Merhaba ahali,
Evet seçim geldi onun için yazıyorum. Bir buçuk yıl olmuş bir şey yazmamışsın, gel şimdi seçim münasebetiyle… Ulan benim ayıbım mı bu sadece, bize yazdıran da yazdırmayan da bu berbat siyaset dünyası, memleketin üzerine çökmüş bu karabasan iklimi değil mi?
Peşrevi kesip konuya gireyim. Herkesçe malum verilerden, muhalefetin biraz önde göründüğü ancak iktidarın da var gücüyle (ve her yol ile) asıldığı süreçte, epeydir kafamı tırmalayan bir husus, ne kadar görmek istemeseler de nihayet başka insanların da kafasını tırmalamaya başladı. Kurcalamak filan bu depresif zamanlarda keser mi hocam, durum biraz daha sıkıntılı.
Evet muhalefetin almasını bekliyoruz, iktidarın kaybetmesini demeli belki de. Aslında temenni üzerine sarılmış bir tahmin bu bizim bekleme işi. Ama ya olmazsa? Bunu kimse düşünmek bile istemiyor. Oysa olası… Tamam, belki ilk turda Erdoğan’ın alması çok düşük bir ihtimal gibi görünüyor ama bir şekilde ikinci tura kalırsa oradan dönebileceğini hepimiz biliyoruz. Hatta kimse o iki hafta yaşansın bile istemiyor.
İstemediğimiz nice şey gibi bunlar da olabilir. Beni asıl “heyecanlandıran” bu ihtimal üzerine konuşalım işte diyorum.
Seçimde kim kazanırsa kazansın iktidar zayıflarken muhalefet güçleniyor
Şimdi böyle deyince, bu hani saman tadında/besleyiciliğinde teselliler olur ya, ondan bir balya gibi gelmiştir. Ama değil, hele bir dinleyin.
Eğer seçimleri iktidar bir şekilde yeniden kazanırsa, ilk dönem ağır bir baskı dönemi olacağını öngörmek için büyük analist olmaya gerek yok. Hem seçim öncesi yaşadığı iktidarı kaybetme korkusu onları böyle bir baskıya yöneltecek (bu biraz reaksiyon babında) ve hem de ekonomideki çok ağır, depremle de katlanmış ve seçimle de şişmiş ve ötelenmiş durum, kendi çürümüşlüğüyle de birleşen bu durum, işte bunun getirdiği yönetme zorluğu, esas olarak ağır baskıyı zorunlu kılacak. Hatta sadece muhalif kesimlere karşı değil, kendi tabanına da.
Baskıya yöneleceği kesin görünse de bunu ne kadar gerçekleştirebileceği aslında, muhalefetin, toplumun ne kadar diri durabildiğiyle doğrudan alakalı. Evet, bir direnç, toplumun pasif direnci onu güçten düşürecek.
Toplumun, bunu yapabilecek güçlü bir potansiyeli olduğunu ve bu potansiyelin de öyle geçici ya da rastgele bir kabarış değil, köklü ve kararlı bir temeli olduğunu son on yıl hepimize gösterdi. Toplum pek de örgütlü olmadığı halde, mevcut siyasi partiler (hem ana akım hem diğerleri) ya da siyasi liderler (evet hala liderler önemli) öncülük etmediği, örgütlemediği halde halk büyük ölçüde kendiliğinden direndi. 2013’de Gezi’de, ’15’de 7 Haziran, 2017’de referandum, ’19’da yerel seçimlerde ve bugünkü seçim sürecinde bir yüzde elli (ne yaparlarsa yapsınlar ne oyun çevirirlerse çevirsinler dağıtamadılar) hep dimdik karşı durmasını bildi. Ve bu, iktidarı nihayet çok yavaş da olsa eritmeye ‘başladı’. İktidar var gücüyle bunu durdurmaya çalışıp, kısmen durdurabiliyor gibi görünse de.
