Kısa Dalga - Diyarbakır’da 2020-2025 yılları arasında en az 7 bin 193 hektar tarım, mera ve orman alanı petrol arama faaliyetleri nedeniyle tahrip edildi.
Bu veri, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 'EÇED Duyurular' sitesinde, Diyarbakır’daki petrol arama ve petrol doğalgaz arama projelerine verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararları taranarak elde edildi.
1 Temmuz 2020 - 1 Temmuz 2025 tarihleri arasında petrol arama faaliyeti yürütülen söz konusu alan, 10 bin 76 futbol sahasına denk geliyor. İlçeler bazında en büyük kaybı 3 bin 452 hektarla Sur ve 1.667 hektarla Bismil yaşadı.
Resmi Gazete’de ‘Büyük Ova Koruma Alanı’ ilan edilen, yani tarımsal SİT alanı olması nedeniyle çivi dahi çakılamayacak Bismil ve Ergani ilçelerinde, 1. sınıf tarım arazilerinde ve önemli doğa alanı (ÖDA) kapsamındaki Çermik ilçesinde olmak üzere Diyarbakır’ın hemen hemen tüm ilçelerinde petrol arama ve çıkarma faaliyetleri yürütülüyor.
Söz konusu faaliyetler, Diyarbakır Valiliği tarafından ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) gerekli değildir kararlarıyla, çevresel etkiye dair yeterli tespitler yapılmaksızın gerçekleştiriliyor.
Bu kararlara karşı Diyarbakır Barosu ve Ekoloji Derneği tarafından; çevresel etki ve değerlendirmelerin ulusal ve uluslararası mevzuat çerçevesinde yerine getirilmediği gerekçesiyle açılan iptal davaları devam ediyor.
Petrol faaliyetlerine başlanmadan önce DSİ ve Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan, ÇED yönetmeliği gereği görüş istendiğinde; ‘petrol faaliyetinin gerçekleştirileceği alanın 1. sınıf tarım arazisi olduğu ve yakın mesafelerde su kaynaklarının bulunduğu’ belirtilerek, alternatif alanların değerlendirilmesi gerektiği cevabı veriliyor. Ancak istenen görüş dikkate alınmadan belirlenen sahalarda petrol arama çalışması başlatılıyor.
Kamu enerji arama ve üretim şirketi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Diyarbakır havzasında petrol ve doğalgaz kaynaklarının tespiti ve çıkarılması için ABD'li Continental Resources ile halihazırda Türkiye'de faaliyet gösteren TransAtlantic Petroleum şirketiyle 17 Mart tarihinde ortak girişim anlaşması imzaladı.
Anlaşmaya göre üç şirket, Diyarbakır havzasında konvansiyonel olmayan petrol ve doğalgaz kaynaklarını geliştirecek.
Diyarbakır Havzası'nda 6,1 milyar varillik kaya rezervi olduğu tahmin ediliyor
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Gabar’da gazetecilere yaptığı açıklamada, ABD'li petrol üreticisi Continental Resources'ın Diyarbakır Havzası'nda 6,1 milyar varillik kaya petrolü rezervi olduğunu tahmin ettiğini söyledi.
Reuters, 21 Mayıs tarihli haberinde, Continental Resources’ın yorum talebine yanıt vermediğini yazdı.
Bayraktar, ağustos ayında katıldığı canlı yayında yaptığı açıklamada ise bu rezervin 420 milyar dolar değerinde olduğunu belirtti.
Özellikle su kaynaklarının korunması gerektiğine dikkati çeken Diyarbakır Barosu, zaten sınırlı olan tatlı su kaynaklarının kullanılamaz hale getirilmesini ‘doğrudan yaşam hakkına yönelik bir saldırı’ olarak değerlendiriyor.
Baro, petrol arama faaliyetlerine doğrudan karşı çıkmamakla birlikte, bu süreçlerin ‘ÇED gerekli değildir’ kararlarıyla değil, gerçek anlamda çevresel etki değerlendirmesiyle yürütülmesi gerektiğini savunuyor.
