ERSAN ATAR
Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini parlamenter sistemden kendine özgü başkanlık sistemine dönüştüren 2017 Anayasa referandumunun “gelecek nesillere taşınacak” mühürsüz oy tartışması, seçim hilesinin kurumsallaşması mıydı? Mühürsüz oyların kaynağını, Adalet Bakanlığı’nın matbaalarında basılan oy pusulaları mı neden oldu? “Mühürsüz oylar geçerlidir” kararının verildiği o 35 dakikada Yüksek Seçim Kurulu’nda neler oldu? Bütün bu soruların yanıtını, o gün YSK’nın toplantı salonunda bulunan CHP’nin YSK temsilcisi Mehmet Hadimi Yakupoğlu ile konuşuyoruz. Yakupoğlu’na göre, “Seçimden önce ortalıkta kontrolü imkansız hale gelen oy pusuluları vardı” ve “Kurul’daki tartışmalarda itirazlara rağmen ‘bir şey olmaz” görüşü hakimdi. İşte o 35 dakikanın hikayesi, öncesi ve sonrasında olanlar.
“Şimdi bazı televizyonlarda filan, aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış ya, bu neticeyi küçümsemeye gayret edenler var. Boşuna uğraşmayın, boşuna uğraşmayın. Atı alan Üsküdar’ı geçti haberiniz yok.”
Bu sözler, parlamenter sistemden, kendine özgü bir başkanlık sistemine geçiş oylamasını yapan ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından sarf ediliyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Huber Köşkü’nün balkonundan, akşamın karanlığında toplanan kalabalığa, en kalbi duygularla selamladıktan sonra böyle sesleniyordu: Atı alan Üsküdar’ı geçti haberiniz yok…
Sorsanız, bu sözünün muhatapları, yüzde 51.4’lük evet oyunu küçümseyenlerdi. Ama o akşam kimsenin yüzdelerle uğraştığı yoktu. Varsa yoksa “mühürsüz oylar” konuşuluyordu.
Tarihe düşülen not: Hesap sorulacak olursa, “biz uyarmıştık” mesajı
Aslında o gün olacakların habercisi belki de sabah 05:58’de sandık kurulu başkanlarının cep telefonlarına gönderilen kısa mesajdı.
Mesaj, Yüksek Seçim Kurulu’ndan geliyordu:
“Oy zarfı ile birleşik oy pusulalarını sayıp tutanak defterlerine geçiriniz. Oy pusulalarının arka taraflarını ve oy zarflarını sandık kurulu mühürü ile mühürleyiniz.”
Sandık kurulu başkanları bu mesajı çok da önemsemediler, “Bu zaten her seçimde ilk yapılması gereken işlerdendir” deyip bir anlam veremediler, işlerine devam ettiler.
Akşamüzeri yaşanacaklar, sanki sabahın şafağında YSK’ya malum olmuştu. Bu mesaj, daha sonra mühürsüz oylardan sorumlu tutulacak olurlarsa “Bakın biz önceden her türlü tedbiri aldık hatta spesifik olarak mühür uyarısında bile bulunduk” diyebilmenin belgesi olarak kayıtlara, tarihe geçiyordu.
Elbette konumuz “mühürsüz oylar” ama öncesinde Türkiye’de bugüne kadar çok az insanın bildiği bir süreci aktarmamız gerekiyor. Süreci bilenler de işin bu tarafının üzerinde hiç konuşmadı desek yeridir. Bunu aktarmalıyız, çünkü belki de sayılarının 2 buçuk milyonu bulduğu belirtilen mühürsüz oyların kaynağı buradaydı. Bu bölümü özellikle ve dikkatle dinlemenizi isterim:
Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulası basım işlemini Devlet Malzeme Ofisi’ne yaptırır. Ofis ihale şartlarını belirler: Pusula basılacak, 400’erli paketler halinde paketlenecek ve seçmen sayısına göre il – ilçe seçim kurullarına gönderilecek. İş budur. Ve bir ek bilgi daha, Yüksek Seçim Kurulu her seçimde seçmen sayısının çok üstünde oy pusulası bastırır. Ve seçmen sayısının yüzde 15’i kadar fazlasını da ilçe seçim kurullarına gönderilir. Bu bilgi birazdan işimize yarayacak, bir kenarda dursun ve 2017 Referandumu’nda kullanılan oy pusulaları kime bastırıldı, kim dağıttı ve sonucunda ne oldu ona dönelim.