2023'teki '46 seçimleri
Bunlar seçim günü, akşamı neler çevirecek diye muhalif herkes tedirgin. İçişleri Bakanı’nın polis ve jandarmayı bir şekilde sonuçların toplanması için kullanma niyeti ve yurtdışı oy kullanılırken ortaya çıkan, bazı pusulaların Erdoğan’ın altındaki mühür alanında bir nokta ile basılmış olarak sandıklarda yer alması şimdilik kayda geçenler. Her ikisi de asgari demokratik bir seçimde asla kabul edilmeyecek şeyler. Mesela pazar günü yine böyle noktalı pusulalar birkaç okulda bile olsa sandıklara gönderilirse, bu en azından ciddi bir huzursuzluğun ve gerilimin kaynağı olacaktır. Yani bu alçaklık, seçim sonrası yaşanacak tartışmalar bir yana, seçim ve sayım sırasında “sakin ve soğukkanlı olunması”nı, (sadece muhalif parti sözcüleri değil, bağımsız gözlemcilerin de ısrarla önemini vurguladığı “sakin ve soğukkanlı olunması”nı) sabote etmeyi hedefliyor demektir. Geçen seçimde, kimin uydurduğu belli olmayan “uçucu mürekkep” zırvalarıyla insanların nasıl tetiklendiğini görmüş ve bunu yapmışlar belli ki.
Bunlar ve benzeri şeylerle seçimlerin çalınmaya çalışılmasından korkuyor herkes ve kimse ‘yok böyle şeylere girişmezler’ diyemiyor. Yine de olmayacak, olamayacaktır diyelim.
Yani ara başlıkta ‘46 seçimlerinden bahsederken benzerliği başka yerden kuruyorum. Bugün, kolluğu seçime karıştırma, noktalı oy pusulaları vs. ile başlayıp, üstünü YSK’nın İstanbul seçimlerindekine benzer kararlarıyla tamamlamaları ihtimali pekâlâ o seçimleri çağrıştırır. Bir benzetmede aynı nicelik/düzey olmak zorunda değil zaten ama herhalde 2023’de açık oy gizli sayım fantezisini kimse düşlemez.
Daha da iflah olmayan cehape ve zihniyeti
Ben başka nedenle benzetiyorum ‘46 seçimlerine. Hani 23 yıllık güçlü CHP iktidarının gasp ettiği ama bir sonraki seçimde ağır bir yenilgi aldığı seçime. Hani sonrasındaki 77 yıl, yarım kalan istisnalar hariç bir daha iktidar yüzü görmediği ‘46 seçimleri.
Her ne kadar son 15 yıla kadar CHP’nin devletin asker-sivil örgütlenmesinde derin bir hakimiyeti üzerinden bir güce sahip olduğu söylense de halkın önemli bir kesiminde CHP ciddi bir karşıtlık, hatta nefret ile karşılık bulur oldu. Bu negatif duygu, çeşitli dozlarda da olsa belki halkın yarısına kadar yayıldı. Burada, elbette en az 77 yıllık, Demokrat Parti ile başlayıp bugün AKP’ye kadar bütün muarızlarının propagandalarını yok sayıyor değilim. Niye oldu, nasıl oldu bunları tartışmıyorum, sonuca işaret ediyorum. İşte 46 seçimleri derken asıl benzerlik çıkardığım şey burada.
Bu seçim sonucunda eğer iktidarın -hadi 46 seçimleri birçok AKP’liyi çok rahatsız etmiştir, bir kenara bırakalım- 2014 Ankara ya da Mart 2019 İstanbul seçimlerindeki gibi katakulli ile seçimi çaldığı simülasyonda işte AKP de AKP zihniyeti de aynı CHP gibi (ve tabii ki benzer şekilde, muarızlarının yaygın ve daha yıllar boyu sürecek propagandalarının da etkisiyle) nefret duygusuyla büyük bir karşıtlığa, benzer bir tecrite maruz kalacak. Elbette yok olmayacak, ANAP gibi filan dağılıp gitmeyecek ama işte CHP gibi bir azınlığa hapsolacak. Hem kendisi hem de zihniyeti.
Güzel günler görecek miyiz çocuklar?
Benim iyimserliğim AKP’nin akıbetinden değil elbette. Bana ne, ne halleri varsa görsünler. Ancak onun akıbeti dolaylı olarak hepimizin akıbetine etki ediyor. AKP’nin düşüşü yerel seçimler ile kesin olarak başlamışken, halkın direnişi (her iki kişiden birinin net bir şekilde karşı durması) artık belli sonuçları da ortaya çıkaracak kıvama gelmiştir diye düşünüyorum. Sadece düşünüyorum deyip bırakmak olmaz, bunlar sadece sezgiye dayalı ise kime ne, haklısınız. Toplumdaki karşı duruşun uzun yıllara dayanan kararlı hali ve bu direngenliğin bir şekilde sonucu olan birçok ufak ayrıntı ile ben bu kanaate vardım.