‘Birçok ilin gıda ihtiyacını karşılayacak büyüklükte bir alan…’
Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan, 25 hektarın altındaki sahalar için ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verildiğini belirterek, bu sahalar için özel firmaların hazırladığı raporların yüzeysel ve petrol şirketlerinin lehine hazırlandığını söylüyor:
“25 hektarın altındaki sahalar için hazırlanan raporlar yüzeysel oluyor. Bu raporlar hazırlanırken daha az kurum izni gerekiyor ve daha az mühendislik değerlendirmesi yapılıyor. Halkın görüşü alınmıyor, atadan kalma tarım arazileri elinden alınan insanlar mülksüzleştiriliyor. ÇED raporları ve ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararlarında maalesef şirketlerin çıkarı gözetiliyor. Bu raporları, parasını verdiğiniz lisanslı özel şirketler hazırlıyor. Bu şirketlerin gerçek anlamda çevresel etki değerlendirmesi yapması, hakkaniyetli inceleme yapması mümkün değil. Yürütülen bu süreç yanlış. Son 5 yılda 7 bin küsur hektar tarım arazisinin bu yolla kullanıma açılmış olması korkunç bir rakam. Belki de birçok ilin tarım-gıda ihtiyacını karşılayabilecek bir alandan söz ediyoruz.”
‘Zehirli sıvılar toprağa atılıyor’
Petrolün kendisi ağır bir kimyasal madde olmakla beraber, aranması ve çıkarılması esnasında da tehlikeli kimyasallar kullanılıyor. Yer altında patlatma yöntemiyle yapılan petrol arama faaliyetlerinde kullanılan kimyasalların yer altı su kaynaklarına ve bölge halkının su kuyularına karışma riski bulunuyor.
Örneğin Diyarbakır'ın Hazro İlçesi İncekavak, Kırıkkaşık, Varınca köyleri ile Silvan İlçesi Kumluk Köyü sınırları içinde, 29 Mart 2024 tarihinde petrol boru hattından yüksek miktarda sızıntı oldu.
Diyarbakır Barosu, TMMOB Diyarbakır İKK, Ekoloji Derneği ve Diyarbakır Tabipler Odası tarafından oluşturulan heyet, 4 Nisan 2024 tarihinde olay yerinde ve sızıntıdan etkilenen köylerde inceleme yaptı. İncelemede petrolün yer altı su kuyularına, dere yatağındaki tarım arazilerine, hayvanların otladığı ve su içtiği çayırlara karıştığı, bu köylerden geçen Uzun Çay ile Başlar Barajının tamamen petrole bulandığı, halk sağlığının büyük tehlike altında olduğu ve 29 Mart’tan bir hafta geçmesine rağmen sağlıklı analiz ve temizleme çalışmalarının yapılmadığı tespit edildi.
23 Şubat 2024 tarihinde ise Silvan İlçesi Duru Mahallesi’nde Duru-1 petrol kuyusunda patlama meydana geldi; bir kişi hayatını kaybetti, bir kişi ağır yaralandı.
Peki, petrolün yer altı su kaynaklarına karışması ne anlama geliyor? İnan şöyle yanıtlıyor:
“Petrol arama ve çıkarma yapılan alanlarda ya vatandaşların su kuyuları ya da doğal su kaynakları var. Yeraltından petrol ile birlikte çıkarılan zehirli sıvıların geri aynı yere enjekte edilmesi gerekirken, maalesef toprak kazılıyor ve bu zehirli sıvılar toprağa atılıyor. Bu zehirli sıvılar, topraktan yer altı su akiferlerine karışarak suları zehirliyor. Petrolün çıktığı aşama derin olduğu için, petrol ile birlikte çıkan zehirli sıvıları geri enjeksiyonla aşağıya enjekte etmek masraflı. Şirketler bu masraftan kaçınmak için böyle yöntemlere başvuruyor. ÇED süreci çevresel etki değerlendirmeden çok şirketlerin karına odaklandığı için bu tür durumlar artıyor.”
