NURAY KARAOĞLU*
Kadınların varoluş, hak ve eşitlik mücadelesi, yüzyıllara uzanan köklü, güçlü ve oldukça zorlu bir mücadele; tarihsel bir gerçeklik…
Bu varoluş aslında tüm toplumların üretime duyduğu gereksinimle tarihsel yaşıtlık içinde…
Mücadeleyi bugün de belirleyen şey yine toplumun üretim ilişkileri.
Martha Gimenez’den ilhamla ”üretim biçiminin, yeniden üretim biçimini de belirlediğini” düşünürsek; bu mücadeleden geriye, çok daha geriye gidilmesinin tarihsel bağlamını da kabul edebiliriz.
Cumhur İttifakı ile tarikat ve cemaatlerin şu son zamanlarda söylediklerine bakarsak arka planın onların tarihiyle ilgili olmadığını da kavrarız.
Yani süreç esasen, -iş ile ev- arasında ayrı alan haline gelmiş; erkekler kamusal hizmetlerin tedarikçisiyken, kadınların kamusal alandan silinmesi, evin koridorlarında kalması söz konusu...
Ancak kadınlar hiçbir zaman kamusal alandan tam anlamıyla koparılıp sadece ev içi emeğe indirgenemediler.
Kapitalizmin ucuz ve bol emeğe duyduğu ihtiyaç, kadınların evlerin dar sınırları dışında yaşamlarını idame ettirme istekleri kadar güçlüydü.
1900 yılında işgücündeki evli kadınların oranı sadece yüzde 5,6 iken, yüz yıl sonra çocuklu annelerin yüzde 56.1’i ve çocuk doğurma yaşındaki kadınların yüzde 70’i emek gücü içindeydi.
Bu büyük oransal değişim de tek başına kadınların gerçek anlamda özgürleştirmemişti; aksine kadınlara çifte yük yüklüyordu, kadınlardan bir de ev dışında çalışması istenir olmuştu.
Dahası kadınların önce “ev hanımı” olduğu şeklindeki yeryüzünün en genel geçer anlayışı yüzünden dışarıda ücret karşılığı çalışan kadınların kamusal ekonominin erkek dünyasında ödedikleri bedel; uzun çalışma saatleri, zorlu çalışma koşulları ve erkeklere oranla çok daha az olan ücretlerdi.
Sonuç olarak kadınlar “modern zamanlarda” da üretici bir rol üstleniyor olsa da bu durum kadınları erkeklerin eşiti yapmıyordu.
Günümüzde de kültürel normlar ile kadınların özgürlükleri ve yaşamlarını sürdürme biçimleri arasında rahatsız edici bir uyuşmazlık var.
İnanç, toplumsal yaşam ya da refah fark etmeksizin birçok coğrafyada kutsallaştırılan aile, öfke ve şiddetin üretildiği yer. Yani coğrafya, din, toplum fark etmeksizin kadınlara yönelik ayrımcılık, şiddet ve adaletsizlikte bir istikrar söz konusu.
Tarihsel olarak, kadınların adaletin öznesi olmaktan çıkarılmış olması ortak payda…
Patriyarkal zihniyet erkek egemenliğini kaybetmek istemiyor.
Toplumsal cinsiyet sorunu, tarihsel olarak eşitsiz güç ilişkileri, kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddeti, ayrı birçok coğrafyada ama aynı perspektifte bulabiliyoruz.
Örneğin İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik ayrımcılık, adaletsizlik ve erkek şiddetine dair eni konu bir metindi.
Kadına yönelik şiddetin tarihsel kökeninde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olduğunu ve şiddetin temelinin neyle ilişkili olduğunu gayet iyi tarif ediyordu.
Peki ne oldu?
Kadınları koruyan, kadın erkek eşitliğini, toplumsal cinsiyet sorununu hukuksal bir zemine oturtan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılmadı mı?
İstanbul Sözleşmesi gibi hukuksal bir mekanizmaya karşı yükselen sesin sadece Türkiye’yle sınırlı olmadığını Müslüman-Türk toplumuna özgü itirazlar olmadığını da gördük.
Hatırlayın, sözleşmeyi 40’tan fazla ülke imzaladı. 34 ülke onayladı ve halen bizim dışımızdaki ülkelerde yürürlükte. Ve yine hatırlayın bizimle birlikte nerdeyse eş zamanlı olarak, Polonya, Macaristan, Hırvatistan, Bulgaristan gibi ülkeler sözleşmeyi tartışmaya başladı.
Ortak politik noktaları olan iktidar etme biçimi, bize benzeyen ama inanç farklılığı olan ülkeler, “ Aileyi zayıflatılıyor” denip sözleşmenin öngördüğü kadın erkek eşitliğini hedef alıyordu.
