Burak Yıldırım: YPG, kontrol ettiği bölgelerin önemli kısmından çıkacak

Günel Cantak’ın hazırlayıp sunduğu Naçizane’nin bu haftaki konuğu, güvenlik politikaları uzmanı Burak Yıldırım oldu.

Kısa Dalga - Suriye’de gelişen olayların bölge ve Türkiye’ye etkilerinin konuşulduğu programda Burak Yıldırım, HTŞ’nin terör örgütü olup olmadığının tartışılmaya açılamayacağını söylerken, HTŞ’nin şu anda akıllıca ve planlı bir strateji uyguladığının da altını çizdi.

Yıldırım, YPG’nin Suriye’de kontrol ettiği alanların önemli bir kısmından kısa vadede çıkacağını iddia ederken, ülkede 3 ayrı otonom bölgenin ortaya çıkabileceğini söyledi. İran için karamsar olan Yıldırım, kısa vadede İran’da rejim değişikliği beklediğini ifade ederken, İsrail içinse Suriye’deki aktörlere “Benim onayım olmadan kimse silahlanamaz” mesajı verdiğini iddia etti. Türkiye’deki Suriyelilerin kendiliğinden ülkelerine dönmeyeceğini söyleyen Yıldırım, “Türkiye’nin şu aşamada Suriye’de bir kazanım elde ettiğini düşünmüyorum” dedi.

İlk sorum şu olsun, Suriye'de yaşananlara bir devrim diyebilir miyiz?

Burak Yıldırım: Devrimin tanımı, teknik olarak anlam olarak karşılığını nasıl yorumladığımızla alakalı bir şey. Yani daha ileriye atılmış, eskisinden daha iyiyi ifade eden bir yapıdan bahsedeceksek bir devrim olabilir ama işte İran İslam Devrim’i de kendini bir devrim olarak nitelendiriyor ama bu devrimlerin işte toplumsal karşılığı ne boyuttan ne boyutta gelişecek, seyri ne olacak? Bu tarihin tanımlayabildiği bir şey yani. Çünkü her hareket kendine bir devrim olarak nitelendiriyor. AKP iktidara geldiğinde iktidara gelebilmesi devrim olarak nitelendirmişti. Muhtemelen AKP'den sonra iktidara gelecek olan siyasi parti ve siyasetçiler de bunu bir Türkiye siyaseti açısından devrim olarak nitelendirecek. Ya da geçen sene CHP’nin kurultayında genel başkan değişmişti. Türk siyasi tarihinde ilk kez böyle bir şey mümkün olmuştu. Ona da bir devrim denmişti. Yani devrimin devrim olma kıymeti kalmadığı için artık dünyanın geri kalanı da, bir hareketin, bir değişimin devrim olarak tanımlanması, sembolik olsa bile çok büyük bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Yani o devrimler çağı biraz daha geride kaldı diye düşünüyorum ben.

“HTŞ’nin terör örgütü olup olmadığını tartışmaya açamazsınız”

Peki, Şam'ın ve Suriye'nin büyükşehirlerinin hakimiyetini kazanan Heyet Tahrir eş-Şam ile Türkiye'nin ilişkileri var mı? Ya da önümüzdeki dönemde bu ilişkiler nasıl bir hâl alabilir?

