FİLİZ GAZİ
Kısa Dalga - İstanbul'da, 112 Acil Servisi ile ortak hareket ederek, bebek hastaları anlaşmalı oldukları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine gönderip, kazanç elde eden ve 12 bebeğin ölümüne neden olan bir çetenin olduğu ortaya çıktı.
Bu çeteye dahil 22'si tutuklu, 47 şüpheli hakkında, geçen hafta Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame tamamlandı.
494 sayfalık iddianamede, çete üyelerinin, Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan (SGK) fazla para kazanabilmek için bebek hastaların yatış süresini uzattığı, bazılarının sağlık durumunu kasıtlı şekilde daha kötü gösterdiği, kimi hasta yakınlarından para aldığı ve kazanılan paranın sağlık çalışanı olan çete üyeleriyle paylaşıldığı iddia ediliyor.
İddianamede yer alan bilgilere göre bebekler, bu çete yüzünden uygun sağlık hizmeti alacakları hastanelere değil, 112 Acil Servisi ile ortak çalışan şüphelilerin seçtiği ve çete adına kârlı görünen hastanelere gönderildi.
"Bebeklerden sorumlu olan Doğukan Taşcı'ydı"
İddianameye göre şüpheli doktor Fırat Sarı'nın kurduğu ve kendi dahil 47 kişinin yer aldığı yapıda kendi firması olan Medisense Sağlık Hizmetleri Şirketi'nin bir çalışanı olan doktor İlker Gönen ile hareket ediyordu.
Çeteyle ilgili haberlerin basına yansımasından sonra, çok sayıda kişi bahsi geçen kişilerle yaşadıklarını sosyal medya hesaplarından paylaşmaya başladı. Ayrıca çok sayıda gazeteciye ihbarlar gelmeye başladı.
O isimlerden biri olan tarihçi Kutse Altın Şimşek, 21 Haziran 2023'te Beylikdüzü'ndeki Özel Birinci Hastanesi'nde doğum yaptı. Özel Birinci Hastanesi'nde çalışan çete üyelerinden hemşire Hakan Doğukan Taşçı ve çetede söz sahibi olduğu iddia edilen doktor Fırat Sarı'yla karşılaşması da bu dönemde oldu.
Şimşek'in bebeği 21 gün yoğun bakım ünitesinde kaldı. Bu süre zarfında birçok kez hemşire Hakan Doğukan Taşçı'yla iletişim kurduğunu söyleyen Şimşek, bu iki isimle olan iletişimini şu sözlerle anlattı:
"İçeriye hakim olan Doğukan'dı. Üniteye 'anne girsin, baba girsin' diyen de oydu. Oranın sorumlusu gibi gözüken kesinlikle Doğukan'dı. Soruları geçiştirerek yanıt verirdi. Kibirli tavırları vardı. 'Doktor' Fırat Sarı'yı hep Doğukan'ın yanında gördüm. Doğukan yanında asistan doktor gibi dururdu."
"Bebeğimi 21 gün niye tuttuklarını anlamadık"
Kutse Altın Şimşek'in bebeği şu an 16 aylık. Bebeklerinin 21 gün yenidoğan yoğun bakımda kaldığını söyleyen Şimşek, o dönemde yaşadıklarını Kısa Dalga'ya anlattı:
"Haberi, isimleri duyduktan sonra ikinci ayrı bir kabus yaşıyorum. Doğumdan sonra iyileşmem zor oldu, bebeğim ise 21 gün yoğun bakımda kaldı.
Benim doğum doktorum hastane içinden değildi. Dışardan sezaryene girdik. Hiçbir sıkıntı yoktu, hamileliğim de rahat geçti. Güle oynaya girdik doğuma.
Doğum olduktan sonra bebeğimizi bütün ailem gördü, kucaklarına aldılar. Kısa süre sonra bir komplikasyon yaşandığı bize söylendi ve bebeğimizi hemen yoğun bakıma aldılar. Çocuğum doğumhanede iki saniye falan yanağıma değdi. Onun dışında 21 gün yoğun bakımda kaldı. Satürasyonu düşük bulundu. Doktor arkadaşımın da gördüğü nefesinde bir sıkıntı olduğuydu.
Burası Türkiye ve insanın aklına her şey geliyor. Bizim o dönem de aklımıza geldi. Gerçekten bu çocuk rahatsız mıydı, bu kadar uzun kalması normal mi sorularını biz o zaman da sorduk. Evet, bir sorun vardı çocuğumuzda ama doktor arkadaşımız da bunun bu kadar uzun sürmesini anlayamamıştı. Her gün bunu konuşuyorduk, çocukta ne var, ne yapılıyor, ne kadar sürecek gibi sorular.
