Bir basketbolcunun, basketbol oynamaktan daha fazlasını yapabileceği fikri günümüzde anormal değil. Fakat bu fikrin ilk temsilcisi Bill Russell, ardından gelen herkes için o devrimin meşalesini taşıyan bir kahraman. Dünya bu devasa öncüsünü 1 Ağustos 2022 günü kaybetti.
Sporcular benim için oldum olası gerçek hayatta kahramana en yakın kişiler olmuşlardır. İnsan anatomisinin sınırlarını zorlayışları, sürekli imkansız gibi görünen şeyleri başarmaları bana hep sıra dışı gelmiştir.
Bu konuda Bill Russell zamanının ötesine de uzanmayı başarmış bir ikon. Hatta ikon diyebileceğimiz ilk basketbolcu. Saha içinde veya dışında dokunduğu her şeyi daha iyi yapmış birisi Bill Russell. Şu an yazdığım bu yazı (eğer yayınlamayı tercih ettiğim olursa) bu konuda yazmayı denediğim 3. yazım. İlk yazım neredeyse tamamen alıntılardan oluşmuştu. Çünkü konu Bill Russell olunca o kadar büyük insanlardan o kadar güzel sözler var ki; seçmek neredeyse imkansız. İkinci yazımda ise kendi diyeceklerime öncelik vermeliyim derken yazı dilediğimden uzun oldu. 3. denememde hedefi tutturmakta kararlıyım.
BASKETBOLCU OLARAK BİLL RUSSELL
Gelmiş geçmiş en iyi denince kıyaslayabileceğimiz çokça isim var. Fakat konu en büyük kazanan olunca tek bir isimden bahsediyoruz: Bill Russell. 13 yıllık NBA kariyerinde elde ettiği 11 şampiyonluk Amerikan takım sporlarında yanına yaklaşanın çıkmadığı bir rekor. Kariyerinde kazan ya da evine dön dediğimiz play-off 7. maçlarını 10 kez oynamış olan Bill Russell, bu kader belirleyici maçların tamamından galip ayrıldı.
NBA’e 1956’da gelen Russell ve o dönemin diğer efsaneleri günümüzde mitolojik birer tanrı gibiler. Bu, çoğu zaman onları başka dönemlerle kıyaslamayı imkansız hale getirmiş ve onların aleyhinde olmuştur. Çünkü bu mitik karakterleri birinci elden deneyimlemedik ve onları inceleyebileceğimiz somut maç kasetleri pek yok. Onlara tanıklık edenlerin azlığı ve o dönem NBA’inin yarı profesyonel hali bazen o dönem başarılanların küçümsenmesine yol açıyor. ‘’LeBron’u 60’lar NBA’ine koyun 20 şampiyonluk alır’’ diyen birine mutlaka rastlamışsınızdır.
Bu şekilde bakarsak atletik olarak en iyi sporcu her zaman en yeni sporcu olacaktır. O takdirde de günümüzün devleri bundan 50 yıl sonra küçük görünecektir. Bu tabii ki hatalı bir bakış açısı. Her olgu veya kişi bulunduğu dönem ve o dönemin şartları ile değerlendirilmeli. Aslına bakarsanız Bill Russell’ın yüceliği de burada yatıyor. Çünkü Russell döneminin bütün titanlarını dize getirdi.
Russell, günümüz basketbolunda kişisel rekorlar arasında kırılması en zor gözüken rekorların sahibi, tarihin en dominant basketbolcusu olarak atfedilen Wilt Chamberlain ile aynı dönemin yıldızı. Bill Russell’dan bahsederken, Wilt Chamberlain’den bahsetmemek mümkün değil. Wilt’in kişisel olarak dominantlığı, fiziksel olarak NBA’de (belki günümüzde bile) eşi benzeri olmamasına rağmen Bill Russell’ı mağlup etmeye yetmedi.
Takım sporlarında galibiyetler veya mağlubiyetler tek bir oyuncuya yazılmamalı. Ancak Russell’ın belki de dönemindeki herkesi alt edişini kariyeri boyunca aldığı 5 MVP, yani sezonun en değerli oyuncusu ödülü ile açıklayabiliriz. O dönem, NBA’de bu ödülü kimin alacağına medya mensupları değil, NBA oyuncuları karar veriyordu. Yani, Russell’ın alt ettiği bütün rakipleri, Chamberlain’in bir maçta 100 sayı atması, sezonda 50 sayı, 28 ribaund gibi ortalamalarla oynamasına rağmen Bill Russell’ın oyuna kattığı değerin farkındaydı.
‘’İstatistikler hakkında konuşalım. Basketbolda önemli olarak görülen istatistikler: Attığın sayı, ribaund ve asistlerdir. Fakat kimse diğer önemli şeylerin istatistiğini tutmaz. Takım arkadaşının sayı atmasını sağlayan yaptığın o güzel fake, rakip takımı zorladığın kötü pas, takımının sayı atmasını sağlayan o ilk pas, eli sıcak takım arkadaşını fark edip, kendi şutun yerine ona hazırladığın şut. Bütün bunlar bizim başarılı olduğumuz ama sizin istatistik kağıdında görmediğiniz şeyler. Bizim için önemli olan tek bir istatistik vardı o da galibiyet veya mağlubiyet.’’Russell’ın 1969’da emekliliğini açıkladığı mektubundan yaptığım bu alıntı onun mirasını anlatır nitelikte.
