Kısa Dalga'dan merhaba. Zor Soru 'da HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ile birlikteyiz. Beştaş, uzun yıllardır siyasetin içerisinde, Kürt siyasetinin ve Türkiye'deki feminist mücadelenin önemli isimlerinden biri. Meral hanım merhaba, hoşgeldiniz Kısa Dalga’ya.
Merhabalar, hoşbulduk, iyi yayınlar.
Siz Adana milletvekilliği de yaptınız, o yüzden oradan başlayacağım. Kebabı seviyor musunuz? Kebap olana olan bu aşırı düşkünlüğünüz nedeni ne?
Evet, Adana vekilliği yaptım. Adana çok güzel bir ilimiz gerçekten. Kebabıyla meşhur, işte şalgamı ile birçok yerel motifi var. Şimdi garip gelecek ama ben çok et seven biri değilim. Yani bunu içtenlikle söylüyorum. Kebabı dayerim tabiki ama böyle çok arayan biri değilim. Yani, kebap güzel bir yemektir ama öyle söyleyeyim bizim kültürümüzde.
(Bahçeli'nin kebapçı açıklamasına) Anlam veremedi kimse… Başka bir şey demek istedi diyenler oldu, hatta kebapçıdan kastının bazı BDP'li milletvekillerinin bir dönem birileri açlık grevindeyken kebap yemeleri olduğunu ileri sürenler olduysa da çok oturmadı taşlar… Bahçeli’ye bunu söyleten şey nedir? Nasıl bir ruh hali var sizce Bahçeli'nin?
İnanın buna bir anlam vermeye çalışmadım, çünkü ne yaparsak yapalım hiçbir anlamı yok, hiçbir izahı yok. Bence tam da bu sebeple, mesnetsiz ve hiçbir dayanağı olamaz. Çok sınırları zorlamak istemiyorum yani. Kebabı herkes yer Türkiye'de, yemeyen var mıdır bilmiyorum. Vejeteryanlar, veganlar hariç... Türkiye'de, Adana'dan, Urfa'ya, Urfa'dan İstanbul'a ve hatta Avrupa'da… Yani bunun bir açıklaması yok. Ben bu nedenle bir anlam vermeye çalışmadım, öyle söyleyeyim.
Üzerinde çok durmaya değmez gibi duruyor ama aklıma birşey geldi. Siz ne dersiniz, bu konuda onu merak ettim. Bir vakit Türk Solu diye bir ırkçı dergi verdi adına sol olduğuna bakmayın, ırkçı bir dergiydi. Hatta yazı işleri müdürü, sahibi daha sonra FETÖ'den tutuklandı ve bir kontra faaliyet yürüttüğü ortaya çıktı. Orada 'kebap yemeyin' diye tavsiyeler vardı. 'Türk yemeği değil, kebap Kürt yemeğidir' diye... Bilinçaltında böyle bir tezahürü olabilir mi?
Evet kebabı bir Kürt yemeği olarak görüyorsa kesin bu bilinçaltıdır, bilinçaltının dışa yansımasıdır. Ama sadece Kürtler kebap yemiyor, sorun orada... Türkler de yiyor, hatta dünyanın başka ülkelerinde yiyorlar. Önceki gün bir mesele yaşadık Genel Kurul'da. Doğrusu ben hemen fark ettim. Bir simultane çeviri vardı 4 dilde. Rusça, Arapça, İngilizce ve Fransızca. Yalnızca Kürtçe yok. Biz bunu eleştirince bütün çevirileri kaldırdılar. Hani Kürtçe'yi almak yerine diğer dilleri de çıkardılar. Kebap da böyle bir şey… Yani herhalde bu kebapçıları hedef gösteren Bahçeli herhalde Kürtler 'Güneş güzeldir, güneş bizi ısıtıyor' dese aksini söyleyecek ya da suyu tarif etsek, suyun aksini ispatlamaya çalışacak. Böyle garip bir hezeyan hali var maalesef.