Peki kadınlar neden hala baskı altında?
Erkeklerin kadınlara hükmetmeye “ihtiyaçları” var diye mi, kadınlara yönelik baskılar erkekler var olduğu sürece ortadan kalkmaz inancı mı?
Kadınlara yönelik baskıların sürmesindeki esas neden verili sistemin kadınların ev içinde ücretsiz çalışmasından yararlanması, “işçi neslini yetiştirme görevi” sanki.
Bu “özel görev” olduğu sürece kadınları maruz kaldıkları baskıdan tamamen kurtarmak zor olacaktır.
Kadınların işyerlerine ve kamusal alana girmeleri onlara ekonomik bağımsızlık, mücadele etmek için daha fazla güven vermiş olsa da onların nihai kurtuluşlarıyla sonuçlanmıyor; ancak bu özgüven ve bağımsızlık, başarılı kadın hareketi dalgasını açıklamakta önem taşıyor.
Aile ve onun zaman içinde aldığı biçimler genetik olarak değil toplumun değişen ilişkileri tarafından belirlenir; günümüzün dünyasında kadınların ikinci konuma itilmesinin hiçbir mazereti olamaz.
Kathleen Gough’un deyimiyle ile “ailenin geçmişi onun geleceğini sınırlamaz.”
İşte bu yüzden de “kadınların özgürleşme mücadelesi, kadınların kamusal yaşama toplumsal ve politik katılımlarını artırma mücadelesi, yaşamın dönüşümü ile ilişkilidir; mevcut aile yapısının kadınları bir köleye çeviren kafeslerin parmaklıklarını kırmak zorunludur.”
Bu topraklarda da cinsiyet eşitsizliği tarihsel bir gerçek. Bu gerçeklik eşitsizlikte kadınları bir adım daha ileri taşıyan tarih 5 Aralık 1934….
Tarihi kazanım olan seçme ve seçilme hakkı uzun yıllar alan bir mücadelenin önemli merhalesi. Bizim için kutlamaya değer. Bugün, bir yandan da süren eşitsizlikler, ayrımcılıkları görüp o alanlarda mücadeleyi sürdürmenin yeni bir ivme noktası…
Kadın Adayları Destekleme Derneği bu anlamda son derece önemli bir misyon taşıyor. 1997’den bu yana kadınların eşit katılımı ve eşit temsili için mücadele yürütüyor.
Kadınların siyasal temsildeki görünürlüğüne dair ciddi bir farkındalık yaratmış durumda, sayısız adaya omuz veriyor. Sayısız kadının bu alanda sesini duyuran çok önemli bir organizasyon kabiliyetine, siyasal temsilde önemli bir hafızaya sahip.
2024 yerel seçimleri yaklaşıyor, aday adayları belirleniyor, bu süreçte ne olacak? Erkek düzen günümüz iktidarıyla bu kadar girift, bu kadar hemhâlken, eşit temsili sağlamak için neler yapacağız? Ka.Der olarak bütün politikamız ve uygulamalarımız bu soruların en önemli tarafı.
Bizler, kadınlar başta olmak üzere, dezavantajlı tüm grupların adil ve eşitlikçi siyasal temsilini istiyoruz.
Fakat ne yazık ki, biz bunlarla ilgiliyken “ilgililer” kadınların siyasal temsili adına ya susmayı tercih ediyor ya da göze sürme çözümlerle süreci yürütüyor.
İtiraz ve farkındalık yükseldiğinde ise çoğu zaman yüzeysel bir tutumla “ağıza bir parmak bal çalınıyor.” Ama bu yaklaşımlar bir şey ifade etmiyor; çünkü çözüm yerine sürecin yöneltilmesi hedefleniyor.
Seçim dönemlerinde tanıklıklarımız, tecrübelerimiz var. Esas çözüm, politikayı eşitlikçi bir bilinçle dönüştürmek için eşit temsil ile eşitsizliği önleyebilecek politikalar üretmek ve bu politikaları hayata geçirmektir.
Evet, siyasal alanda eşit temsil mümkün…
Bunun yolları var, yasalar var; partilerin kendilerini bağladıkları hukukları var, uygulanan veya uygulanacağı vaat edilen politikalar var. Fakat bu konuda samimiyet ve kararlılık yoksa tüzükler de yasalar da hayatta değil, kağıtta kalan yazılı metinlerden ibaret oluyor.
Şu verilere bir bakalım:
* 1934’ten bu yana toplam 24 genel seçim yapılmış ve bu seçimlerde 11 bin 985 milletvekili seçilmiş; bu milletvekillerinin sadece 717’si kadın…
* 14 Mayıs seçim sonuçlarına göre, şu an Meclis'te görev yapan 600 milletvekilinin 119’u kadın.