Yıldırım: Şimdi bundan öncesi bundan sonrasını bir milat olarak kabul etmek lazım. Yani Şam’ın düşmesinden öncesi ve sonrası. Bildiğiniz gibi HTŞ hala dünyanın büyük bir kısmı tarafından terör örgütü olarak tanımlanıyor. Eylemleri de yaptıkları itibariyle de terör pratikleri uygulayan bir örgüt olması hasebiyle aslında bu siyasi alınmış bir pozisyon değil. Gerçekten bir terör örgüttü. Bileşenleri de terör örgütü, militanların önemli kısmı da. İşte Cevlani işte Ahmet Eşşara dediğimiz kişiye liderleri bile İŞİD'in Musul işgalinde, İŞİD saflarına katılmış, çatışmış, insan öldürmüş, sivil öldürmüş birisi. Şimdi siz bunun terör örgütü olup olmadığını tartışmaya açamazsınız. Ama HTŞ’nin bundan sonraki alacağı pozisyonla alakalı, tabii ki Taliban’ın Afganistan'da tekrar idare gelmesiyle birlikte ortaya çıkan o yeni bir paradigma var ya, o pragmatist yaklaşımın dünyanın bir kısmı tarafından sergilenmesi mümkün. Türkiye'de bu bağlamda HTŞ ile daha önceki ilişkilerinde tabi ki bir terör örgütüyle alakalı net tanımlaması ve terör örgütü yöneticilerine yönelik bir hukuki yaptırım süreci uluslararası anlaşmalardan kaynaklı bunları uygulayan bir ülke. Ama bundan sonrasında HTŞ ile olan ilişkilerinin öncesi gibi olması mümkün olmayabilir. Sahadaki gerçeklik, politik gerçeklik oradaki egemenlik alanıyla alakalı oluşan gerçeklikler, bunu imkansız hale getirebilir. Türkiye üzerinde özellikle -ki ABD de bile böyle bir şey var.- Ha, Türkiye'nin daha öncesinde HTŞ ile olan ilişkisi neydi? Bakın İdlib'de bir egemenlik alını vardı HTŞ’nin 15 gün öncesine kadar ve burada aslında 2016’dan sonraki o Esad'la müttefiklerinin taarruzundan sonra, muhalif gruptan önemli bir kısmını sıkıştığı bir alandı İdlip. Daha öncesinde nüfusu 500-600 bindi, şimdi 3.8 milyon. Yani herkes oraya sürüldü ve HTŞ oradaki diğer silahlı grupları ya kendi çatısı altına almaya çalıştı ya da elimine etmeye çalıştı ve oranın tek hakimi olmayı hedefledi. Bunu da başardı. 4-5 yıl boyunca bir hazırlık yaptı. Şimdi bütün bu süreç içerisinde İdlib'in ya Esad yönetimindeki bölgelerle sınırı var ya da Türkiye ile sınırı var ve bu bölgenin tamamı gerginliği azaltma bölgesinin tamamının etrafında Türkiye’nin doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin bulunduğu gözlem noktaları vardı. Şimdi burada kaçınılmaz bir ilişki, iletişim var ama bunun boyutu, bunun içeriğiyle alakalı eldeki veri yani açık kaynağa ulaşan veri miktarı çok az olduğu için, söyleyeceğimiz her şey spekülasyondan ibaret olur ve açıkçası Türkiye'nin uluslararası pozisyonuna da zarar verme ihtimali olan o soruları sormak zorunda kalırız.

“Türkiye içinde de HTŞ gruplarının olması, bence çok büyük bir güvenlik riski”

Hani bu tabii ki endişelenmesi gereken biz miyiz? Evet, bir ölçüde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak endişelenmeliyiz ama beni daha çok endişe ettiren şey şu, bu süre zarfında eğer HTŞ’nin herhangi bir unsuru ya da HTŞ iltisaklı herhangi bir unsur, Türkiye'de herhangi bir şekilde sınırın Türkiye tarafında herhangi bir etki alanına sahip oldu mu? Yani HTŞ’ye sempati duyan, sınıra yakın ya da Suriye'ye yakın şehirlerde, bölgelerde işte çeşitli organizasyonlar yapıldı mı? Bunlar oraya sızabildiler mi? Bunu şunun için soruyorum, bu süre zarfında HTŞ eğer Türkiye üzerinden herhangi bir ikmal yolu açmaya çalıştıysa, Türkiye üzerinden kendisine bir kanal açmaya çalıştıysa, -bakın Türkiye destek verdi demiyorum.— Böyle bir girişimde bulunduysa kendisini destekleyen bazı hücrelerin Türkiye içine ulaşmasını orada var olmasını sağlamayı da amaçlamış olabilir. Bu endişemi niye tekrarlıyorum burada? Türkiye bu konularda özellikle son 10 yılda ciddi anlamda iyi sınavlar veremedi. Yani PYD-PKK terör örgütünden tutun, DHKP-C’sine, İŞİD'inden işte HTŞ’sine kadar birçok terör örgütünün Türkiye'de işte hücre evlerinin ortaya çıktığını, çeşitli hücre gruplarının olduğunu konuştuk. Zaman zaman bazı terör saldırılarının bu gruplarca gerçekleştirildiğini -ki en son TUSAŞ saldırısı bunun bir örneği- böyle hadiselerle karşı karşıya kaldık ve HTŞ oradaki kendi ideolojik motivasyon kaynaklarının Türkiye'de bir iz düşümünü yaratmak istediyse bu süre zarfında, kendi lojistik imkanlarını ve kendi hazırlık planlama sürecini güçlendirmek için, Türkiye içinde de bazı çok küçük de olsa sınırlı da olsa HTŞ gruplarının olması bence çok büyük bir güvenlik riski anlamına geliyor.