Çoğu insan ’basketbolda mental güç’ denince Kobe Bryant’ı anımsar. Fakat Kobe’nin de itiraf ettiği gibi ’Mamba mentalitesi’nin ilham kaynağı Bill Russell’dı. ‘Savaş sanatını’ basketbola uyarlamada öncü olan Russell, nihai zafer uğruna kişisel rekabetleri umursamazdı. Kobe ile yaptığı bir konuşmada maçlar yakınken Wilt Chamberlain’i sıkı savunduğunu fakat maçı kopardıktan sonra Wilt’i rahat bırakıp, onun o devasa istatistikleri yapmasına göz yumduğunu itiraf etmişti. Böylece Russell nihai zafere ulaşırken, ondan fiziksel olarak çok daha dominant olan rakibini kontrol altında tutuyor, bir nevi uyutuyordu.
AKTİVİST OLARAK BİLL RUSSELL
Kobe’nin mamba mentalitesinin önemli bir kısmı ona karşı duyulan negatif hisleri kötü ve yıldırıcı olarak görmektense herkese haddini bildirmek için kullanabileceği bir motivasyon kaynağı olarak görmektir diyebiliriz. Eğer bir sporcuya karşı duyulan negatif hislerden bahsedeceksek de 60’ların Amerika Birleşik Devletlerinde bütün rekorları altüst eden meşhur siyahi basketbolcusundan daha iyi bir nefret paratoneri bulamayız.
Russell hayatı boyunca zaten yaşadığı dönemde sadece teninin renginden ötürü çoğu insanın nefretini toplayabilecek birisiydi. Bunun üzerine bir de başarılı ve alanında bir öncü olunca ne yazık ki, döneminin şartları ona hiç iyi davranmadı.
Boston’da kariyeri boyunca deplasmana gittiğinde evi çoğu zaman vandalizme uğrar, evinin duvarlarına ırkçı ifadeler yazılırdı. Hatta bir kere evine girenler Bill Russell’ın yatağının içine bile pislemişlerdi. Hayatının hiçbir noktasında bu nefrete boyun eğmeyen Russell, hiçbir zaman da bu nefrete, nefret ile karşılık vermedi. Ona cahilce yaklaşanların sandığı o öfkeli, şiddetli adam basmakalıbına asla girmedi.
1961’de Boston Celtics’le Kentcuky’e bir gösteri maçı için gittiklerinde takımdaki zenci oyunculara kafeler kahve servisi yapmayınca diğer oyuncularında katılacağı bir boykot düzenledi ve maça çıkmadı.
1963’te döneminin önemli zenci aktivisti Medgar Evers Mississippi’de suikaste kurban gidince, Russell Missippi’nin yolunu tuttu. Siyahiler ve beyazların hala ayrı olduğu bir kentte belki de karma olan ilk şeyi kurdu: Bir basketbol kampı. Bu girişiminden ötürü Ku Klux Klan’dan ölüm tehditleri alan Russell görevinden geri adım atmadı ve ateşe ateşle karşılık vermedi. Çözümün eğitim ve adalet olduğunu bilen Russell bu sebeptendir ki Martin Luther King Jr. ile birlikte Washington yürüyüşüne en önden katıldı. ‘’I have a dream’’ konuşması olarak tarihe kazınan o günde Bill Russell da meydandaydı.
1967’de Amerikan takım sporları tarihindeki ilk zenci koç olarak devrimlerine bir yenisini ekledi. Bu sırada Boston Celtics’in hem oyuncusu hem de koçuydu. Aynı yıl içerisinde Muhammed Ali Vietnam’a gitmeyi reddettiğinden ötürü hükümet tarafından boks ünvanları elinden alınmıştı. Siyahi sporcuların Ali ile bir araya geldiği Cleveland zirvesinin en önemli isimlerinden birisi olan Bill Russell, zirveye kendi ismiyle kimseyi ikna etmeye değil, sadece dinlemeye gelmişti. Günün sonunda oradaki herkes Ali’nin dini inançları konusundaki samimiyetine inandı ve bu konuda özgür olması gerektiğine kanaat getirdi. Bu zirvede Russell’ın sakin ve uzlaşmacı tavrının en ilham verdiği isimlerden birisi, o sırada daha 20 yaşında olan o dönem Lewis Alcindor adıyla bilinen Kareem Abdul-Jabbar’dı.
Russell şanlı kariyerini sonlandırdıktan sonra 1975’te basketbol şöhretler müzesine seçilen ilk zenci oyuncu olacaktı. Fakat o bunu reddetti. Gerekçesi bu müzeye girecek ilk zenci oyuncunun kendisi değil, 1950’de NBA’e seçilen ilk zenci oyuncu olan Chuck Cooper olması gerektiğiydi. Bill Russell, bu onuru ancak Cooper 2019’da şöhretler müzesine dahil edildikten sonra 2020 yılında kabul etti.
Russell doğruları için her şeyi riske atmaya her zaman hazırdı. Mücadelesinin meyveleri ve değeri hemen gelmiş olmasa da artık gururla hatırlanıyor. 2011’de Barack Obama tarafından bir sivilin alabileceği en büyük madalya olan Başkanlık Özgürlük Madalyası’nı almaya layık görülmesi bunun en büyük kanıtı.
Kariyeri boyunca kazananın her şeyi alacağı 21 maça çıkıp bunların 21’ini de kazandı. Bu maçlarda var olan 495 dakikanın 488’ini oynadı. Saha içinde ve dışında asla varını yoğunu ortaya koymaktan çekinmedi, sonuna kadar mücadele etti.
Daha iyisini yapabilir miydi sorusu sporcular için sıklıkla sorulan bir sorudur ve çoğu zaman cevabı belli değildir. Ne de olsa birinin potansiyelini ölçmekten bahsediyoruz. Fakat Bill Russell’a baktığımızda bu sorunun cevabı net bir ‘’hayır’. Hayatının her alanında sonuna kadar mücadele etti ve geride hiçbir şey bırakmadı. Basketbolu domine etmedi ama fethetti. Huzur içinde uyu yüzüklerin efendisi.