Pusulalar Bakanlık matbaasından eksik çıkıyor
Yüksek Seçim Kurulu, Devlet Malzeme Ofisi’ne dedi ki. İhale yap, pusulaları bas. Devlet Malzeme Ofisi ihaleye çıktı. Bilin bakalım ihaleye katılanlar arasında kim vardı: AKP’nin elindeki Adalet Bakanlığı’na bağlı İş Yurtları Dairesi. Evet evet bildiğiniz cezaevleri içinde matbaaları olan İş Yurtları Dairesi. Burada sahteciliğinden tutun da gaspçılığına kadar farklı suçlardan hüküm giymiş mahkumlar çalışır. İşçilerinin önemli bölümü bunlardan oluşur. İhale yapıldı ve ihaleyi İş Yurtları aldı. Ne olacaktı ki hepi topu matbaada basım yapılacak, pusulalar oradan kamyonlara yüklenip dağıtılacaktı. İlk bakışta böyle oldu. Ama bazı aksaklıklar vardı. İş Yurtları oy pusulası paketlerini hazırlarken eksik paketliyordu. İsterseniz gelin bu süreci, olup bitenleri kendilerinin de sonradan fark ettiğini söyleyen CHP’nin Yüksek Seçim Kurulu Temsilcisi Mehmet Hadimi Yakupoğlu anlatsın. Belki de mühürsüz oyların kaynağını oluşturan bu “aksaklıkların” sonuçlarını sonra konuşacağız. Ne oldu, onu Yakupoğlu’ndan dinleyelim:
“Bir anda ‘kontrolü yapılamayan’ oy pusulaları çıktı”
“Tabi o zaman öngörülemeyen bir teknik aksaklık olduğu sonradan anlaşıldı. Sebebi de şu: İş Yurtları bunu basarken normalde her matbaada her bir paketin içinde 400’lük paketler olması gerekiyor. Yani her paketin içinde 400 tane oy pusulası bulunması gerekiyordu. Tabi İş Yurtları’nın bunu sayarak paketlemesi gerekiyor normal şartlarda. Diğer oy pusulaları böyle otomatik makinelerle sayılıyor, sayıldıktan sonra paketleniyor. Paketlendikten sonra üzerine barkod yapıştırılıyor ve her bir paketin nereye gittiği bu şekilde takip ediliyor sistem böyle çalışıyordu. Fakat İş Yurtları’nda böyle bir teknik altyapı bulunmadığı için İş Yurtları bu üretimi yaparken yani oy pusulası basımı işinin üretimini yaparken bunları tartarak 400’lük paketlere ayırmış. Bunu bilmiyorduk biz, sonradan bu öğrenildi. Tabi bunu tarttığınız zaman takdir edersiniz ki evet / hayır oy pusulalarının her birisi son derece ince. Bunun 400 kağıdın kaç gram geleceği çok hassas bir tartı olduğu için tartılar tabi ki sağlıklı olmamış.
Ne zaman bunun farkına vardı bunun Yüksek Seçim Kurulu? Tesadüfen İstanbul’da Küçükçekmece İlçe Seçim Kurulu, tutuyor kendisine gönderilen paketleri sondajlama suretiyle birkaç tane paketi sayıyor, saydığı vakit paketlerde eksiklik veya fazlalık olduğu, yani hiçbir paketin standart olmadığını tespit ediyor. 400 olması gereken paketlerin kimisi 360, kimisi 380, kimisi 340, kimisi 420 gibi rakamlar çıktığını görüyor ve bunu bildirdi. Bunu bildirince bu sefer Kurul telaşlandı, dedi ki yani paketlerde eksiklik mi var ne yapalım diye. Bunun üzerine ilave bir ihale açtı, ek oy pusulası basım ihalesine gitti. Hatta bununla da yetinmedi, biliyorsunuz ilk defa Cumhurbaşkanı seçimi 2014 yılında yapılmıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yasa gereği 2. tura kalması halinde eğer iki adaydan birisi herhangi bir şekilde seçime, ikinci tura katılmazsa halk oylaması şeklinde yapılır dendiği için, her Cumhurbaşkanı seçimi öncesinde evet / hayır, bu kahverengi / beyaz oy pusulalarından basılır. Mesela şu anda 2023 ihale kararına bakarsanız, yayınlanan Yüksek Seçim Kurulu’nun, yine evet / hayır oy pusulası bastıracağını görürsünüz. 2014 yılında da aynı şekilde bastırılmıştı. Yüksek Seçim Kurulu bir de ilave bastırdığı gibi, bir de dedi ki ilçe seçim kurullarına, ‘eğer yetmezse ihtiyaç halinde, 2014 yılından kalan ve elinizde kullanmadığınız evet / hayır oy pusulalarını da kullanabilirsiniz’ dedi. Bir anda bizim demin anlattığım sistem kendiliğinden çökmüş oldu. Yani her ilçe seçim kurulunun elinde en fazla 5 yedek paket bulunması gerekirken, mevcut paketler mevcut, beş tane de yedek paket öyle gitti, onun dışında ilave oy pusulası bastırıldı, o da yetmedi, ‘2014’ten kalan oy pusulalarını kullan’ deyince bir anda bizim takibini yapamadığımız sayıda ilk kez bir seçimde böyle bir şeyle karşı karşıya kaldık. Bir sürü oy pusulası olduğu ortaya çıktı.”