“HTŞ şu an gerçekten çok akıllıca, çok planlı bir strateji uyguluyor”

Yani bu çok netameli bir konu burada. Hukuki açıdan da ne sizi ne de kendi başımı da belaya sokmak istemem ama bu girişimde bulunmuş olma ihtimali yüksek. Şimdi “HTŞ bu kadar akıllı bir terör örgütü mü, nasıl böyle bir şey düşünmüş olabilir?” diye düşünecek olursak, HTŞ şu an gerçekten çok akıllıca, çok planlı bir strateji uyguluyor. Yani işte son açıkladığı bakanlar kabinesinde geçiş hükümetinden tutun, YPG ve SMO ile kurduğu ilişkilere Lazkiye ve Tartus’a nasıl girdiğiyle alakalı, Dürzilere yaklaşımı… İşte Rusya'yla, Irak'la, İran'la, Türkiye’yle, ABD ile İsrail ile ilişkilerini yürütme biçim itibariyle gerçekten tırnak içinde söylüyorum. Hayatın doğal akışına aykırı bir profesyonellikle yürütüyor bu işleri. O yüzden bu soruları bu riskleri düşünmek zorunda kalıyoruz. Eminim Türkiye'deki güvenlik bürokratları da bununla alakalı soruları sorup çalışmaya başlamıştır diye düşünüyorum. En azından umuyorum.

YPG kısa vadede şu an kontrol ettiği bölgelerin önemli bir kısmından çıkmak zorunda kalacak”

Peki Suriye'nin doğusuna gidelim. SDGnin Suriye de büyük bir alanın kontrol ettiğini görüyoruz. ABD de kendilerini koruyor, açıklamalar yapıyorlar. Türkiye ise terör örgütü olarak görüyor. Türkiye SDG ile ilgili kısa vadede veya orta vadede ne yapabilir?

Yıldırım: Türkiye'nin doğrudan müdahale olup da bir kara harekatı icra etmesi açıkçası kar zarar hesabında, yani işte maliyet hesabında çok Türkiye lehine yazmaz. Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı şey olmaz ama şu an Suriye'nin kendi içinde bir dinamik var. SDF’nin SDG'nin artık bir sürü isim var. Yani bir sürü kısaltma var. PYD-PKK diyelim YPG diyelim oraya… Kontrol ettiği bölgelerin tamamı Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgeler değil. Bu bölgelerin önemli bir kısmı, İŞİD'den devralan ve İŞİD'in ortaya çıktığı bölgeler. Bu bize şunu anlatmalı: Buradaki Sünni Arap aşiretleri zaten İŞİD’in nüvesini oluşturan kişilerin ortaya çıkıp doğdukları, yaşadıkları yer. Evet, İŞİD’lilerin geriye kalanları ve bölgedeki birçok hapishane tutuluyor ama bu bölgede aynı hayat pratiklerini uygulayan milyonlarca insan var. Burada yaşayan 100 binlerce insan var, burada yaşıyorlar. Tamam İŞİD’li değiller ama YPG’nin oradaki varlığıyla, iradesiyle, hükmüyle alakalı da çok pozitif duygulara sahip insanlar değiller. Neticede akrabaları, YPG’nin kontrol ettiği hapishanelerde tutuluyor. İŞİD'li olmasalar bile, kendi yaşadıkları bölgeyle alakalı egemenlik haklarından çok da vazgeçmiş değiller. Son bir haftada bunun işaretlerini görüyoruz. Mesela Esad çekildi Deyrizor’dan, YPG’ye bıraktı. Deyrizor’un kendi yerel sakinleri böyle çok silahlı falan da değil, yani bildiğin bir şehir içerisinde kontrollü kendileri devraldılar ve YPG’lileri kovdular şehirden. İşte Meskene’de benzer hadiseler var ki Rakka asıl YPG’nin en çok zorlanacağı bölgelerden birisi olarak geliyor. Çünkü o işte Kobani Rojava'yla Haseki. Yani böyle diğer egemen bölgeden arasında tam koridorda bulunuyor Rakka ve Rakka sakinlerin eline geçerse, YPG oradan çıkartılırsa şayet, orada küçük bir kanton kalacak ve etrafı ya SMO ya da Türkiye'den ibaret bir sembolik de bir anlam atfettikleri bir bölge kalmış olacak orada.