Konuşurken bile insan tuhaf hissediyor. Kebap üzerinden siyaset konuşmak zorunda kalıyoruz. Ama böyle... Ne yazık ki ben de sormak zorundayım. Peki şunu soracağım: 2-3 hafta oldu sanırım. Türkiye siyasetinde, birçok yorumcunun da sürpriz olarak gördüğü bir şey oldu Aslında, Kılıçdaroğlu bunu daha önce de söylüyordu ama bir belgeselde, bir yıl önce söylediği sözler, yeni haber yapıldı. Dedi ki Kılıçdaroğlu 'HDP muhataptır, Kürt sorunun çözüm yeri de Meclis'tir.' Şimdi bu Kılıçdaroğlu'nun söyleyegeldiği bu cümle birdenbire olay oldu ve niye olay oldu? Çünkü muhalefetten ciddi bir destek aldı, bütün partilerden hemen hemen... İyi parti, en çok itiraz etmesi beklenen partiydi. belki, o bile itiraz etmedi. HDP'nin meşruiyetine vurgu yapan açıklamalar yaptılar üst düzeyde.... Ortaya şöyle bir manzara çıktı:' Muhalefet, Kürt sorunu konusunda bir adım atmış oldu' ya da böyle yorumlandı. HDP'nin -yani belki tartışma dışı sizin açınızdan ama- HDP'nin meşru bir parti olduğu yönünde bir tasdik süreci diğer partilerden.... Aradan geçen bu sürede siz bütün bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten ileri bir adım olduğunu görüyor musunuz? Böyle ise düne göre nasıl bir konumdayız?
Doğrusu kendi adıma söyleyeyim: Bu 'HDP meşru bir partidir, değildir' tartışması, şahsi olarak söylüyorum, canımı çok yaktı. Yani ne demek, meşru mu gayri meşru mu? Meşruiyet bilirsiniz, yasallığın daha ötesinde, daha geniş bir kavramı işaret eder. Her şey yasalarda düzenlenemez. Yasallık ve meşruiyet farklı kavramlar. Biz meşruiyetin altında bir çıta olan, altında özellikle söylüyorum, yasal-anayasal bir parti olarak şu anda Türkiye'de, parlamentoda, milyonlarca insanı temsil eden bir partiyiz. Milletvekillerimiz de ilçe örgütlerimiz de eş genel başkanlarımız da Diğer kurullarımız da bu mücadeleyi yürütüyor. Bir yandan bu yönü canımı yaktı, tartışmanın dozu ve muhalefetin söylediklerinden ari bir şekilde söylüyorum. Ne demek gayrimeşru ilan edilmesi? Bir yönü bu... Diğer yönü de yıllardır, 2015'ten bu yana, AKP-MHP bloku bize karşı, öyle akıl almaz, demin kebapçıları konuştuk mesela, ya da katırların gözaltına alınması ya da işte sarı kırmızı, yeşil trafik ışıklarının yasaklanmaya çalışılması.... 3 tane çiçeğin sözde Kürt renklerini andırıyor diye yan yana kayyımların dikmemesi gibi akıl almaz uygulamalarla bizi kriminalize etme çabası var. Bu yönü ile CHP'nin, Sayın Kılıçdaroğlu'nun bu çıkışını önemli buluyoruz, değerli buluyoruz. Tüm bu saldırılara, şeytanlaştırma, ötekileştirme, planlanmış programlara karşı bir çıkış olarak tabii ki değerli... Biz tabii ki öyledir, değildir tartışmasına girmeyeceğiz. Daha garibi var: Meclis başkan vekilleri var, grup başkanvekilleri var… Yani ne demek, şu anda biz mecliste sadece CHP ile mi görüşüyoruz? Yani neticede bu yasalar oylanırken, konuşma yapılırken biz bütün bu sistemin içinde, tam da göbeğindeyiz, üçüncü büyük partiyiz. Bütün bunları birlikte düşünürsek, tabii ki bu saldırı ve dediğim gibi kriminalize eden, bizi ötekileştiren yaklaşımlara karşı değerli, önemli bir çıkış ve aklı başında siyaseti bilen, yasaları, hukuku biraz bilen herkes, demokrasinin halka dayandığını, halk isteğinin, halk iradesinin temsiliyetinin hayati önemde olduğunu bilir. Yani burada aslında istediği kadar AKP-MHP bizi meşru görmediğini vs. söylesin. Neticede biz onlarla aynı parlamentoda siyaset yapıyoruz. Sonuçta bunu herkes biliyor...