Ne diyor Mehmet Hadimi Yakupoğlu, “Bir anda takibi yapılamayan sayıda oy pusulası ortaya çıktı.”
Öyle ya kimi İş Yurtları’ndan eksik gönderilenler, kimi eksiklik var dendikten sonra gönderilenler, kimi de ta 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ilçe seçim kurullarının tozlu depolarında bekleyenler. Hoş, 2014’ten artan oy pusulaları hala niye ilçe seçim kurullarının elinde duruyorsa. Neyse özetle böylelikle 16 Nisan 2017 sabahı ilçe seçim kurulları ve sandık kurullarının elinde fazla fazla oy pusulası vardı. Kaç tane fazla vardı, bunu kimse bilmiyordu. Ve bunlar kontrol edilemiyordu. Öyle ya Ardahan’daki ilçe seçim kurulunun elinde 2104 artığı kaç oy pusulası olduğunu Ankara’dan nasıl bilebilirdiniz ki? Ve bunların hepsi mühürsüz oy pusulalarıydı.
Mühürlü pusulalar mühürsüzlerle mi değiştirildi?
YSK daha sonra, sandık kurullarına gönderilen seçim çuvallardan, oy pusulası ve zarfların neden eksik çıktığını, eksilmenin nerede olduğunu araştırmadı; paketleme yapılırken eksik paketlenmiş denildi geçildi. YSK ne Adalet Bakanlığı İş Yurtları’ndaki ne de bu süreci takip etmek, basımı, sevkiyatı kontrol etmek zorunda olan kendi görevlisine, “Sen paketlerken bunu neden eksik paketledin” diye sormadı. Kim bilir belki de sorun eksiklik paketlemeden değildi ve henüz kullanılmamış oy pusulalarının olduğu çuvallara bir el uzanmıştı. Bugüne kadar bunu bu ülkede ciddi anlamda kimse sorgulamadı.
Bu konu neden önemliydi? Çünkü çuvallardan eksilenler, akşamüzeri sandıktan çıkanlar gibi mühürsüz pusulalar ve zarflardı. Öyle ya eksiklik, daha mührü basacak olan sandık kurulu çuvalları açmadan vardı. Yani pusulalar daha o zaman eksikti. Yani dışarıda, belki de birilerinin elinde mühürsüz pusula ve zarf vardı ve belki de bunlar gün içinde seçmene hariçten dağıtılmıştı. O seçmen, alacağı bir miktar para karşılığında sandık kurulundan aldığı mühürlü oyları cebine koymuş ve sandığa mühürsüz oy pusulasını atmıştı.
Ama anlamsız değil miydi bu? Böyle bir hile yapılacaksa bunu yaptıracak partinin, seçmeninden “tamam, oyumu senin istediğin gibi kullanacağım” güvencesi alması yeterli olmaz mıydı? Olmayabilirdi, belki de bu seçmen parayla tutulmuş seçmendi. Hem daha sonra o seçmenlerin oy kullandığı sandıktan kaç mühürsüz oy çıktı ve bunlardan kaçı istenilen doğrultuda çıktı, bunu ölçmek daha kolaydı.
YSK, “mühürsüz oy kullandırmayın” uyarısını neden yapıyordu?
