Selin Sayek Böke: "OHAL'in telaffuzu dahi kabul edilemez"

Ekonomik krizden "iktidarı" sorumlu tutan CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, bu buhrandan çıkış için tek yolun "derhal ve erken seçim" olduğunu söyledi. Selin Sayek Böke, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

Türk Lirası'nın Merkez Bankası'nın yılın son faiz kararını vereceği haftaya rekor düzeyde değer kaybıyla başlamasının ardından piyasaya doğrudan satım yönünde gelen dördüncü müdahale de sonuç vermedi. Müdahale öncesi 14,75 lirayı gören dolar, müdahale sonrası 14,35 bandında seyrediyor. İktidarın izlediği ekonomi politikası muhalefetin sert eleştirilerine neden oluyor. AKP iktidarda olduğu sürece ekonomik krizin daha da derinleşeceğini savunan muhalefet, ekonomistler gibi krizden çıkış reçetesi olarak erken seçimi gösteriyor.

DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke "Bu ağır ekonomik buhrandan çıkışın tek bir yol haritası var: O da derhal ve erken seçimdir" şeklinde konuştu. Selin Sayek Böke, yaşanan krizin tek sorumlusunun "iktidarın ta kendisi" olduğunu söyledi. 

DW Türkçe: Hükümetin 2022 bütçesini genişletecek ek bütçeyi TBMM'ye sunması bekleniyor. Sizce ek bütçe, krize çözüm mü?

Selin Sayek Böke: Bu bütçe o kadar kadük kalmış bir bütçe ki, basbayağı yeni bir bütçeye ihtiyaç var. 2022 için bütçede öngörülen ve üzerine dayandırılan döviz kuru 9 lira 27 kuruştu. Ve bu kapsamda öngörülmüş olan bütçenin toplamı 1 trilyon 750 milyar lira düzeyindeydi. Şimdi Türk Lirası'nda yüzde 30'un üzerinde bir değer kaybı olmuşken ek bir bütçenin değil yeni bir bütçenin, Türkiye'nin makro ekonomik gerçekleriyle uyumlu bir bütçenin, halkın yaşadığı ağır ekonomik buhranı giderecek bir bütçenin yeniden mecliste tartışılması gerektiği açık.

Ağır ekonomik buhranda OHAL uygulamasına gidilebileceği iddiaları ortaya atıldı. Bu iddia anayasaya dayandırıldı. Sizce bu mümkün mü?

Böyle bir şeyin telaffuz dahi edilmesi kabul edilemez. Herkesin çok dikkatli ve özenli konuşması gerekir. Bu ağır ekonomik buhrandan çıkışın tek bir yol haritası var: O da derhal ve erken seçimdir. Çünkü bu ekonomik buhranı yaratmış olan, bu iktidarın siyasi tercihleriyle kurulmuş olan düzendir. Bu düzenin değişmesi gerekiyor. Düzenin değişmesi için de iktidarın değişmesi gerekiyor. İktidarın değişebilmesi için de derhal seçim sandığının demokratik biçimde halkın önüne konması gerekiyor. Telaffuz edilmesi gereken gerçeklik budur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ekonomi yönetimi ve kamu bankaları yöneticileriyle buluştu. Krizden çıkış reçetesi bulabilecekler mi?

Bu iktidar var olduğu sürece ve bu iktidar ne yaparsa yapsın, ekonomik buhran derinleşerek sürecek. Ne yapacağına dair öngörü dahi oluşturulamayan bir iktidarın bu krizi aşması mümkün değil. Zaten krizin bu derece derin buhrana yol açmasına neden olan temel unsurlardan biri iktidarın keyfiliğe dayalı, şahıslara dayalı düzenidir. Keyfilik ve şahıslar, kuralların ve kurumların önüne geçince herhangi bir şey öngörmek mümkün olamıyor. Öyle bir noktadayız ki; iktidarın atacağı adımlara dair bir öngörü ve beklenti oluşturmak imkânsız. Ama şunu da söyleyeyim: Türkiye buna mahkum değil. Yani bu buhran bir kaderden veya bize dayatılmış bir şeyden yaşanmıyor. İktidarın siyasi tercihleriyle yaşanıyor. O tercihler değişirse, Türkiye'nin bu buhranı aşabilecek insan kaynağı da siyasi iradesi de var, mali kaynağı da var.

"DERTLERİ ALGI YÖNETİMİ"

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, kurlardaki dalgalanmayı 'dış güçlere' değil de 'içerdeki spekülatörlere' bağladı. Bir söylem değişikliği mi var hükümette?