"Çocuğunuzu buradan alırsanız ölür dediler"
Ben dört gün sonra taburcu edildim. Orada olduğumuz süre boyunca her gün çocuğumu gördüm. Doğukan Taşçı denilen insanla temasım o günlerde oldu.
Yaşlı bir doktor ve Doğukan Taşçı eşimle bana 'Sen ne yaptın? Senin çocuğun enfeksiyonu çok yüksek. Sen bu çocuğu buradan alırsan bu çocuk ölür' dedi. Oysa böyle sorum bile olmamıştı, aklımdan geçmemişti. Bu çocuğu alalım buradan, götürelim demediğim halde böyle bir şey denildi.
Doğukan bu esnada doktorun yanındaydı. Ona doğru baktım hatta, bize ne deniyor diye. 'Bizim öyle bir niyetimiz yok zaten' bile diyemedik, hani yeter ki çocuğumuz tedavi olsun. Ne gerekiyorsa o yapılsın psikolojisindeyiz. Böyle bir şey söylenilince iyice morallerimiz bozuldu. Ağlamaya başladık.
Doktorun adını hatırlamıyorum, yaşlı olduğu için kıdemli bir doktor diye düşündüğümü hatırlıyorum. O doktoru hastanede bir daha görmedim.
Bebeğimizle ilgili her temasımız o Doğukan denilen kişiyleydi. Ben neredeyse her gidişimde onla görüştüm. Ve bana tek şey söylüyordu: 'Enfeksiyonu yüksek.' 21 gün boyunca, bebeğimizi ellerinden alana kadar, her seferinde Doğukan, 'enfeksiyonu çok yüksek, çok yüksek' dedi. Hiçbir gelişme olmuyormuş gibi davrandı.
"İletişimde olduğumuz kişi Doğukan Taşcı'ydı"
Her seferinde Doğukan'la irtibat kurduk. Oradaki iletişimi o yönetiyordu. Diğer hemşirelerle şakalar yapıyordu. Bir yandan sürekli kahve içelim, yemek yiyelim gibi bir ortam da vardı. O dönemde beni yaralayan şey, herkesin bu kadar keyifle davranmasıydı. Hatta sigaraya falan çıkılıyordu, yeni doğan ünitede sigara içen adamın ne işi var diye düşünmüştük.
Doğukan, kibirli bir tipti. Ağzını açmazdı falan. Diğer hemşireler daha empatik tiplerdi. En azından anne baba olarak sizin gözünüzün içine bakıyorlardı. Doğukan'da böyle bir şey hiç yaşamadım. İçeriye hakim olan oydu. Üniteye 'Anne girsin, baba girsin' diyen de oydu. Oranın sorumlusu gibi gözüken kesinlikle Doğukan'dı. Soruları geçiştirerek yanıt verirdi.
Doğukan Taşçı'nın telefonunun müziği Yüzüklerin Efendisi serisinin müziğiydi. Onun üzerine eşimle konuşmuşlardı. Biraz iletişim kuralım ki, çocuğumuza gereken özeni göstersinler fikri vardı. O kadar çok bebek vardı ki orada, iki oda doluydu. En az 20- 25 bebek vardı. Hiçbirinden o kadar ilgi beklemiyordum ama minimum ilgi, en azından işlerini yerine getiriyorlardır diye içimi ferah tutmaya çalışıyordum.
Bebeğimiz bir hafta sonra tüpten çıktı, maskeden kurtuldu. İyileşme ibarelerini de görüyorduk, çocuk topluyor, gözünü açıyor. Damar yoluyla besleniyordu, onun iğnesi çıktı, maske çıktı vesaire... Zamanında doğdu, iri de bir çocuktu. Baktığınız zaman sağlıklı bir çocuktu.
"Fırat Sarı, sadece hafta sonu hastanede olurdu"
Doğukan denen kişi, bir ara bizi yanına çağırıp 'Size bir şey söylemem lazım ama panik yapmayın. Çocuğunuz ufak bir kriz geçirdi. Aşırı beslenmekten spazm geçirdi ve müdahale ettik ama bir şeyi yok' dedi. Saçma sapan şeyler söyledi.
Görüş günleri dışında da hastaneye gittim. Bazen içeri girebildim, bazen giremedim. Hafta sonları özellikle gidiyordum, doktor olmadığı için. Bu sıralarda Fırat Sarı'yı hep Doğukan'ın yanında gördüm, hep. Doğukan asistan doktor gibi dururdu yanında. Fırat Sarı'ya da çocuğumun durumunu sordum. Gözünün içine baktım, çocuğum ne durumda diye. Ne öneriyorsunuz, ne zaman çıkacak gibi o da böyle geveleyerek yanıtlar verirdi. 'Bilmiyorum, bakacağız, süt sağ...' gibi konuşurdu. Visitler sırasında Fırat Sarı'yı hiç görmedim. Hafta içi hiçbir zaman hastanede onu görmedim. Hafta sonu olurdu, kalabalık olmayan zamanlarda gördüm.