Burada bir farklılık var sanırım. Yani en azından gözlemler de bu yönde. Kürt sorununa çözüm konusunda bir umutsuzluk vardı. Şöyle bir umutsuzluk: AKP ile çözüm sürecinin akibeti ortada... AKP'ye güvenilemeyeceği de ortada. Çözüm sürecine dönüp dönmeyeceği artık tartışma konusu değil. Karşıda baktığınızda, AKP gittiğinde ne olacak dediğimizde, CHP ve İyi Parti var... CHP, Kürt meselesi ve çözüm süreçleri konusunda parlamentoyu adres gösteriyor ama yine de güven vermiyordu belki HDP'ye ve Kürt sorununa çözüm arayışında olanlara.... Bir de İyi Parti engeli vardı. Şimdi bütün bunlardan sonra bir anda bir net manzara mı çıktı? Siz, AKP gittiğinde bir çözüm sürecinden umutlu musunuz?
Tabii ki bunun diğer boyutu da şudur: İktidar grubu, Cumhur ittifakı, muhalefetteki partileri sürekli dizayn etme çabasında. Yani bizim üzerimizden saldırarak, suçlayarak ya da yan yana gelişi, diyaloğu, iletişimi engellemek için çok büyük bir politika yürüttü ve muhalefet bugüne kadar, bu meselede, Kürt meselesinde ve HDP'ye yaklaşım meselesinde ürkek.... Cesur olmayan, iktidarın istediği rolü oynayan ya da bunu hissettirmeyen bir dili ve yaklaşımı vardı maalesef. Bu yönüyle tabii ki önemli. Yani AKP gittikten sonra yeni oluşacak yönetimde, iktidar dememeyi tercih ediyorum, Kürt meselesine yaklaşım tabii ki çok belirleyici bir etken. Çünkü Kürt meselesi, 3- 5 yılın, 10 yılın meselesi değil. Türkiye'nin kuruluşundan bu yana, Türkiye nüfusunun önemli bir bölümü Kürtlerden oluşuyor. Talepleri, çok net bir şekilde söylüyorum: Eşit ve özgür yurttaşlık talebi... Yani bu çözüm süreci mi olur, Parlamentoda bir komisyon mu kurarız, Anayasa değişikliğinde buna ilişkin değerlendirmelerde mi ortaklaşılır…. Ama bunun adını koyarak tartışılması tabii ki önemli. Muhalefet blokunun, genel olarak söylüyorum, hiçbir parti kastetmeden, gerçekten Kürt meselesinde ezberleri bozması gerekiyor artık. Yani Kürtçe'ye, Kürtlere, Kürt kültürüne, inancına, yaşam tarzına dair o farklı yaklaşımların ortadan kalkması gerekiyor. Kürtler bunu artık görüyor, biliyor, hissediyor ve tutumunu çok net olarak ortaya koyuyor. Yani çözüm süreci olur mu? Yani illa adının çözüm süreci olması gerekmiyor bunun. Neticede Parlamento, Meclis'tir dedik bunun çözüm adresi. Bir gündeme geldiğinde hemen işe başlanabilir ve bizce başlanmalı. Bu sorunun çözüm yoluna girmesi o kadar kolay ki aslında... Yani taleplerin karşılanması.... Yeter ki irade olsun, kararlılık olsun ve cesaret olsun.
Peki Kürt sorunu nedir Meral Hanım? Erdoğan ve Bahçeli 'Kürt sorunu yoktur' diyor.Erdoğan, 'Biz bu sorunu çözdük' diyor. Neyi çözdü ve hakikaten zor bir soru ama aynı zamanda çok kolay bir soru: Sizce nedir diyeyim? Siz bir Kürt sorununun varlığını ileri sürüyorsunuz?