Hani az önce, “YSK sabah, şafak vaktinde, hiçbir şey yokken, durup dururken sandık kurulu başkanlarına SMS attı, ‘Oy pusulalarını mühürleyin’ talimatı verdi” demiştik ya meğer bizim bilgimiz de eksikmiş, bu mesajlar gün boyunca devam etmiş. Saat 10:30: Oy pusulalarını mühürlü olduğuna dikkat edin. Saat 15:00: Aman dikkat, oy pusulaları mühürlü olsun.
Sanki, birazdan AKP’nin Yüksek Seçim Kurulu Temsilcisi Recep Özel, Kurul Başkanı Sadi Güven’in odasına girip, “Başkanım mühürsüz oy kullanılıyor” diyeceği Kurul’a malum olmuş gibi. Kurul, uyarı üstüne uyarı göndermiş.
O saatleri Mehmet Hadimi Yakupoğlu şöyle anlatıyor. Yakupoğlu, mühürsüz oyların normalde geçersiz olduğunun yasada ve Kurul genelgelerinde de olduğunu hatırlattıktan sonra devam ediyor. Dinleyeyim:
Dolayısıyla sabahleyin daha 04:50 sularında ilk SMS atıldı ve Yüksek Seçim Kurulu, sandık kurulu başkanlarını uyardı: Oy pusulalarını mühürleyin, sayın, ona göre işe başlayın. Yani sandığınızda oy verme işleminden önce bunu mutlaka yapın, mühürleme işlemini dendi. Daha sonra oy verme işlemi başladıktan sonra 10:30 sularında bir SMS daha aynı şekilde mühürle ilgili geldi: Oy pusulalarının mühürlü olup olmadığını kontrol edin, eksikliği tamamlayın, mühürsüz oy pusulası kullanılmasın diye uyardı. Daha sonra öğleden sonra bir üçüncü SMS daha geldi; yine aynı uyarı yapıldı.
Gün içinde uç veren hile tartışması ve gösterilmeyen refleks
İşte Anayasa değişikliğine “hayır” diyenlerin belki de yeterince refleks gösteremediği zaman dilimi o saatlerdi.
Hatta o kadar ki gün içinde sosyal medyaya bir görüntü düşüyordu. Kaynağı belli olmasa da bu videoda, sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulalarına topluca “evet” mührü basılıyordu. Yani Anayasa değişikliğine evet diyen oy pusulaları üretiliyordu. Yani bir şeylerin doğru gitmediği daha gün içinde uç veriyordu. Sosyal medyada dolaşan bu görüntülerde, elinde YSK’nın evet mührü bulunan bir kişi, halk oylamasında kullanılan, evet tarafı beyaz, hayır tarafı kahverengi olan oy pusulasının evet olan beyaz tarafına mührü vuruyor ve her vurduğunda “oh” sesi çıkarıyordu.
Ve o 35 dakika: Kapalı kapılar ardında dönenler
Eksik pusulalar, eksik zarflar oradan buradan derken fazlasıyla tamamlanmıştı ve saatler ilerliyordu. Görünüşte her şey yoluna girmişti. Ne de olsa şunun şurasında Doğu ve Güneydoğu illerinde sandıklar birazdan açılmaya başlanacaktı. Saatler 16:00’yı gösteriyordu. Doğu – Güneydoğu illerinde sandık kurulları sandığın mührünü kırıp, sayım yapacakları yeri daha yeni düzenlerken Yüksek Seçim Kurulu’nda kapalı kapılar ardında bir şeyler oluyordu.
AKP’nin Yüksek Seçim Kurulu Temsilcisi Recep Özel, YSK Başkanı Sadi Güven’in odasına girmiş bir şeyler konuşuyorlardı. Odada iki de Kurul üyesi vardı. Recep Özel, Sadi Güven’e, “Başkanım bize çok sayıda mühürsüz oy kullanıldığı bilgisi geliyor, aman ha bu mühürsüz oyları geçersiz saymayın, seçmen iradesini sakatlarsınız” diyordu.