* AKP’den 50 (yüzde 19), CHP’den 24 (yüzde 18), HEDEP’ten 27 (yüzde 47), İYİ Parti’den 5, (yüzde 11), MHP’den 4 (yüzde 8), Saadet Partisi’nden 2 (yüzde 10), DEVA’ dan 4 (yüzde 26), TİP’ten 1 (yüzde 25), DBP’den 1 (yüzde 50) ve Emek Partisi’nden 1 (yüzde 50) kadın milletvekili Meclis'te…
* Şu an 1392 belediye başkanının sadece 23’ü kadın…
* 2019 yerel seçim sonuçlarına göre aslında seçilen kadın belediye başkan sayısı 43’tü. Geçen süre zarfında kayyum atamaları sonucunda bu sayı 23’e düştü…
* 2019 yerel seçim sonucunda tüm belediye başkanları içinde kadın belediye başkanlarının oranı sadece ve sadece yüzde 1,58…
* Türkiye’de 30 bin 5 mahalle 18 bin 152 köy olmak üzere toplam 50 bin 157 muhtar bulunuyor. 2014- 2019 arasında 50 bini aşkın muhtar içinde sadece 685 olan kadın muhtar sayısının oransal değeri yüzde 1,30’du. 2019 seçimlerinde Ka.Der’in yoğun çalışmaları sonucunda sayı 1071’e yükseldi, daha sonra ara seçimlerde sayı 1134 oldu rakamsal oranı yüzde 2,14…
Tabloya bakıldığında, fazlasıyla iç karartıcı olmasının yanı sıra, kadının siyasal temsilindeki bu vahim tablonun kendisi de bir şiddet biçimi olarak politiktir.
Türkiye’de zorunlu bir anayasal ya da yasal cinsiyet kotası bulunmuyor. Şu anda TBMM’de grubu bulunan AKP ve MHP’de de kota uygulaması bulunmuyor. CHP’de parti tüzüğünde bu oran yüzde 33, HEDEP’te yüzde 50, İYİ Parti‘de yüzde 25 cinsiyet kotası kabul edilmiş durumda.
Peki, gelelim mühim soruya: Kadın temsili niçin artmıyor? Bu soruya verdiğimiz cevapların hepsi bu tarihsel geçmişi ölçeklendiriyor. Çünkü sorunun kökenine inmek yerine yüzeysel geçiştirmelerle gün kurtarılmaya çalışılıyor. Yine adet olduğu üzere “mış gibi” yapılıyor.
Sorunun kökeni, erkek politik ilgililerin her bir bireyinin zihniyetinde kök salmış durumda. Öncelikle bu karar alıcılarının hepsinin eril zihniyetten arınması ve toplumsal cinsiyet eşitliğini benimsemesi gerekiyor. Oysa bu yapılmıyor. Oysa eşitlik; kadınla erkeğin mutlak eşitliği, siyasal alanda da pekala mümkün…
Buradan da anlaşılacağı üzere; öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının siyasi erkek karar alıcılar tarafından benimsenmesi gerekiyor. Bunu yapmıyor olmaları, “eksik temsil” nedeninin başında geliyor.
Dolayısıyla, tam da bu noktada, temsildeki adaletsizliği meşrulaştıran her türlü söz ve davranışın da kadına yönelik şiddetin parçası olduğunu söylemek gerekiyor.
Son günlerin konusu olan “kadının beyanı esastır” ilkesinin tartışmaya açılması ve benzeri girişimlerden vazgeçilmesi gerekiyor.
Siyasi iklimden ve siyasi erkin şekillendirdiği kadın politikalarından etkilenen bütün bir siyasal alanın değişmesinden, eşitlenmesinden söz etmek gerekiyor. Çünkü bütün bunlar, eşitsiz temsilin erkek faillerinin suç ortaklığını pekiştirip, bu alanın kadına kapalı hale getirme cüretini artırırken, kadının siyasette “eksik temsilinin” tesadüf değil, politik olduğunu kanıtlıyor.
Sonuç olarak; mücadelemiz baskılanmış gibi görünse de erkek hegemonyası varlığını dayatsa da kazanan daima kadınlar olacak; tarihin seyir defterini yine kadınlar yazacak.
Başladığım temayla bitireyim; kadın mücadelesi haklı, köklü bir mücadeledir. Bu yüzden kadınlar siyasette eşit temsil dahil her mücadeleyi kazanacak.
Çünkü gelecek kadındır.
* (Nuray Karaoğlu: Kadın Adayları Destekleme Derneği Başkanı)