Arama yapılan topraklarda tarım mümkün mü?
Bir diğer soru da, petrol arama ve çıkarma faaliyetleri sonrası aynı toprakta tekrar tarımsal faaliyetlerin yapılıp yapılamayacağı.
Çevre Mühendisi Resul Almastaş, petrol arama çalışmaları sonucunda rezerv bulunmaması halinde, uygun yöntemlerle kuyuların kapatılması, yüzey düzenlemesi, çevresel kontrol analizlerinin yapılması ve gerekli lokal temizlik işlemlerinin ardından aynı toprakta tarımsal faaliyetlerin yapılabileceğini söylüyor. Ancak rezerv çıkarılan alanlarda durumun farklı olduğunu vurgulayan Almastaş, şunları belirtti:
“Petrol arama ve üretim çalışmaları sırasında sondaj çamurları, kimyasal katkılar, yakıt sızıntıları ve yağ kalıntıları toprağa ve yeraltı suyuna karışabilmektedir. Bu nedenle üretim sahası kapatıldığında öncelikle detaylı çevresel analizler yapılması gerekmektedir. İşletmeci firma, ilgili mevzuat çerçevesinde bir Saha Rehabilitasyon Planı hazırlamak ve uygulamakla yükümlüdür. Türkiye’de bu süreç, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği ile Maden ve Petrol Kanunu kapsamında yürütülmektedir. Üretim sona erdiğinde kuyu, güvenlik ve çevresel riskleri ortadan kaldıracak şekilde resmi olarak kapatılmalıdır. Bu işlem, kuyu içinin çimento ile doldurulması, akışkanların yüzeye çıkmasının engellenmesi ve kuyu ağzının kalıcı olarak izole edilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Ardından yüzey temizliği ve saha düzenlemesi yapılarak çevresel rehabilitasyon başlatılır. Rehabilitasyon tamamlanmadan ve ilgili bakanlıklardan gerekli onaylar alınmadan sahaların doğrudan tarıma açılması uygun değildir. Ancak çevresel temizlik ve resmi denetim süreçleri tamamlandıktan sonra sahaların tarımsal kullanıma uygunluğu değerlendirilebilir ve birçok durumda yeniden tarıma kazandırılması sağlanabilir.
Atbaşı tipi pompaların kullanıldığı üretim noktalarında ise genellikle hidrokarbon kalıntıları ve petrol sızıntıları daha yoğun şekilde görülmektedir. Bu alanların tarıma kazandırılabilmesi için biyoremediasyon, toprak yıkama veya kimyasal arıtma yöntemleri uygulanarak kirliliğin giderilmesi gerekir. Uygun yöntemlerle temizlenen sahalar uzun vadede tarımsal faaliyetlere elverişli hale getirilebilir.”
'Toprağın yaşam hakkı gözetilmiyor'
Almastaş, ayrıca denetim mekanizmasının yeterince işlemediğini, bu nedenle şirketlerin çoğu zaman yönetmelikleri uygulamaktan kaçındığını ve ilgili prosedürleri yerine getirmediğini de dile getirdi.
Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Ahmet İnan da teorik olarak bu alanlarda yeniden tarımsal faaliyetlerin yapılabileceğini ancak pratikte mümkün olmadığını belirterek, arazilerin betona çevrildiği için bölgedeki tarımsal faaliyetlerin yeniden gerçekleşmesinin zor olduğunu ifade etti.
Şirketlerin bu arazileri 40-50 yıl süreyle kiraladığını belirten İnan, “Maalesef toprağın yaşam hakkı gözetilmediği için facia yaşanıyor. 40-50 yıl bu kirliliğe maruz kalan toprakta tekrar tarım yapılması mümkün değil. Çünkü aynı zamanda mülksüzleştirilen insan var. Tarımla geçinen, zanaatini tarımdan sağlayan insanlar oradan uzaklaştırılıyor. Bir daha kim orada tarım yapacak?” ifadelerini kullandı.