Konu önemliydi, önemli olmasa bile “mühürsüz oylar da geçerlidir” demek tek başına Sadi Güven’in veya yanındaki iki üyeyle birlikte 3 kişinin karar verebileceği bir şey değildi. Bunun derhal Kurul gündemine alınması gerekiyordu. Yol bulundu:
Recep Özel bu durumu bir dilekçeyle Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’na bildirmiş olacak, Başkan Sadi Güven de konuyu Kurul gündemine getirmiş olacaktı. Recep Özel, Başkan Sadi Güven’den bir A4 kağıdı istedi ve meramını bir paragraf el yazısıyla yazdığı dilekçede anlattı. Özel dilekçesine şöyle yazıyor, Başkan Güven de başıyla onay veriyordu:
“Yapılmakta olan halkoylamasında bazı sandıklarda oy zarfları ve oy pusulalarının ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü ile mühürlenmediği yönünde bilgiler aldık. Söz konusu olayda seçmenin hiçbir kurusu yoktur. Seçmenin iradesinin tam bir şekilde yansıması için sandık kurulları tarafından yapılan bir eksikliğin giderilmesi gerekir. Sandıklar açılmadan bu mühürsüz oy pusulası ve zarflarının geçerli sayılıp sayılmayacağı yönünde ivedilikle bir karar alınması gerekir”
Ama bir sorun vardı: Başkan’ın Kurul üyelerine “mühürsüz oylar da geçerlidir”i ikna edebilmesi için emsal kararlar gerekirdi. Kurul’un aslında tam da o güne uymayan kararlarından hızla derleme yapıldı ve önde Sadi Güven, arkasında iki Kurul üyesi ve en arkada Recep Özel, toplantı odasında bekleyen diğer üyelerin yanına gittiler. Sadi Güven, içerdekilere “Arkadaşlar. Durum bu, mühürsüz oylar kullanılıyormuş, bunları da geçerli saymalıyız, bakın geçmişte de böyle kararlar vermişiz” diye seslendi.
Kurul üyelerinden bazıları önce “aslında ne olduğunu, ne döndüğünü” fark edemedi. Kimisi, “Olur mu, yasa açık, genelgemiz açık mühürsüz oy mühürsüz oydur ve geçersizdir” diyecek oldu ama diyemediler.
Gelin o dakikaları o salonda bulunan CHP Temsilcisi Mehmet Hadimi Yakupoğlu’ndan dinleyelim. Yakupoğlu’nu dinlerken, YSK Başkanı Sadi Güven’in Kurul toplantı salonuna giriş anına ilişkin yaptığı vurguya dikkat etmenizi tavsiye ederim:
O anları, YSK toplantı salonunda bulunan tanığı anlatıyor
“Her şey normal gidiyordu, bütün Kurul sabahtan beri zaten toplantı halindeydik. Daha sonra hep birlikte öğle yemeği yedik. Saat 15:00 sularında tekrar bir araya geldik, Kurul salonunda. Çünkü saat 16:00’da Doğu’daki sandıklar açılmaya başlanacaktı. 17:00’de de malum, bütün sandıklar açılacaktı. Bunu takip etmek için zaten teknik altyapı da vardı. Önümüzde kokpit ekranı dediğimiz, ekranlarımız, kendi bilgisayarlarımızda, üyelerin ve bizlerin vardı Kurul salonunda. Ayrıca televizyon vardı, oraya yansımaları vardı vs neyse bir seçim izleme merkezi haline gelmişti Kurul salonu, biz de oraya geçtik. 15:00’te bir araya geldik. Fakat saat 16:10 civarında Sayın YSK Başkanı Sadi Güven, iki tane üye ve bir de AK Parti Temsilcisi Recep Özel içeri girdiler ve dediler ki ‘mühürsüz pusulalarının kullanımı hakkında çok fazla duyum aldık. Bu duyumlar karşısında, bunlar işte seçmen iradesinden kaynaklanmıyor, sandık kurullarının ihmalinden kaynaklanıyor. Böyle bir ihmalin seçmen iradesini sakatlamaması gerekir dolayısıyla biz, bu tür oy pusulalarının da geçerli olduğuna ilişkin bir karar alalım’ dediler. Ve Recep Özel’in çalakalem yazdığı bir satırlık, bir paragraflık bir dilekçe, el yazısıyla yazılmış bir dilekçe Kurul gündemine geldi. Sadi Bey tarafından emsal kararlar getirilmiş, 2009’daki yerel seçimlerde, 2014’te alınmış kararlar getirildi. Ve ben orada itiraz ettim. Dedim ki ‘bunun şimdiden yapılması mümkün değil. Karar var, genelge var, kanun var. Bunlar yapılamaz ancak şu olur: Sandıklar açıldıktan sonra, yani oy verme işlemi bittikten sonra bunlar tespit edilir, tutanağa bağlanır; kaç tane mühürsüz oy pusulası çıkmış. Bütün bunlar tespit edildikten sonra bunların sonucu yani sayısı seçim sonucunu etkileyecek sayıda mıdır değil midir, buna bakılır, sonucuna göre karar verilir.”