Bakan Nebati'nin söylemleri iktidarın artık ekonomiye dair bir yönetim kaygısından ziyade algıyı yönetmeye odaklandığının somut bir örneği daha. Çünkü içeriye dair halkın yaşadığı sorunları giderecek somut ekonomi politikaları tartışmak yerine mütemadiyen yaşanıyor olan ekonomik ağır buhranın halka algısını yönetmeye odaklanmış vaziyetteler. Dertleri, algı yönetimi. Bir gün dış güçler sorumlu tutuluyor, bir gün 'spekülatörler' dedikleri grup sorumlu tutuluyor. Oysaki bu buhranın tek bir sorumlusu var. O da bu iktidarın ta kendisi. Biz bu krizi Türk Lirası'na dair güvenin ortadan kalkmış olmasından dolayı yaşıyoruz. O güven niye ortadan kalktı? İktidar, çok açık bir siyasi tercihle ekonominin ve halkın ihtiyaçlarıyla uyumlu ekonomi politikalarının uygulanmasının önünde bir engel oluşturduğu için. Yani 'ben bilirim, ben dedim' diyen anlayış nedeniyle. Bu da tek adam rejiminin doğası.

Cumhurbaşkanı Erdoğan halka sabır diliyor, Bakan Nebati "Bitersek hep beraber biteriz" söyleminde. Hükümetin düşük faiz-yüksek kura dayalı yeni ekonomi modelinin ve söyleminin halkta karşılığı oluyor mu sizce?

Biz halkın içindeyiz ve halkın yaşadığı gerçekliği görüyoruz. Halk, 8 milyon vatandaşının işsiz bırakıldığı bir karanlığı yaşıyor. "Bitersek hep beraber biteriz" diyen anlayış halkı bitirmiş vaziyette. Bu anlayış, kendini kurtarma derdinde olduğunu da bu söylemiyle bir kez daha ortaya koyuyor. Fakirden alıp, zengine veren bir anlayış. Halktan alıp, yandaşa veren bir anlayış. Yandaşla kendini ayakta tutan bir siyasi iktidar anlayışı. Bir diğer gerçeklik daha var. 2022'de asgari ücret 2 bin 825 liraydı. 3 bin 200 lira olmuş açlık sınırı. Vatandaş çalışırken yoksul, emekliyken yoksul. Bu gerçeklik halkın çok ağır bir buhran ve derin bir yoksulluk yaşadığına işaret ediyor. Acilen ve derhal bir seçimle, algı yöneten değil halkın sorunlarına çare olan bir iktidarı kurmamız gerekiyor.

Merkez Bankası son iki haftada piyasaya doğrudan satım yönünde dördüncü kez müdahale etti. Piyasaya bu süreçte 4 milyar dolar verildiği hesapları yapıldı. Rezervlerden mi geliyor bu para? Sizce kaynağı nedir?

Biz Merkez Bankası'nın 128 milyar dolarlık rezervinin nerede olduğu sorusunu gündemde tutuyoruz. Şimdi 128 milyar dolar ortada olmadığı gibi bugün baktığınızda Merkez Bankası'nın kendi bilançosundaki veri, bize net eksi 37,9 milyar dolarlık bir rezervimiz olduğunu gösteriyor. Yani bırakın orada rezerv olmasını esasen takasla, borçla, emanetle başkasının parası oraya konmuş vaziyette. Yani yapılıyorsa bir müdahale, bu müdahalenin başkasının parasıyla, emanet parayla yapıldığı çok aşikâr. Şunu da biliyoruz; geçmişte bu iktidar arka kapı politikaları uygulayarak, müdahale yaparak 128 milyar dolarımızı heba etmişti. Şimdi bizim olmayan rezervlerle bir kez daha arka kapı politikalarıyla, nerden yapıldığı belli olmayan, nasıl bu kaynağa erişildiği belli olmayan biçimde adım atıyorlar. Bunun kendisi de istikrarsızlık yaratıyor. Çünkü şeffaflığın olmadığı, kaynakların nerden geldiğine dair bilginin açık olmadığı, tabloların halkla paylaşılmadığı bir yerde atılan adımın güven yaratması mümkün değil. Dolayısıyla da esasen emanet parayı da şu anda heba ediyorlar. Bu da halkın omuzuna yüklenen yeni yükler anlamına geliyor.

Enflasyonun üç haneli rakamlara ulaşacağı endişelerini haklı buluyor musunuz?

Türkiye ekonomisinin gidişatı, enflasyonun daha artacağına işaret ediyor. Türk Lirası'ndaki değer kaybı otomatik olarak fiyatlara geçiyor. Çünkü Türkiye'de ne üretiliyor olursa olsun, ithal girdiye bağımlı. Merkez Bankası'nın kendi çalışmaları şunu gösteriyor: Yüzde 10'luk bir değer kaybı olduğu zaman bu 1,5 puanlık bir enflasyon yükü yaratıyor. Türk Lirası'ndaki değer kaybı hızlandığında, çok yüksek oranlara vardığı zamanda da bu geçişkenlik artıyor. Bunun 2,5 hatta 3 düzeyine ulaştığını gösteren çalışmalar var. Son üç buçuk ay içerisinde dolar/TL kuru 8,30'dan 14,5'e gelmiş vaziyette. 6 liralık bir değer kaybından bahsediyoruz. Bu değer kaybının kendisinin çok yüksek bir enflasyon geçişkenliği olacağı aşikâr. Türk Lirası'na güven yaratmadan bu enflasyon sorunun çözülmesi mümkün değil.

Söyleşi: Hilal Köylü

© Deutsche Welle Türkçe

 

Ekonomi Haberleri