“Yok, İŞİD diye bir şey kalmadı orada”

O yüzden orta vadede çok daha farklı sonuçların oluşması mümkün olmakla birlikte, ABD ve İsrail desteği sağlandığında… Kısa vadede YPG’nin şu an kontrol ettiği bölgelerin önemli bir kısmından YPG çıkmak zorunda kalacak. Şu anda halihazırda çıkartılıyor. Bu benim böyle arzu ettiğim, Türkiye'nin tezini desteklemek için söylediğim bir şey değil. Gerçeklik bu şu an halihazırda, oradaki isyanlar devam ediyor. Ha bu isyanlar niye ortaya çıktı, işte son 4-5 yılda daha az sürede demin bahsettiğim işte bu insanların motivasyonları, hayat pratikleri, oradaki işte geleneksel 1000-1500 yıldır orada yaşayan topluluklar, aşiretler bunlar. İŞİD’lilere ve İŞİD ile olan akrabalık ilişkileriyle kaynaklı YPG oradaki insanların hepsine İŞİD’li muamelesi yaptı. Ayrımcılık yaptı, saldırgan davrandı. Hani işte Esad bir baskıcı otoriter rejim kurdu diye söyleniyor ya Suriye’de… Benzer bir otoriteyi, benzer bir yönetim anlayışını YPG de orada pratik olarak kullandı ve bunun yarattığı öfke, nefret Esad gittikten sonra şu an, YPG’ye dönüyor ve işte ABD geçen gün açıkladı; "175 tane İŞİD noktasını, mevzisini hedef aldık.” Yok İŞİD diye bir şey kalmadı orada. Orada isyan eden Arap aşiretlerini vuruyorlar.

“SDG oradaki kontrolünü, egemenlik alanını yitiriyor”

YPG’nin kontrolünden, SDG’nin kontrolünden çıkmasınlar diye ama işte bu SDG’nin Kürt olmayan bazı unsurları da şu aşamada ayrılıyorlar. SMO’ya HTŞ’ye, Özgür Suriye Ordusu’na yani bunların hepsi, 3 aslında farklı grup artık, bunlara katılıyorlar. Yani SDG ordaki kontrolünü, egemenlik alanını yitiriyor. Ha bu şu anlama geliyor, HTŞ niye müdahale etmiyor SMO’nun bu girişimlerine şeylerine. İşte HTŞ de o egemenlik alanları, kantonlar, otonom bölgeler, özellikle yapılar belli olurken, sınırların yazıldığı noktada YPG’nin elinde bu kadar geniş alan kalsın istemiyor ama kendisi doğrudan çatışmayı da cesaret edemiyor. Yani böyle bir süreç var karşımızda.

Peki hemen şunu sormak isterim, şu anki duruma bakınca Suriye yakın zamanda toprak bütünlüğünü sağlayabilir mi?

Yıldırım: Yani şimdi Irak'tan örnek vererek gidelim. Karşımızda çok daha böyle oturmuş bir örnek var. Irak’ın toprak bütünlüğü var mı? Kağıt üzerinde var ama işte bir özerk bölge var. Kuzey’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve geriye kalan bölgeler var. Geriye kalan bölgelerde de Sünni Şii vatandaşlar arasında bölünmüş, herhangi bir hukuki şeyi karşılığı olmasa da fiilen bölünmüş de facto bölünmüş bir yapı var. Şimdi Suriye'de de benzer bir sonuç ortaya çıkacaktır. Ben Suriye'nin topraklarının bir kısmı işte Dürzilerin ayrılıp biz kendi Dürzi cumhuriyetimizi kurduk yada Lazkiye Tarsus'ta bir işte Nusayri cumhuriyet otonom bölge kuruldu diye bir şey ortaya çıkmasını beklemiyorum ama işte kantonlaşmış kantonlardan oluşan Dürzilerin, Kürtlerin ve belki Nusayrilerin olduğu 3 tane kamptan, 3 tane ayrı otonom bölgenin ve merkez otoritenin geriye kalan bölgelerde egemenlik alanına sahip olduğu bir yapı ortaya çıkabilir.