Kurul üyesi itiraf ediyor: Öngörememiştik
Az önce, “Kurul’un bazı üyeleri ne olup bittiğini anlamıyordu” dedik ya bu durum aslında devletin Resmi Gazete'sine bile yansıdı.
Kurul üyesi Cengiz Topaktaş, Kurul’da o anda olup bitenleri daha sonra CHP’nin “Referandum iptal edilsin” başvurusu karşısında verilen ve Resmi Gazete’de yayımlanan kararda yazdığı karşı oyunda şöyle anlatacaktı:
“Bu talep geldiğinde Kurulumuzda konu tartışılmış, bir kısım Kurul üyelerimiz böyle bir karar alınmasının 298 sayılı yasanın 101. maddesine uymayacağını dile getirdiler, bir kısım Kurul üyelerimiz ise oy kullanan seçmenlerin iradesinin sandığa yansıması gerektiğini, bunun vatandaşların anayasa ile güvence altına alınmış oy haklarının ellerinden almak olduğunu söylediler.”
Birazdan o malum karar oy birliğiyle çıkacaktı ama Topaktaş’ın anlatımlarına göre başlangıçta “mühürsüz oyları kabul edemeyiz” diyen üyeler en azından birden çoktu. Hatta bunları aktaran Topaktaş bile “mühürsüz oylar geçerli kabul edilsin” kararına katılmıştı. Topaktaş, CHP’nin “Referandum iptal edilsin” şeklindeki başvurusunun reddedildiği Kurul kararına karşı oy yazarken şunları itiraf edecekti:
“Karar oybirliğiyle alınmıştır. Karara katıldıktan sonra şimdi bu kararın yanlışlığını iddia etmenin gerekçesini yazmak zorunda olduğum için bunların açıklanması gerektiğini düşünmekteyim. Kararımızın şu anda kamuoyuna yansıdığı şekilde spekülasyonlara neden olabileceği şahsım tarafından öngörülmemişti.”
“Şaşkınlık vardı, ben itiraz ettim ama ‘bir şey olmaz” dendi”
Bir de CHP Temsilcisi Hadimi Yakupoğlu’na soralım: Kurul’da başta bir şaşkınlık, bir itiraz var mıydı diye soralım. Bakalım Yakupoğlu neler anlatacak:
“Vardı vardı tabi. Ama daha sonra şu dendi, ‘ya bunda bir şey yok’ dendi. Bir kere o yeni gelen üyeler, Cengiz beyler, Kürşat beyler, onlar daha çok yeniydi. Yani yeni seçilmişlerdi. Bir buçuk aylık üyelikleri vardı. Dolayısıyla bir seçim sisteminde bu ne anlama geliyor, ne bitiyor bunu pratik açısından bir tecrübeleri yoktu. Ne olduğunu bilemediler. Zaten Sadi Bey de öyle bir girdi ki içeriye, diğer iki üyeyle beraber, işte bunun geçmişte de örneği var, Yüksek Seçim kararlar verdi diye lanse etti. Bir tek ben orada kendi başıma savunmak durumunda kaldım. Ben orada Kurul üyesi de değilim, siyasi parti temsilcisiyim neticede. Bunun olamayacağını ifade etmeme rağmen ve bunun seçim sonuçlarının değerlendirilmesi imkanını ortadan kaldıracağını açıkça ifade ettim. Ama buna rağmen oy birliğiyle 40 dakika içerisinde karar verildi.”
Daha sandık açılmadan “gerçek oy” kehaneti
İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini değiştiren için o kritik karar, 35 -40 dakikada böyle alındı. Mühürsüz birleşik oy pusulaları ve oy zarflarının geçerli kabul edilmesine oybirliğiyle karar verildi.
