yoluyla tartışmamızı, uzlaşmamızı engelliyor.”
Üç temel tanım var kutuplaşmayı belirleyen: Sosyal mesafe, ahlaki üstünlük ve siyasi hoşgörüsüzlük.
Sosyal mesafeyi pandemide olumlu bir anlamda kullanıyoruz ancak bu araştırmada sosyal mesafe, olumsuz bir kavram. Daha önceki bulgularla karşılaştırınca Türkiye’de bu anlamda sosyal mesafe artmış. En uzak hissedilen parti, yüzde 40 ile HDP. Her partinin bir diğeri var: AKP ve MHP’liler için CHP ve HDP, CHP için HDP ve AKP, HDP için AKP ve MHP.
Prof. Erdoğan, “hangi parti taraftarlarına yakın/uzak hissediyorsunuz” dedikten sonra başka sorular sorduklarını aktarıyor: Mesela uzak hissedilen parti taraftarıyla komşu olmak istemeyenlerin oranı yüzde 60, çocuğunun evlenmesini istemeyenlerin oranı yüzde 75’lerde.
Erdoğan, daha önce yaptıkları araştırmalarla doğrudan karşılaştırma yapmadıklarını, zira hem yaşanan olaylar, hem yeni partilerin çıkışı, hem de yeni seçmenlerin katılımının tabloyu değiştirdiğini belirtiyor.
Mesela 2015 ve 2017’de de en uzak hissedilen parti yine HDP’ydi. 2020’de burada 12 puanlık bir azalma olmuş, yani HDP’ye “en uzak hissedilen parti” diyenler azalmış, “uzak”lık CHP’ye, AKP’ye kaymış.
Erdoğan, burada önemli olanın bir partinin “diğeri” olarak işaretlenmesi olduğunu belirtiyor: “Çatışma elitler düzeyinde, AKP-CHP çatışmasına dönüşmüş olabilir.”
“Takım tutar gibi parti tutmayın”
Ahlaki üstünlük konusunda insanların tüm iyi sıfatları kendine, tüm kötü sıfatları da “uzak gördüğü” parti taraftarına yakıştırdığı ortaya çıktı. İyi de normal değil mi bu?
“İdeal bir ortamda zalimlikle, vatanseverlikle parti taraftarlığının ne alakası var denir. Burada önyargı devreye giriyor. Karşıdan gelen insanın nasıl olduğunu soruyorsunuz. X partisindense kötüdür, denirse önyargı. Daha önce ölçmediğimiz için bilmiyoruz. 80’lerde de belki vardı. Ama 90’larda, Yılmaz hocayla parti değiştirmeyi sorduğumda ‘oy benim değil mi, değiştiririm’ deniyordu. O zaman herkes bir başka partiye oy verirdi. Şimdi oy değiştirmek sıfat da değiştirmek anlamına geliyor. İdeal demokraside parti tercihinin manav tercihi gibi olası gerekiyor. Takım tutar gibi parti tutmayın, partinizi değiştirin.”
Esas sorun, haklar meselesi, diyor Erdoğan. Yani herkesin aynı haklara sahip olmasının sorun görülüp görülmemesi.
Erdoğan şunları söylüyor: “Aday olsun mu deyince yüzde 40 hayır diyor. Basın toplantısı, yürüyüş gibi haklara kendim için evet deyip başkası yapmasın diyorum…Bu bizim için insandışılaştırmanın ilk adımı. Kendime hak gördüğümü ona reva görmemek. Bu da demokrasiyi kırılgan hale getiriyor. Telefon dinleme konusunda da geniş bir hoşgörümüz (yüzde 50) var, sevmediğimize olursa. Bir insan partisine göre ahlaksız olmaz. Bu şekilde bildiğimiz anlamda demokrasiyi yürütemeyiz.”
Konulara göre nerelerde ayrışıyoruz bölümünde AKP taraftarlarının üçte birinin Kanal İstanbul’u desteklemediği ve CHP taraftarlarının üçte birinin Ayasofya’nın cami olarak açılmasını desteklediği gibi genel yargılarla çelişen sonuçlar çıkmış. Erdoğan, “siyasetçiler, toplumu olduğundan daha uzakmış gibi sergilemeyi seviyor” diyor.
Her parti kendi öyküsünü yazar, siyasal kimlik böyle oluşur AKP taraftarı için darbeler ve Gezi var, ‘biz iktidara gelmek istiyoruz engelleniyoruz’ hikayesi.. HDP için Kürt sorunu. CHP taraftarı için kırılma noktaları Ergenekon soruşturmaları, 17-25 Aralık, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş.
“Fanusta yaşamak ve suskunluk sarmalı”
A veya B kutuplaştırıyor konusunu değil, bireylerde etkisini ölçtüklerini belirten Prof. Erdoğan, “Siyasetçi bir söylem ortaya koyuyorsa bir karşılığının olması lazım. Çünkü fanusta yaşıyoruz. Kendimize benzeyen insanlarla takılıyoruz, farklı bir ses duymuyoruz. Twitter’da kendimize benzeyenleri takip ediyoruz, yüzde 80. Bu fanus, suskunluk sarmalıyla buluşuyor. Yani azınlıkta olan insanların fikirlerini söylememelerinden dolayı, onların daha az olduğunu düşünmek… Bazı görüşlerin hiç duyulmaması demek” diyor.
Medyanın önemi
Medya bu noktada çok önemli. Çoğunlukla TV’den haber alıyor Türkiye toplumu. Ve herkes, kendi taraftarı olduğu sesi duyuran kanalları tercih etmekle kalmıyor, “tarafsız” olduğunu düşünüyor. (AKP A Haber, CHP Halk TV, Fox gibi).
Prof. Erdoğan bunun neden önemli olduğunu şöyle anlatıyor:
“Şimdi, aile içinde herkes benzer fikirlere sahip. TV’de de hoşunuza giden haberi seçiyorsunuz. Ana akım medya kalmadığı için insanlar diğer görüşlerle karşılaşmıyorlar. ABD’de de partizan kanallar ortaya çıkıyor. Diğer düşünce sahibini görmüyorsun. Kabile, küçük olduğu için yabancıdan korkar. Zehirli, hastalıklı olduğunu düşünürsün ki olacak şey değil. Konuşamazsın bu şekilde. Farklı görüşlere maruz kalmamız gerekiyor.”
Son olarak, ABD düşmanlığında AKP ve CHP taraftarlarının birleştiğini, Sevr sendromunun sürdüğünü yani “bizi dış güçler bölecek” korkusunu pek çok parti taraftarının hissettiğini belirtelim.