Kürt sorunu yoktur diyen, Kürt sorununu çözdük diyenler aslında sorunun ne kadar büyük olduğunu ilan etmiş oluyorlar. Kürt sorunu Türkiye'de yurttaşlar arasında eşit ve özgürlük açısından bir denkliğin olmamasıdır, eşitliğin olmamasıdır, ayrımcılığın vücut bulmasıdır. Kürtlerin bu topraklarda sürekli öteki olarak algılandığı bir tarihsel arka planımız var. Bu ülkede mesela mevsimlik tarım işçilerinin Kürtlerden oluşması tesadüf değil. Ya da Ağrı'nın ekonomide en son sırada, gelişmişlikte son sırada olması normal bir görüntü değil. Normal değil derken yani eşitler arası bir denklik yok. Ya da işte benim vekili olduğum Siirt'te, işsizlik ve yoksulluğun diğer illere göre, hatta aşılama oranının, hatta ölüm oranlarının yüksek olmasının sebebinin de bölgeler arası farklılıktan, ayrımcı politikalardan kaynaklandığını çok iyi biliyoruz. Bilmekten ziyade bunu yaşıyoruz. Yani bizim çocuklarımız hala anadillerinde eğitim göremiyorlar, hala anadillerini konuşabilmek için bile kurslara (gitmek zorunda kalıyorlar), devletin olanaklarından faydalanamıyorlar. Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olanlar atanmıyor. 2 kişi atanmış mesela. Bu sorun nedir diye sorarsanız çok uzun yanıtlamak lazım. Kürtler bu ülkenin asli unsuru. Burası kendi vatanımız, ben de bir Kürt kadınıyım aynı zamanda, ortak vatanımız burası. Biz demokratik koşullarda bu topraklarda özgürce ve eşit haklarla yaşamak istiyoruz. Yani Kemal Göktaş'ın ne hakkı varsa bir fazlasını istemiyoruz. Ekstradan, farklı bir hak istemiyoruz. Bunun olmadığını, objektif bakabilen herkes çok rahatlıkla görebilir. Yani Kürt meselesine şu yaklaşım da çok can yakıcıdır: 'Aa benim komşularım da Kürt, aa benim çok iyi Kürt arkadaşlarım var. Aa ne kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz, Kürt olduğunuza emin misiniz?' falan gibi... Yani bunlar bile aslında, normal sosyal hayatımızda nasıl bir bakış açısının maalesef on yıllardır şekillendiğini, tekrar tekrar üretildiğini ortaya koyuyor.
Kürt meselesinde son yıllarda yaşananlara dair soru sormak istiyorum. Çözüm süreci bittikten sonra çok ağır bir dönem geçirdi bölge coğrafyası. Birçok insan hak ihlalleri işlendi. Bunlar çözüm sürecinde de çok konuşuluyordu, bir yüzleşme gerekiyor bu ihlallere dair. Ve fakat 2015 Temmuz'undan itibaren yaşanan dönemdeki ihlallere ilişkin Türkiye'nin batısında yeterli bir duyarlılık oldu mu sizce? Olmadıysa, bu, çözümü biraz zorlaştıracak mıdır? Çünkü hakikaten dile getirilmiyor ama 90'lı yılları aratan çok travmatik olaylar, insan hakkı ihlalleri oldu.
Çok ağır bir tablo var hakikaten, insan hakları ihlallerinde. En basiti işkencede, ölümlerde, cezasızlık politikasında, kadına yönelik şiddette çok ağır bir tablo var. Bu konuda kesinlikle haklısınız ve bu tabloyu dilimiz döndüğünce, olanaklarımız elverdiğince hem olay yerlerine giderek hem farklı şekillerde gündemleştirerek ve tabii ki mağduriyet yaşayanların yanında olarak bunu çözmeye çalışıyoruz. Ancak bu mağduriyetleri, bu tablonun oluşması tamam bilinçli bir siyasi politikanın ürünü. Cumhur ittifakı dediğimiz ikili neticede çözüm sürecini bitirdikten sonra kendini bitirdi. Kürt meselesinde tekrar bir inkar dönemine girdiler. Yani inkar, asimilasyon ve ırkçı yaklaşım tekrar kendini güncelledi. Yani mesela Bahçeli'nin şu sözleri kimin kulaklarından gidebilir: 'Taş üstünde, taş gövde üzerinde baş kalmamalı' gibi cümleler hafızalarda yerini aldı. Ya da helikopterden atılmadan tutalım, köpekli işkenceye kadar, cezaevlerinde şu anda yaşanan bütün hak ihlalleri... Sanırım siz bunları açmamdan ziyade Türkiye'nin Batısı'na nasıl yansıdığını soruyorsunuz.
PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
Evet.