“Sınırların değişmesiyle alakalı bir talep var bazı bölgelerde”

Bu şunu bize anlatıyor hep şunları refere ediyor işte, Türkiye'de 2 ana akım var, slogan vardır Orta Doğu'yla alakalı; “BOP’a, Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıkacağız.” Doğru mantıklı. “100 yıl önce cetvelle çizilen haritaları kabul etmiyoruz.” Şimdi bunların ikisi birbiriyle çelişkili. Evet, 100 yıl önce buradaki haritalar, sınırlar cetvellerle çizildi. Dümdüz çizgilerle çizildi. Egemenlik alanlarına dayalı çizildi. Bu sınırların doğal olmaması, bu sınırların içinde kalan grupların dışında kalan grupların birbiriyle etkileşimi, çok ciddi güvenlik problemleri, çatışma alanları ürettiği için bu sınırların değişmesiyle alakalı bir talep var bazı bölgelerde. Bunun adı Büyük Orta Doğu Projesi olmak zorunda değil ama Büyük Orta Doğu Projesi temelde bunu söylüyor. Şimdi Türkiye'yi dışarıda bıraktığımda, o Türkiye'nin egemenlik alanıyla, Türkiye'nin sınırlarını kesinlikle herhangi bir şekilde tartışma, müzakere alanı olarak açmadığımızda oraya koymadığımızda geri kalan yapılarda, Irak'ta, Suriye’nin bir kısmını da içine alan bir Sünni bölgesinin oluşması, oradaki Sünnilerin talebi. İŞİD bu yüzden ortaya çıktı. Yani işte o “Sünniistan” dediğimiz o bölge, İŞİD'in egemen olduğu bölgelerdi. Siz bunu baskıladıkça ortaya çıkan şey İŞİD. Daha radikal, daha büyük yıkımlara sebep olan ve egemenlik iddiasını daha da genişleten yapılar çıkıyor. Yani orada orta vadede kaçınılmaz bir kaos ve çatışma ortamı var. Bu dengeyi korumak için işte İran’ın Suudi Arabistan’ın kendi rekabet alanlarını, o Orta Doğu paradigmasını korumak için girdikleri girişimler var ama ürettikleri çözümler işte birisi terör ihraç ediyor, birisi diğer teröristleri fonluyor finanse ediyor. Bunun sonunda bu kadar çok silaha erişimi olan milyonlarca insanın, bölgenin bu tür böyle ABD’nin, Rusya'nın, Çin'in falan, Avrupa'nın müdahalesi olmadan kendi BOP’unu kendisi hazırlayacak noktaya getiriyorlar ve bu işin ortalarda varacağın yer Orta Doğu’daki bütün sınırların değişmesiyle ilgili olabilir. Ve bu şu anlama geliyor; yani işte burada demokratik bir rejim yok. İsrail dahil olmak üzere bunların hepsi ya monarşi, işte otoriter rejimler. Bunların iktidarlarının devrilmesiyle sonuçlanacak bir yapı ortaya çıkacak ve bu çok sürdürülebilir… İklim krizleri geliyor, göç hareketleri geliyor, enerji kaynakları değişiyor. Gıda enflasyonu artıyor. Bu monarşilerin, bu düzenlerin devam etmesi zor olacak orta vadede.

“İran’ın ‘Şii hilali’ kapasitesi yoktu en başından beri”

Peki İran'dan biraz bahsedelim. İran’ın bir Şii hilali vardı. İran, Irak, Suriye oradan Lübnan ve Gazze'ye uzanan bu Şii hilali tamamen çöktü mü? Ve bu yeni süreçte İran’ı ne bekliyor?