Peki bu kararda neler dendi? Yüksek Seçim Kurulu üyeleri bu 35 dakikada sanki Tanrı tarafından olağanüstü sezgilerle mi donatılıvermişti ki daha sandığın içinde duran oy pusulalarının sahte olmadığını Ankara’dan o dakika görüyorlardı. Mübalağa etmiyoruz. İnanmıyorsanız karardan aktaralım:
“Yüksek Seçim Kurulunca üretildiğinden kuşku bulunmayan oy pusulası ve zarf kullanılarak gerçekleşmesi halinde sandık kurulunca mühürleme işlemenin yapılmaması tek başına seçmenin oyunun geçersiz sayılması için yeterli değildir.”
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven daha fiziken kimsenin incelemediği, fiziken görmediği o oy pusulaları için şunları söyleyecekti. Güven’e göre vatandaşa verilen oy pusulaları filigranlı, Yüksek Seçim Kurulu tarafından özel olarak üretilen oy pusulalarıydı, onlar sahte olmayan oy pusulası ve zarflardı. Oylar gerçek, seçmen gerçekti, bunun nesi tartışılırdı ki? YSK Başkanı Sadi Güven’e göre durum buydu:
“Bir kez daha söylüyorum. Gerçek oy, gerçek seçmen, gerçek mühür, bu şekilde basıldığı, gerçek şekilde, sağlıklı şekilde kullanılan oy. Biz bu oyları geçerli saydık”
Muhalefet geç mi kaldı?
Halkoylaması öncesinde Adalet Bakanlığı’nın matbaalarında, oylama günü Kurul’da olup bitenleri anlattık. Peki taraftarlarına haftalardır hatta aylardır “hayır” dedirtmek için uğraşan siyasi partiler cephesinde durum neydi?
Aslında siyasi partilerdeki ruh hali de “Bunda bir şey yok” deyip Sadi Güven ve Recep Özel’e ikna oluveren Kurul’un acemi üyelerinden farklı değildi. Yüksek Seçim Kurulu’ndaki muhalefet partisi temsilcileri itiraz ediyordu, CHP Genel Merkezi Kurul’a “yapmayın, etmeyin” demeye çalışıyordu ama. Herhalde işin buraya varacağını kestiremiyorlardı.
Evet, her şey bir anda 35 dakikada olup bitmişti. Peki, AKP ve Yüksek Seçim Kurulu “mühürsüz oylar geçerlidir” demeye hazırlıklı mıydı değil miydi bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz belki ama CHP’nin YSK Temsilcisi Mehmet Hadimi Yakupoğlu’nun bu sorumuza yanıtı ilginçti:
“Bilemem, yani ben süreci yaşadığım kısmı olduğu gibi anlattım. Burada bir yorum yapmıyorum ben. Hazırlık vardı, yoktu, bunların hepsi olabilmiştir, olmuştur ya da olmamıştır. Bir şey söyleyemem ben buna. Siz bana yaşadıklarımı sordunuz benim anlattıklarım da yaşadıklarım. Bugün hala yorum yapmıyorum bu konuda. Olan aynen böyle oldu.
Siyasi partilerden, mühürlü oylar geçerli kabul edildikten, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra açıklamalar gelmeye başladı: Çalınan oylar değil, Yüksek Seçim Kurulu’nun kendisidir. Kılıçdaroğlu bu açıklamalarıyla, o dönemde getirilen “pasif kalındı” eleştirilerine de yanıt veriyordu:
“Vatandaşlarımız gittiler, oylarını kullandılar. Sandıklara sahip çıktık. Sandıklarda oy hırsızlığı olmadı, kimsenin oyu çalınmadı. Ama geriye dönüp bir baktık ki Yüksek Seçim Kurulu çalınmış. Çalınan, oylar değil, çalınan Yüksek Seçim Kurulu’dur… Altında mührü olmayan oyların geçerli kabul edilmesini asla ve asla doğru bulmuyoruz ve meşru da bulmuyoruz…. Şimdi biz bu haksızlığın üzerine hep birlikte gideceğiz, sonuç alınıncaya kadar.”
“Gelecek nesillere taşınacak, hiç bitmeyecek bir tartışma”
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu haksızlığın üzerine, “sonuç alınıncaya kadar gidileceğini” söylüyordu ama bir türlü yargıdan sonuç çıkmıyordu. Yüksek Seçim Kurulu kararlarına karşı yargı yolu kapalıydı. Öyleyse bunu yargıya bir “Yüksek Seçim Kurulu kararı” olarak değil, “Yüksek Seçim Kurulu uygulaması” olarak götürmek gerekiyordu. Öyle de yapıldı ve konu Danıştay’a taşındı. Danıştay da başvuruyu reddetti.