Türkiye'nin genelinde, politikanın neticesi olarak ciddi bir algı üretimi yapılıyor. Partimize karşı da Kürtlere karşı da asla gerçeği yansıtmayan, hakikati çarptıran çok yoğun bir propaganda bombardımanı var. Yani Trabzon'da, Rize'de ya da Kayseri'de ya da İzmir'de yaşayan vatandaş eğer A Haber izliyorsa, yandaş kanalları izliyorsa, öfkeyle, ırkçı duygularla, ayrımcılık duygularıyla dolduruluyor. Kendilerine yönelik bir bölücü faaliyet olduğuna dair, sanki HDP parlamentoda bu ülkeyi bölmeye çalışıyor gibi çok inanılmaz absürt bir propaganda bombardımanı var. Çözüm sürecinde anketlerde hatırladığım kadarı ile yüzde 70'in üzerinde çözüm sürecine tam destek vardı. Şu anda ise orada açı daraldı, bir gerileme var. Çünkü neticede bu propagandanın bir karşılığı oluştu ama bunu değiştirmek inanın o kadar kolay ki. Yeter ki siyasi irade olsun... Bu propagandaların gerçeği yansıtmadığını, tersyüz ettiğini, hakikatı ortaya koyabilirsek, bütün demokratik dinamiklerle, demokrasi güçleri ile beraber ve en önemlisi tabii ki bizim önümüzdeki bu sansürün kaldırılması. Yani biz eskiden bütün kanallarda görüşlerimizi açıklayan, bu konuda halka gerçekleri söyleyebilen bir konumdayken, 2015'ten bu yana tamamen bir yasaklılık hali var. Mesela ben kendi adıma söyleyeyim, CNN'den ya da Habertürk'ten haftada en az bir kere canlı yayına davet ediliyorduk ve orada düşüncelerimizi, duygularımızı söylüyorduk. Şimdi bu tamamen yasaklanması bir tarafa, bir de her gece bizi tamamen gerçek dışı, tamamen bizim dışımızdaki olgularla tartışıyorlar. Yani bu her şeyden önce bir ahlak meselesi.... Yani özcesi şunu demeye çalışıyorum: Şu anda evet, Türkiye toplumu bu çözüm fikrinden, çözüm sürecine göre nispeten biraz daha gerilemiş olsa da, bu son tartışmalar son bir iki haftadır ve AKP'nin hızla bu konuda yanlış üstüne yanlış yapmasıyla, politikalarında hiçbir tutarlılık olmayan, mantık kuralları çerçevesinde yürümeyen, en basiti çay atmaktan söz edeyim. Hani bu politikaları karşısında vatandaşta çok hızlı bir ilerleme olacaktır. Çünkü sorun halklar arasında değil, yurttaşlar arasında değil. Yani bu o kadar basit birşey değil. Bu kadar yıllık çatışma dönemi, işte savaş, bu kadar ölüm, bu kadar kayıp, bu kadar işkence.... Hala Türkler Kürtlere düşman değil, Kürtler Türklere düşman değil. Bu çok değerli bir şey aslında. Yani o iletişim var. Şüphesiz, ırkçı saldırıları falan biliyoruz ama bu tamamen kaynağını sistemden ve iktidar aklından alıyor. Bu konuda ben çok umutluyum.
Erdoğan 'Akşener'i HDP veto etti.' Sizin Akşener'e yönelik böyle bir vetonuz var mı?
Hayır. yok. Yani daha doğrusu, biz hiç kimseyle ne cumhurbaşkanlığı adaylığını konuştuk, ne kimseyi veto ettik, ne de bize kimse önerildi. Bu tamamen, kendi hayal dünyalarında oluşturdukları bir şey. Altını çizerek söylüyorum, bu hani sonuçta flaş olarak patlayabilir: Yani bizim hiçbir parti ile sadece CHP'yi kastetmiyorum, ne Cumhurbaşkanlığı adaylığı, ne kimin olacağı yönünde ne bir diyaloğumuz, ne bir önerimiz, ne de sunulan bir öneriye vetomuz var. Biz zaten tutum belgemizde bunu açıkça ilan ettik. Tamamen Erdoğan'ın kendi kurgusu.
Diyelim ki Millet ittifakı Akşener'i ortak aday olarak önerdi. Tavrınız ne olur? Gerçi kendisi ben başbakan adayıyım dedi ama… Anketlerde de HDP seçmeninin bir rezervi olduğu ortaya çıkıyor. HDP'nin parti olarak böyle bir rezervi var mıdır?
