Utku Can Akyol
İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin verdiği, İstanbul CHP İl Örgütü yönetiminin görevden uzaklaştırılmasına ilişkin karar ve ardından yaşanan sürecin siyasi tarihimizi muhtemel bir yeni döneme taşıdığından söz etmek yanlış olmaz: "Seçimsiz Türkiye". Belki de süreç, cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlamıştı. Bunu önümüzdeki süreç gösterecek.
Verilen bu “hukuken verilemeyecek” kararın uygulamaya konma hızı, önümüzdeki muhtemel sürecin ne hızda gerçekleşeceğinin de bir göstergesi. Oldukça karmaşık bu kararlar silsilesini hukuki yönden değerlendirmeye çalışalım.
Gerçekten, 2080 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun siyasi partilerin genel merkez, il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin seçimlerini hüküm altına alan 21. maddesine göre “Seçimin devamı sırasında yapılan işlemler ile tutanakların düzenlenmesinden itibaren iki gün içinde seçim sonuçlarına yapılacak itirazlar hakim tarafından aynı gün incelenir ve kesin olarak karara bağlanır.” Yani bir il kongresi "iki yıl sonra" denetlenemez. Yine, birtakım düşüncelerin aksine kanunun 121. maddesine göre medeni kanun ve Dernekler Kanunu’nun “Siyasi Partiler Kanunu ile çelişmeyen hükümleri” partiler hakkında uygulanır. Öyleyse il kongrelerinde de "seçim yargısı" görevlidir.
İlginç bir detay daha olarak, asliye hukuk mahkemesinin verdiği kararda Gürsel Tekin’in “geçici il başkanı” olacağına ya da – şimdiden yarısı dağılan – kurula başkanlık edeceğine dair bir hüküm yok, “geçici kurulun yetkileri kurul halinde kullanacağına” hükmedilmiş görünüyor. Diğer yandan, asliye hukuk mahkemesinin verdiği bir tedbir kararının valilik ve kolluk kuvveti eliyle “kendiliğinden” uygulanması da mümkün değil, Hukuk Muhakemeleri Kanunun 393. maddesine göre, davacının talebi üzerine icra müdürlüğü tarafından “gerekirse zor kullanılarak” uygulanabilir. Bu yönde bir başvuru yapıldığı biliniyor, ancak İçişleri Bakanlığı ve valilik, icra müdürlüğünün yetkisini aceleyle üstlenmiş görünüyor.
Cuma günü Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği kararın içerdiği çelişkiye de değinmekte fayda var. İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, kararının 4. maddesinde CHP İstanbul İl Örgütünce yapılacak ilçe kongreleri ve il kongresi seçim çalışmalarının da tedbiren durdurulmasına karar vermişti. YSK, ilçe seçim kurullarının bu karara dayanarak Sarıyer, Ataşehir, Kartal, Bakırköy, Başakşehir ve Esenyurt “olağan” ilçe kongrelerini durdurmasının hukuksuz olduğuna karar verdi. Yani "adli yargı kararı, seçim yargısını bağlamaz" dedi, ki bu doğruydu da. YSK bugün aldığı kararla da “olağanüstü il kongresinin” yapılabileceğini hükmetti.
Ancak bunla çelişkili biçimde CHP İstanbul İl Örgütü’ne – bir anlamda – kayyum atayan karara itirazı reddetti. Çünkü bu "seçim yargısının" yani doğrudan il ya da ilçe seçim kurulunun verdiği bir karar değil, adli yargının verdiği karardı. Ret kararında görünür “teknik” neden, asliye hukuk mahkemesinin verdiği kararı kaldırma yetkisinin bir üst dereceli mahkeme olan istinaf mahkemesinin görevi olması.
Ancak bu, Anayasa Mahkemesi'nin 22/02/2024 tarihinde verdiği “Şerafettin Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesinin zaten yok hükmünde olduğu, bu yüzden de karar verilmesine yer olmadığı” kararındakine benzer bir yol açıyor. Kuyuya atılan taşın mevcut hukuk tekniğiyle çıkarılmasını beklemek oldukça zor, Anayasa Mahkemesi üyelerinin Atalay’ı cezaevinden bizzat tahliye etmelerinin beklenemeyeceği gibi.
Listenin başında “Kemal Kılıçdaroğlu” yazması olası
Bu sırada İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesinin bu ara kararının kendisine gönderilmesini talep eden Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi de benzer bir karar vereceğe benziyor. Kurulun belirlenmesinde görünen kriter “o makamda eskiden bulunan (iktidarın politik hedefine uygun) kimseler” olarak göründüğüne göre bu kez, listenin başında “Kemal Kılıçdaroğlu” yazması olası.
Yapılacak yeni, “olağanüstü” kongrenin, “hukuki bir çözüm” olabileceği düşüncesi bugünkü YSK kararıyla daha umut verici görünse de bu konuda emin olmak zor. İpin ucu çoktan kaçtığı için Ankara mahkemesi, elindeki davada kolaylıkla “olağanüstü kongre” talep eden delegelerin görevlerine tedbiren son vermeyi deneyip, süreci uzatmayı hedefleyebilir. YSK’nın hukuku uygulamak konusunda iktidara direnerek, CHP yönetiminin ilgasına müsaade etmemesini beklemek de oldukça güç.
Bu aşamadan sonra süreci hukukun değil, siyasetin belirleyeceği ortada. Artık üzerinde ısrarla durulmadığı için elle tutulur sonuçlar vermeyen “genel boykot” ve sönümlenen Saraçhane mitinglerini eleştirecek vakit kalmamışa benziyor.
Yine gelinen bu sürecin sonucunda herhangi bir konuda “barış” çıkmasını beklemek de akıl kârı görünmüyor. Hatta buna inanmak, CHP’nin AKP’nin yardımıyla “kurtarılacağı” absürt düşüncesinden farksız.
İktidarın yerel seçimlerin ardından herhangi bir seçim kaybetmemeye hatta “başkaca seçime de girmemeye” karar verdiği açık. Zaten benzer örneklerde de görüldüğü üzere, otokrasilerde seçimlerin “resmen” ilga edilmesi gibi bir çözüme gidilmesine gerek de yok. İktidarın “kendi rakibini kendi ataması”, şimdilik yeterli görünüyor.