Yıldırım: O İran’ın tasarladığı Şii hilalinin hayatta kalması mümkün değildi. Yani 7 Ekim olmasa bile hayatta kalması mümkün değildi. Rusya’nın Ukrayna işgali olmasa bile hayatta kalması mümkün değildi. Şimdi birden fazla ülkeyi içeren bir ittifaktan, koalisyondan bahsettiğiniz de bir hilal, bir hedef, bir hat oluşturmak istediğiniz de, bunun merkezinde ana sikletinde bulunan ülkenin üretim kapasitesinin, siyasi kapasitesinin, ekonomik, askeri kapasitesinin çok çok güçlü olması lazım. Yani bu bölgelerin tamamında hangi unsur kaybolursa kaybolsun, kısa vadede onu tamamlayabilme kapasitesine sahip olması lazım. Yani Hizbullah’ın komuta kademesi, telsiz saldırısında ortadan kalktığında, İran’ın bunu 3 ay içerisinde telafi edebiliyor olması lazım. İran’ın böyle bir kapasitesi yoktu en başından beri. Bir işte propaganda, biraz daha kendi iç iktidarıyla, kendi iktidarına yönelik oradaki egemenlik alanına yönelik tehditleri ihraç etmeye hedefleyen kaynaklı bir anlayış vardı ve işte “Biz Suriye'ye egemeniz, Irak’a egemeniz, Lübnan'da bizi ne dersek ki olur. Yemen zaten bizim adımıza orada savaşıyor. Bahreyn'deki isyanların arkasında biz varız. Bunlar bizimle beraber kalmak istiyorlar.” Ama işte sen bu kadar büyük bir coğrafyayı, bütün üretim kapasitenle, yenileme kapasitenle, ekonomik kapasitenle de destekleyebilir misin? Destekleyemiyorsun işte. Yani İran, Suriye’de 80 milyar dolar para harcamış buharlaştı o para. Hiçbir şey yok ortada. Nereye gitti, ne fayda sağlıyor, hiçbir şekilde bir geri dönüşü yok. Bir anlamda bir çıktı üretmemiş oldular orada. Şimdi işte benzer şeyler dünyanın geri kalanındaki ülkeler, hatta Türkiye için de söylenir işte, “Biz niye Orta Asya ülkeleriyle böyle bir işte kendi ittifakımızı kuramıyoruz” diye… Kuramayız, çünkü ne bizim ne de oradaki ülkelerin ihtiyaç duyduğu yani Rusya'dan, Çin'den, batıdan aldıklarını ikame edebilecek kadar üretmiyoruz. Bunu üretebilirseniz, üretim hatlarını sürekli açık tutabilirseniz, bunların bütün güvenliğini ticari koridorlarının güvenliğini sağlayabilirseniz, o zaman bazı şeyler mümkün olabiliyor. Ama işte bu Çin ve ABD dışında dünyanın geri kalanının sahip olduğu bir şey değil. Çok büyük bir lüks. Yani bir ülkenin bir kamunun ulaşabileceği en büyük şeylerden birisi. İran’ın da buna sahip olması orta ya da uzun vadede çok mümkün değildi.

“İran'da bir rejim değişikliğini kaçınılmaz görüyorum”

Bu saatten sonra İran’ın geleceği, akıbeti ile alakalı, İran'da bir rejim değişikliğini ben ortalarda kaçınılmaz görüyorum. Yani bu artık bu sıkışmışlık çok büyük hatalar yaptırmak zorunda kalacak. Ben daha da kötü bir şey söyleyeyim, daha da kötü bir ihtimalden… İran bu kadar tırnak içinde dayak yedikten sonra. Bu caydırıcılığını tekrar test etmek için, bir an önce nükleer silaha sahip olmak isteyebilir. Hani “Bana dokunmayın, bakın artık benim nükleer silahım var” demek isteyebilir, çok sıkıştığı için ve bu aslında onun esas sonuna getirecek ihtimaller dizisini başlatabilir. Yani çok büyük bir askeri müdahale ve beraberinde gerçekten İran’ın bürünmesinden yani işte Irak'a ya da Suriye’deki durumdan ya da potansiyelden ihtimallerden değil, doğrudan İran’ın toprak bütünlüğünün ortadan kalktığı bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz. Bundan tabii ki fayda sağlayacak olanlar vardır ama zarar görecek olanlar vardır. Türkiye görebileceği faydaların yanında, çok büyük zararlar da karşılaşabilir İran’ın toprak bütün ortadan kalkmasından.

"İsrail Suriye’deki bütün aktörlere ‘Benim onayım olmadan kimse silahlanamaz’ mesajı veriyor"

İsrail'e biraz bakmak istiyorum. Suriye'deki bu yeni süreçte, yaptıklarını nasıl okumalıyız? Zira Golan Tepelerinin de ötesine geçti. Suriye'nin stratejik askeri tesislerini vurdu. Vuruyor. İsrail şu anda ne yapmak istiyor sizce?