Bizim hiçbir şekilde adayların şahsiyeti, kişiliği, ismiyle ilgili bir değerlendirmemiz olmaz. Biz ilkeler üzerinden konuşuyoruz. Cumhurbaşkanı adayının, ilerde zamanı gelince, hani çünkü ortak aday fikrine açık olduğumuzu ilan ettik. Yani bu konuda parlamento seçimlerinde tek başımıza gireceğimizi, hiçbir ittifakta olmadığımızı söylemekle birlikte, yani sadece sayın Akşener ya da Sayın Kılıçdaroğlu için değil, herhangi bir isim için de şu an bir kere bunu tartışmanın yeri değil, zamanı değil. Bence önce ilkelerde ortaklaşmalıyız. Bu Cumhurbaşkanı adayı, hangi ilkeleri kendi şahsında barındıracak, hangi ilkeler temelinde bu adaylığını ortaya koyacak ve sonrası için ne söyleyecek? Bizim için önemli olan bu…
6 partinin güçlenmiş parlamenter sisteme yönelik bir çalışması var. HDP'yi orada göremiyoruz. Siz oraya davet edilmediniz mi? Edildiyseniz niye gitmediniz ve orada olmamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi parlamenter sistemle ilgili görüşlerimizi, demokrasi anlayışımızı, yine tutum belgemizde ifade ettik. Onun içi tabii ki bizim tarafımızdan, hem pratiğimizle hem açıklamalarımızla doldurulacak ve bu konuda çok güçlü, memnuniyet verici bir tartışma ortamı da mevcut. Şu anda içinde değiliz o tartışmaların, parlamenter sistem hangi ilkeler? Bu konuda önümüzdeki günlerde bir iletişim olanağı olursa bir davet gelirse tabii ki bunu yetkili kurullarımızda değerlendireceğiz. Ama şu an için bizim de ittifak'ta yer almama gibi bir ifademiz var.
Ama bu 6 parti de ittifak partileri değil ki...
Ama evet, yani bu ittifak partileri olmadan bu konuda bir değerlendirme ihtiyacı, bir tartışma, ilkeleri konuşma noktasında… Önümüzdeki günlerde bizler de bunu değerlendireceğiz. Yani şu an için bir davetle mi oluyor, nasıl bir araya geliniyor, ona ilişkin açıkçası çok net bir tablo yok gibi...
Sizi davet etmemişler, öyle anlıyorum, ve de davet olursa değerlendiririz diyorsunuz ama benim merak ettiğim, muhalefetin bu tavrını nasıl buluyorsunuz? Demokrat Parti bile orada, gücü belli, hani diğerlerinin gücü belli... Orada olmayan HDP var, Türkiye İşçi Partisi var. Kürtleri ve sosyalistleri dışlayarak bir güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışması görüntüsü veriyor. Siz de öyle değerlendiriyor musunuz?
Tabii ki partilerin kendi tercihleri olabilir, kendi kararları olabilir, ortaklaştıkları noktalarda, herkesin özgürce yürüme hakkı vardır. Zira biz de şu anda ittifak partisiyiz, yani birçok bileşeni olan bir parti olarak yolumuza devam ediyoruz. Bu yönüyle hani kimse bize 'niye siz ittifak yaptınız, bizi çağırmadınız' gibi birşey söylemez.
Bir rahatsızlık hissetmediniz yani, orada olmamaktan.
Yani öyle bir rahatsızlığımız yok. Neden? Çünkü biz de Türkiye sosyalist kesimi ile demokratik güçleri ile emek güçleri ile kadın örgütleri ile gençlik örgütleri ile çok yoğun bir çalışma temposu içindeyiz. Biz de onlarla işbirliği, güç birliği içinde demokrasi cephesini örüyoruz. Yani örmeye çalışıyoruz demiyorum, örüyoruz diyorum. Bu konuda bizim de sonuçta çalışmalarımız var. Diğer 6 partinin kendi çalışmaları var ama netice itibariyle şunu tabi ki söylemek isterim: HDP'siz bir yürüyüş Türkiye'de başarıya ulaşamaz. Yani HDP sonuçta dönüştürücü, neticeyi tayin edebilecek güçtedir. Bunu ifade etmek isterim. Hani biz etkisiz elemanız sonucu çıkmasın, aksine biz gitgide büyüyen, sahada bunun çok açık yansımalarını gören bir partiyiz. Ben 3 ay boyunca alandaydım, birçok il merkezine gittim, ilçelere gittim. Halkın HDP'ye olan ilgisi şu anda tamamıyla anketlere yansımıyor mesela. Bunu görüyoruz, çünkü bu baskı ortamında herkes özgürce düşüncesini orada bile söyleyemiyor.
Anketler yüzde 11 civarında gösteriyor. Sizin sahadan gözleminiz ne?