‘Tarım ve su kaynaklarına alternatif alanlarda arama yapılmalı’
İnan, petrol arama ve çıkarma faaliyetlerine karşı olmadıklarını ancak tarım alanlarına alternatif konumlarda planlama yapılması gerektiğini vurguluyor. Su varlıklarından uzak, tarım toprağı olmayan, insanları mülksüzleştirmeyen alanlarda; gerçekten bilimsel, tarafsız bir ÇED değerlendirmesi yapılması gerektiğini belirtiyor:
“Suyu, havayı, yaşamı yok ederek yapılacak her türlü faaliyetin karşısındayız. Su olmadıktan sonra, sağlıklı gıda olmadıktan sonra petrolü ne yapacağız? Bir petrol sondajında tonlarca su kullanılıyor. Bu suyu böyle kullanmaya devam edersek, bir süre sonra petrol çıkarma faaliyetleri için suyu nereden bulacağız?”
Petrol ülke enerjisine gerçekten katkı sağlıyor mu?
Diyarbakır Havzası’nda 6 milyar varil petrol rezervi bulunduğunu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’a göre bu rezervin değerinin 420 milyar dolar olduğunu hatırlatalım. Peki, bu faaliyetlerden çıkarılan petrol ülke enerjisine gerçekten katkı sağlıyor mu?
İnan, ülkenin her tarafında petrol arama ve çıkarma faaliyetleri olduğunu, ancak birim fiyatına çok pahalı petrol kullandığımızı ifade etti:
“Gerçekten çıkan petrol toplumun ihtiyacı ve refahı için mi, yoksa bazı kişi ve şirketlerin karı için mi? Şirketler ve şahıslar zenginleştikçe toplum zenginleşiyor mu, yoksa tam tersine fakirleşiyor mu? Bugün en çok petrol çıkarılan Batman’da yoksulluk, fuhuş, uyuşturucu oranları Türkiye’de en yükseklerden biri. Batman’da çok zengin bir kesim oluştu. Ancak halk fakirleşti. Bu durum, şirketler ile şahısların zenginleşmesiyle doğru orantılı. Makas giderek açılıyor. Dünyadaki en fakir toplumlar, yeraltına en çok saldırı olan toplumlar. Topluma ait tarım arazileri, küçük çiftçilerin geçimini sağladığı alanlar, kamulaştırılıp özel şirketlere, hatta yabancı şirketlere veriliyor.”
‘Halkın lehine bilirkişi raporları, yok sayılıyor’
Yargıya taşınan davalarda lehlerine gelen bilirkişi raporlarının yok sayıldığını, bilirkişi heyetlerinin değiştirildiğini ve mevzuattan habersiz uzmanların görevlendirildiğini ileri süren İnan, şunları söyledi:
“Petrol Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nden haberi olmayan bilirkişiler var. Re enjeksiyon yönteminden haberi olmayanlar var. Ne hidrolojik ne ziraat ne insan sağlığı açısından hakkaniyetli değerlendirmeler yapamıyorlar. Baro olarak birçok bilirkişi hakkında suç duyurusunda bulunduk. Halkın lehine gelen bilirkişi raporlarının yok sayıldığını gördük. Kendi kararlarına esas olacak bilirkişi heyetlerinin oluşturulduğunu ve buna göre raporların alındığını gördük. Hatta bu heyet değişimine rağmen, ‘Bunlar su havzalarına zarar verecek, çevresel etki yapılmamış, hidrolojik etüt yapılmamış, bu ÇED raporu revize edilsin’ diyen bilirkişilerin, bilimsel raporlarının bile yok sayılarak karar verildiğini gördük. Bir skandaldır bu, hukuki bir gaflettir.”