Yıldırım: İsrail'in Suriye'de hedef aldığı askeri üslerin, mühimmatların, silah sistemlerinin İsrail'e karşı herhangi bir güvenlik tehdidi oluşturma ihtimali yokken… İşte bir taraftan MİG 21 var. Hani 2 buçuk nesil uçak, 3 bile değil, kapasitesi, kabiliyetleri son derece sınırlı. Bir tarafta İsrail Hava Kuvvetleri var. Yani bunların rekabetinin nicel ve nitel olarak karşı karşıya gelmelerinin herhangi bir anlamlı karşılığı yok. İşte Lazkiye’de Suriye'ye ait deniz unsuru 2 tane bot yani, gönderdiği 3 tane füze, o da 3 füzenin ateşlenmesinden bir tanesi bile hedefini bulur mu, belli değil. Hani bunun İsrail için bir güvenlik tehdidi üretmesi mümkün değil. Ama İsrail bunları niye hedef alıyor? Diyor ki Suriye'deki bütün aktörlere, Dürzilere, Nusayrilere, Sünnilere, Şiilere ve Kürtlere, “Suriye'de benim kontrolümde olmadan benim onayımda olmadan kimse silahlanamaz. Kimin hangisiyle erişebileceğine ben karar veriyorum. Ve buradaki müttefiklik arayışınız Türkiye olabilir, İran olabilir, Rusya olabilir. Ben olmadığım takdirde, ben onaylamadığım takdirde, hayatta kalması mümkün değil” mesajı veriyor. Yani Suriye'nin artık bütün bileşenlerine Suriye'deki aktörlere, “Benimle birlikte durursanız benim güvenlik şemsiyemim altında kalırsanız bu bölgede hayatta kalabilirsiniz. Ve silaha erişebilirsiniz” mesajı veriyor. Mesela Dürziler çok önemli. Ana akım medyada çok bahsedilmiyor. Anlattığımız zaman da çok çabukça geçiştiriyorlar. Üstünde durmuyorlar ama cam şişenin böyle mantar tıpalar olur ya. Dürziler, Suriye için öyle. İsrail'le Suriye’nin sınırına bakın. Tam o sınırını bir tıpa gibi Suriye'nin geri kalanından soyutlayan aslında bir tampon bölge Dürzilerin otonom bölgesi. Şayet yeni anayasada tanımlanırsa. Bu İsrail'e muazzam bir güvenlik imkanı veriyor. Orada Dürzilerin koruduğu, Dürzilerin egemenliğinde bir tampon bölge oluşturmuş oluyor ve Suriye'nin geri kalanındaki cihatçı gruplardan bir parça filtrelemiş oluyor. Doğusuna bakın, Ürdün'de ABD’nin işte bir kaç üssü var -ki Orta Doğu'daki en büyük üssü inşa ediyor şu an Ürdün’e- orada zaten herhangi bir güvenlik riski oluşmuyor. Ürdün’den gelen… Zaten kuzeyde Hizbullah’ı ve İran’ın vekillerini yok etti, Lübnan'dan gelen yeni bir şey yok. Litani Nehri'ne kadar bir tampon bölge oluşturdu orada. Yani İsrail'in kendi dışsal güvenlik tehditlerinin önemli bir kısmı, elimine edilmiş oluyor. İllaki Golan’ın hukuki olarak ilhakına yeni Suriye hükümetinden isteyecek ve çok yüksek ihtimalle de bunu mümkün kılacak. Yani Golan artık İsrail’in işgal ettiği Suriye toprağı falan değil. 1967’de BM’nin aldığı kararın iptaline varabilecek… Suriye’nin, “Tamam ben kabul ediyorum falan senin olsun” diyebileceği bir tablo karşımıza çıkacak ve şu an o BM nin belirlediği o tampon bölgesindeki hareketliliği de varlığı da fiilen devam edecek ve yeni bir işgal alanı işte eskiden Golan’da işgalciydi şimdi o tampon bölgede işgalci olacak ve o tampon bölgedeki işgalcilik durumu, böyle Şam’ın dış mahallelerine havan menzilinden -bırakın top-mop menzilinde falan değil- havan menzilinde falan bir mesafede kalacak. Ve Şam'daki hükümet kimden teşkil olursa olsun, hep böyle bir Demokles kılıcı, başının üstünde dönmeye devam edecek. Yani İsrail'in aleyhine Şam'da bir ajanda ortaya çıktığında doğrudan hedef alınabileceği, doğrudan müdahale edebilecek bir mesafede kalmış olacak. İşte İsrail Hava Kuvvetleri bunun için yeterli değil miydi, füze atmıyor muydu, yıllardır bombalamıyor muydu, bombalıyor tamam. Ama bu doğrudan fiilen kendisini göstermek ve karadaki egemenliği sağlamak, müdahil olmak bambaşka bir şey. Yani bambaşka bir kapasite imkan yetenekten bahsetmiş oluruz.