Küçük küçük pek çok ayrıntı, onun için bunlardan bu yazıda bahsetmiyorum. Bir tanesinden örnek olarak bahsedeyim mesela. Bu seçimde (evet TİP’in sesi çok duyuluyor, ne yapacak bilmiyoruz ama onun dışında) en az 9 sosyalist partiden (ikisi platform, federasyon olarak örgütlenmiş, parti değil) 10 ya da daha fazla vekil seçilmesi bekleniyor, YSP listelerinden. Daha önce de oluyordu ama bu sefer hem daha fazla sayıda ve muhtemelen birçoğu kendi partilerine geçecek ve görünür olacak. TİP gibi, bu partiler de bir sosyalist olarak beni bile heyecanlandırmıyor ama mevzu o değil. Bu bir hareketin, bir değişimin açık göstergesi. Yoksa onun dışında fazlaca bir şey ifade etmiyor. Ancak belki de iyi değerlendirilir, değişime dair bir işaret olmanın ötesinde değişimi getiren hareketin bir parçası haline de gelir, kim bilir.
Bize ne düşüyor peki?
Hep potansiyellerden bahsettim. Zaten halkın direngenliğinin ve sonuçlarının sınırlı olması, onun özne olamaması ile doğrudan ilgili. Öyle ya, işte bir oy verebiliriz, ha bir de sokak. Ki sokak her zaman pek kolay olmadığı gibi Gezi’den, hele ki 2015’ten bu yana kapatılmış durumda. Bir uçtan öbürüne, siyasetçiler, bize sadece bu iki şeyi öneriyor, sandık ve sokak. Başka? Yok.
Sokak kapalı olduğuna göre, bu seçim geçince bir sonrakini bekleyeceğiz, öyle mi? Oy vermekten biraz daha fazla özne olma imkânımız yok mudur? Halkın özne olmadığı durumda hiçbir kalıcı dönüşümden herhalde söz edilemez.
Bu yazıyı iktidarın seçimi (bir şekilde) alması ihtimali üzerine yazıyorum demiştim. Bu durumda da iktidarın ağır bir baskıya yöneleceğini de eklemiştim. O halde ne yapacağız.
1- Umutsuzluk yok. Asla yalnız değilsiniz. Unutmayın her iki kişiden biri sizinle birlikte. Düşünün, 40-45 milyon kişisiniz.
2- İki kişinin ikincisi sizin karşınızda değil. Yani kalan 40 milyon kişinin de aslında çoğunluğu sizin yanınızda. Siz de onların yanında olun. Karşınızda olan küçük bir azınlığın, azınlık olduğunu ama onların da düşman olmadığını unutmayın.
3- Ülkede bu kadar ama bütün dünyada milyarlarcayız, bu da aklımızda olsun.
4- Baskılar olabilir, türlü çeşitli hak ihlalleri gündeme gelebilir evet. Kendimizi ve çevremizi, birbirimizi sakınalım. Kavga etmeyelim ama asla boyun eğmeyelim. Böylece haklarımızı ve özgürlüklerimizi geri alabilmenin yolunu açarız.
5- Direnişimizi, benim önerim pasif olarak (bu onları deli ediyor), mizahı da kullanarak (ki yapıyoruz) ve süreklilik içinde çoğaltalım.
6- Dayanışalım, selamlaşalım, iletişelim.
7- Somut bir hedef olarak, ifade özgürlüğü hakkını bir mevzi haline getirelim. Kendimiz fiilen kullanarak ve savunarak. Bütün muhalefet partilerini bu mevzide yer almaya zorlayarak. İfade özgürlüğünün birçok hakkın anahtarı rolünü dikkate alırsak yakalanması gereken halka olduğunu görürüz. Herkesin bu hakkı için bir şekilde yapabileceği bir şey olduğunu düşünürsek, harekete geçebiliriz. Seçimden seçime oy atmayı beklemek yerine. Her iki kişiden biri bu yönde harekete geçse, muazzam bir kazanım ortaya çıkar.
İfade özgürlüğü, ilk akla geldiği gibi en aykırı düşünceleri söylemek değildir (bunu da içerse de.) Selamlaşmak mesela, derdini, neşeni, istediğini, istemediğini söylemek de.
Bir yerden başlayalım.