Bütün bu tartışma nedendi? Kaç oy bu şekilde mühürsüz kullanılmıştı? Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir sırrı olmaya devam ediyor. Kimse kesin olarak bilmiyor; kaç mühürsüz pusula, kaç mühürsüz zarf vardı. Bu sayı anca bazı kaynaklarda 2 milyon 500 bin olarak telaffuz ediliyordu. Bu kaynaklardan biri de CHP’nin Referandum sonuçları iptal edilsin kararına muhalif kalan Cengiz Topaktaş’ın karşı oy yazısı. Topaktaş, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin nitelik ve nicelik olarak en kapsamlı usulsüz oy kullanılması iddiasını gelecek kuşaklara da yansıyacak bir tartışma olarak nitelendirip şöyle diyor:
“Artık 2.5 milyon mühürsüz zarf ve mühürsüz oy pusulası olduğunu ya da olmadığını tartışmak anlamsız hale gelmiştir. Ülkemiz, çıkan sonucun doğru olduğuna inanan ve inanmayan kesimler olarak ikiye bölünmüştür. Bu tartışmanın hiç bitmeyeceği gelecek kuşaklara da yansıyacak bir sürece girilmiştir.”
Hile “tenhada” mı uygulandı?
Kaç mühürsüz oy pusulası ve kaç mühürsüz zarf kullanıldığına yönelik en somut verilerden birini de referandum sürecinde oy güvenliği için oluşan “Hayır ve Ötesi”nin raporu ortaya koyuyordu. Hayır ve Ötesi’nin raporuna göre 961 sandıktaki mühürsüz oyların tamamı evet çıkmıştı. Bu mühürsüz oylar öyle kontrolü kolay olan büyük şehirlerde değildi. Şanlıurfa Akçakale’deydi. Viranşehir’deydi, Muş Hasköy’deydi, Yozgat’ın Çekerek, Sakarya’nın Akyazı ilçesindeydi. Bunun gibi ücra yerlerdeydi.
Hayır ve Ötesi’nin raporundaki ikinci tespite gelelim: Evet oyu çıkan 961 sandığın 300’ü aşkınında oy kullanma oranı yüzde 100’dü. Bu Türkiye’de görülmüş bir şey değildi. Bu bir şüpheyi daha gösteriyordu, sandık başına gelmeyen seçmenin kullanmadığı oy pusulaları gün içinde sosyal medyada dolaşan videodaki gibi evet oyuyla mı doldurulmuştu?
İddialar çoktu. Seçmen imzalarından bazıları aynıydı. Bu Şanlıurfa Viranşehir’de gözle görünür sayıdaydı.
Bir başka tespit, evet ve hayır oyları olağan çıkan 7 bin 48 sandıkta oy kullanma oranı yüzde 100’dü. Bu görülmüş şey değildi ve bu sandıklarda oy kullanan seçmen sayısı 1 milyon 672 bin 249’du.
Tespitler uzayıp gidiyordu ve bunları resmen araştıracak kimse yoktu. Kimsenin araştırmaya niyeti de yoktu. YSK üyesi Cengiz Topaktaş’ın deyimiyle bu tartışma hiç bitmeyecek, gelecek kuşaklara da yansıyacak bir sürece girilmişti.
Son söz yerine: Hile kurumsallaşıyordu
Hepsinden önemlisi yıllardır seçim hilesi ile boğuşan Türkiye’de her seçimde farklı bir durum ortaya çıkıyordu. Ölenlerin yerine oy kullanma, sahte seçmen, oy birleştirmelerinin hatalı yapılması, tutanaklara yanlış rakamlar girilmesi… Bunlar bilindik yöntemlerdi ama kimse mühürsüz oyların geçerli sayılacağını kestiremiyordu. Yani hileye açık yöntemler her seferinde değişiyor ve kurumsallaşıyordu. Belki de siyasi partilerin şu anda en çok üzerinde durması gereken, “hilenin kurumsallaşması”dır. Siyasi partilerin yepyeni senaryolar geliştirip onlara karşı alınabilecek radikal önlemleri düşünmesi gerekiyor.