Biz yüzde 15'in kesin üstündeyiz, uzun süredir bunu söylüyorum. Hedefimizi yüzde 30 olarak koyduk. Ama önümüzdeki günlerde bu konuda saha çalışmalarımız ve anketler çıktıkça daha net bir tablo göreceğiz. Yani iddiamızı öyle soyut, sadece propaganda olarak söylemiyorum, hakikaten buna inanıyorum. HDP'siz Türkiye demokratikleşemez. HDP'siz Kürt sorunu çözülemez. Çünkü biz Türkiye'nin ezberlerinin üstüne giden, 84 milyon yurttaşın haklarını savunan ve birlikte mücadeleyi yaşama geçiren bir partiyiz. Şu anda parlamentodaki hiçbir grupta Ermeni, Arap, Ezidi, Kürt, Türk, Çerkez’in tamamının temsiliyet yoktur. Biz Türkiye'nin her tarafından bir temsiliyeti ve aslında Türkiye'nin bütün renklerini taşıyoruz.
Geçmiş 4-5 yıla baktığımızda HDP'ye yönelik çok ciddi bir saldırı dalgası oldu. Öyle ki HDP'de il-ilçe yöneticisi olmak, belediye başkanı olmak doğrudan tutuklama nedeni haline geldi. Şöyle haberler de çıktı; ama belediye başkan adayı bulmakta zorluk çekiliyor ya da il ilçe yöneticisi bulmakta bazı yerlerde zorluk çekiliyor. Durum nedir? İktidar şöyle bir şey bekliyor herhalde ben bu tazyiki kurarım, medya sansürü de eklersem, HDP'yi bitirmesem bile çok daha küçültürüm... Ama öyle olmadı. Bunun nedeni ne?
Bunun nedeni haklılığımız diyebilirim tek kelime ile... Haklılığımız yani haklı bir dava, haklı bir mücadele yürüttüğümüz için bu devamlılığı sağlayabiliyoruz ve tabii ki inanç, bu mücadeleye olan inanç diyebilirim. Sahada, yani örgütlerimizde hiç sıkıntı yaşamıyoruz desek tabi ki gerçeği yansıtmışmamış olurum. Neden bunu söylüyorum, biliyorum. İl kongresi yapıyoruz, bir ay geçmeden il eş başkanımız gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Mesela Muş... Muş il kongresine gittim. Ahmet Türk'le birlikte... Biz geldik, aradan galiba bir ay geçti. Genç bir kadın arkadaşımızdı, sadece il başkanı seçildiği için tutuklandı. Şimdi sonuçta iki il eş başkanı var, biri tutuklanınca doğal olarak oradaki çalışmalar nispeten zayıflayabilir. Bu konuda tepki oluşabilir. Buna ilişkin yüzlerce örnek verebilirim. Antep'te bir ara bütün il yönetimimiz tutuklandı. Ve birçok ilde bu böyle. Ama inanın yani, bunu emin olun, gerçeği söylüyorum. Bu gözaltı ve tutuklamalar sonucunda kaygı da oluşsa, insani bir şey söylüyorum, hani kısmen dediniz ya 'gelmiyor, gitmiyor ...' Bunun tam tersine, daha güçlü bir sarılma oluyor. Öfke büyüyor çünkü. Hani haksızlık karşısında direnç daha da gelişiyor. Bunu başka bir parti yaşasaydı, inanın şu anda binalarının yerinde yeller eserdi. Yani düşünün 3 yönetim ard arda gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor, yeni gelen tutuklanacam diye geliyor zaten. Belediye başkanlığı teklif ettiğimizde tutuklanabileceğini, yerine kayyum atanabileceğini görerek geliyor. Bu konuda görmeden, bilmeden bir çalışmamız söz konusu olamaz. Fakat burada önemli olan o inanç ve mücadele azmi ve tabii ki haklılık. Yani biz haklı olmasak bu davayı yürütemezdik bu kadar büyük baskılar karşısında. İktidar yanlış bir hesap yapıyor. Bu baskılarla hani göz altına alayım, tutuklayayım, kriminalize edeyim diyerek korkuyu büyüterek örgütleri boşaltmak, HDP'yi zayıflatmak, çalışamaz hale getirmek hesabını yapıyor. Ama denklem öyle işlemiyor. Bu yaptıkları karşısında öfke büyüyor, korku değil, öfke büyüyor. Bu tepkiye dönüşüyor, bu tepki örgütlülüğe dönüşüyor ve örgüt birlikte HDP'yi büyütüyor.