"İki odada da bebekler vardı, yoğun bakım doluydu"
Ben bu katillere gözyaşımla sağdığım sütümü emanet ettim. Yoğun bakımdaki oğluma versinler diye. Doktorumun üç-dört güne çıkar dediği hastaneden 21 günde zar zor çıkabildik.
Biz bütün bu süreçlerde şüpheliydik. 'Acaba çocuğu ekstra para almak için mi tutuyorlar?' sorusu zaten özel hastanelerde hep akılda olur. Oradaki anne- babalarla konuşuyorduk, onların kafasında da aynı sorular vardı.
Taburcu olurken, hangi ilaçlar kullanıldı, nasıl tahliller yaptınız diye bir çıktı istemiştim. Çocuk doktoruna gidince bunları gösteririm diye falan... Doğukan bize çıktı aldı verdi.
Çocuğumuzu oradan aldıktan sonra eve geldiğimizde gördük ki, popo ve bez kısmında orta seviye diyebileceğim yaralar, tahriş olan yerler var. Son üç dört gün demek ki bakmadılar, ilgilenmediler falan diye düşündük. Çünkü daha önce bakmıştım, öyle bir durum yoktu. Dediğim gibi içerde çok bebek vardı.
"Entübe yazıldığı tarihte bebeğim entübe değildi"
Öyle bir durumdayım ki, bir yandan şükrediyorum, böyle bir şeyin içinden sapasağlam çıktım, çıktık. Bir yandan lanet okuyorum, çocuğumu katillere emanet ettim. Yapabileceğim ne vardı da yapmadım diye sürekli düşünüyorum.
Olayı duyar duymaz hastaneye gittim. Hasta hakları birimindeki iki kadın işe yeni başladığını söyledi. Siz neler yaşandığınızı farkında mısınız, bu isimleri biliyor musunuz falan dedim. Yeni başladık dediler. Önce beni göndermeye çalıştılar ama ısrarla dosyamı istedim. Çocuğumun e-nabız sisteminde hastaneye ilişkin tek bir ibare yok, nedeninin açıklamalarını da istedim. Ufuk diye biriyle görüştürdüler. Güya ilk benmişim bugün bu meseleyle gelen. Haberleri bile yokmuş gibi davrandılar. İçeri girdiğimde telefonla konuşuyordu. Aynı beylik cümleleri bana da kurunca susturdum adamı, hasta geçmişini istedim ve çıktım.
Bana verilen hasta geçmiş raporunda 15. gün için entübe döneminde yazıyor ama o dönem entübe değildi. Bende o günün fotoğrafı da var. Bebeğim kucağımda olan bir fotoğraf ama o tarihte entübe edildiği yazıyor.
"Katilin elini sıktım, teşekkür ettim"
İnanılmaz bir girdap içindeyim. Diğer taraftan bir şeyler yapmam lazım diye dört dönüyorum. Bir dizi tesadüfler silsilesi sayesinden sağlam çıkabildik. Bunlardan biri dışardan doktorla gelmemdi. İkincisi annemin eski hemşire olması ve orada bulunduğumuz süre içinde sürekli ben hemşireyim demesiydi. Çünkü kısa bir dönem özel hastanelerde çalıştığı için bazı şeyleri biliyordu. Üçüncüsü ben her gün aradım, kapıda bekledim. Önemsiz gelebilir ama eşim kamuflaj ceketini giyip, bilerek hastaneye gitti, bunu dahi aramızda konuşmuştuk. Eşimin babası asker.
Biz bunları düşünerek hastaneye gittik, inanabiliyor musun? Çünkü Türkiye'de yaşamayı biliyoruz. Bizim içimize sinmiş bir korku var. Bu korku niye var? Her hücreme yerleşmiş bir korkuyla bebeğimi yenidoğan üniteye bıraktım. Çocuğumun sağlığı dışında acaba bize zarar verecekler mi korkusu vardı. Oğlumu hastaneden almaya gittiğimizde her şeyi unutmuştuk, minnet duygumuz tavan yapmıştı. Hatta Doğukan Taşcı'nın elini sıktım, teşekkür ettim. Şimdi ise çocukları öldüren bir çetenin eline düştüğümüzü öğrendik." (Haber Merkezi)