Meral hanım siz 1990'da yanılmıyorsam Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuşsunuz ve 30 yıl herhalde mücadele tarihini böyle alırsak, öğrenci ikende vardır ama 80'lerde öğrenci hareketi pek aktif değildi. 30 yıl sonra geldiğiniz bu noktada başka bir hayat yaşamak isteseydiniz nasıl bir hayat yaşardınız? Yaşadığınız hayattan pişman olduğunuza iması yok kesinlikle. Ama insan şöyle bir düşünebilir; bambaşka şeylerle uğraşmak, bambaşka bir hayatı tahayyül etmek…
Yani doğrusu başka bir hayatı tahayyül etme olanağımız bile olmadı. Ben Diyarbakır'da başladım avukatlığa ve başlamadan önce İnsan Hakları Derneği yönetimindeydim, kadın hakları ve insan hakları alanında çok yoğun çalıştım. Kürt olarak, kadın olarak, solcu olarak, muhalif bir görüşe sahip insan olarak Türkiye'de yaşanan herşeyi iliklerimize kadar hissettik. Yani ben de hissedenlerden biriyim. O yüzden bu mücadeleye devam ediyorum. Öyle ifade edeyim.
O zaman şöyle sorayım: Böyle mücadele etmenizi gerektiren koşullar olmasaydı…
Koşullar olmasaydı ya ben o zaman bir kere düzenli spor yapan, müzik dinleyen, kitap okuyan, gerçekten zaman ayırarak okuyan, ilgi alanıma göre yazı yazmak, makale yazmak, severdim eskiden, hukuk makaleleri vesaire. Böyle bir yaşam isterdim... Tabii ki yine mücadele olurdu ama böyle her sabah kalktığımızda gerilim hattına kapılmış gibi 'orada gözaltı, burada ölüm, burada ihlal' diye bir yaşamı hiç birimiz seçmezdik. Çok insani bir durum. Tabii ki çok güzel yaşayabilirdim, eminim buna... Kendine zaman ayıran, ne bileyim arada bir bir dünya sinemasını izleyip, bunun arkadaşlarıyla kritiğini yapan, dünyayı gezen bir insan neden olmayalım? Yani bu koşullar olmasaydı eminim çok iyi yaşayabilirdik. Ama şu anda coğrafya kaderdir lafı, maalesef bu yaşam olanaklarını elimizden aldı.
İki çocuğunuz var. Onlar sizce yaşayabilir mi böyle bir hayatı? Aslında çerçevesini çizdiğiniz, hayal olarak söylediğiniz şeylerden sade bir hayatı özlediğinizi anlıyorum. Çocuklarınız böyle bir şey yaşayabilir mi sizce?
İnanın bütün çocukların, gençlerin yaşaması için bu mücadeleyi veriyoruz. Çok klasik gelebilir size ama mesela, ben çocuklarımla sohbet ettiğimde ya da yeğenlerimle, çevremizdeki, ailedeki gençlerle ya da diğerleri ile onların bu meseleleri hissetmesi, bu kadar haşır neşir olması baskı politikalarına, bize yapılmasından çok daha fazla üzülüyorum. Mesela dün iki Boğaziçili genç tutuklandı. Gece videolarını izledim, emin olun, hani derler ya yüreğime hançer saplandı. O oraya okumaya gitmiş, bir tepkisini ifade ediyor ve işte tutuklanıyor, ailesi ile empati kuruyoruz sonuçta. Biz de aynı durumdayız. Ben inanıyorum, bizim çocuklarımız, genel olarak, sadece benim çocuklarım değil, bu mücadelenin meyvelerini toplayacaklar. Zaten başka bir inanç bu mücadeleyi yürüttüremez. Yani yarını daha güzel kılmak için bütün bu mücadele…
Çocuklarınızın sizin vekilliğinize ya da politik faaliyetlere yönelik itirazları ya da bir serzenişleri oluyor mu?
Ben mümkün olduğunca zaman ayırmaya çalışıyorum. Pandemi sürecinde biraz olanak oldu, emin olun çocuklarımın farklı yönlerini keşfettim, yeniden tanıdım çünkü büyükler artık... Biri üniversite öğrencisi, biri bitirdi.
Zaman ayırmamak görüşmemek konusunda tabii ki sistemleri oluyor zaman zaman. Bir de son dönemlerde, 'çok yoruldun, kendine bak biraz...' İşte koşturmaca, sürekli bir seyahat hali... Ama tabii böyle gizliden gizliye, saygı konusunda hiçbir şüphe yok, saygı duyuyorlar ve ne derlerse desinler benim bu mücadeleye devam edeceğini biliyorlar galiba. O yüzden böyle çok ısrarları yok.
Meral hanım vakit ayırdığınız çok teşekkür ederim. Kısa Dalga'ya konuk oldunuz.
Ben de çok teşekkür ediyorum.