Türkiyeye dönelim, biraz da… Türkiye'nin desteklediği Suriye Milli Ordusunun akıbetini nasıl görüyorsunuz? Suriye'nin geleceğinde bir söz sahibi olabilir mi?

Yıldırım: Ya bence olacak ama bu işte Türkiye'nin güdümünden, kontrolünden çıktıktan sonra mümkün olacak. Yani bize faydası olmadan… Tamam olmuş olacak SMO’nun çünkü SMO’da bir biliyorsunuz bir hükümeti var. Sürgündeki bir hükümet SMO’nun bağlı olduğu bir hükümet var. Suriye Geçici Hükümeti işte HTŞ’nin bir hükümeti var. YPG’nin bir hükümeti var. Bakalım Dürziler bir şeyler tasarlıyorlar, kurguluyorlar. Nusayriler ne yapacaklar? Lazkiye'de Tartus’ta tamam, Esad'dan ve Esad rejiminden, ailesinden vazgeçtiler. Zaten çok büyük bir destek de söz konusu değildi. Orada kimsenin kimseye dokunmadığı bir bölgeydi. Orada Türkiye'nin alacağı pozisyon, biraz daha işte HTŞ ile SMO’nun oluşturacağı merkezi idareyi desteklemek şeklinde olacak gibi görünüyor ki bu Türkiye'yi böyle özel bir yere ayrı bir yere koymuyor. Dünyanın geri kalanı neredeyse böyle bir tavır alacakmış gibi gözüküyor ama SMO’nun oradaki varlığı doğrudan Türkiye ajandasını kabul eden ve bunu uygulayan pozisyonu değişmek zorunda kalacak diye düşünüyorum. Yani işte HTŞ bir Şam'da kabine kurdu. Bu kabine de HTŞ dışında kimse yok. O da şu mesajı veriyor. Suriye'nin geleceğinde herhangi bir iktidar egemenlik iddiası olan herhangi bir grup varsa, bunun yolu benimle uzlaşmaktan benimle bir araya gelmekten geçiyor. Benimle ortak olmaktan geçiyor bana ilhak edilmekten geçiyor.” O yüzden işte Türkiye'nin Suriye’deki varlığı, SMO'nun Suriye'nin geleceğindeki varlığı, biraz daha kendi insiyatifinden çıkmış durumda diye düşünüyorum. Yani evet, Türkiye çok büyük bir güç. Çok egemen bir güç ama bu egemen gücünü nasıl tahvil edecek Suriye'de biraz belirsiz gibi duruyor.

“Suriyelilerin kendiliğinden ülkelerine dönmelerinin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum”

Türkiye'deki Suriyeli sığınmacının geri dönüşü çok konuşulmaya başlandı, Esad rejiminin düşmesiyle birlikte… Siz anlamlı oranda bir geri dönüş bekliyor musunuz? Kısa vadede veya orta vadede.

Yıldırım: Şöyle, bu işin ekonomik politiğine bakmak lazım. Bakın bu insanlar kendi iradeleriyle “Hadi Türkiye'de her şey çok güzel” demediler. Bir ekonomik politik vardı. Suriye'de çatışma vardı. Ekonomik kriz vardı, gitmek zorunda kaldılar, Türkiye'ye geldiler. Şimdi dönerken de, iktidarın bu konuyla alakalı ana eksenini oluşturan 3 tane grup var. Bunlardan birisi işte bir sermaye grubu. Suriyelilerin, sığınmacıların emeklerini sömüren, güvencesiz çalıştıran, çok ucuza çalıştıran bir grup var. Bunlar kâr maksimizasyonlarını devam ettirmek için, kalmalarını isteyecektir. Bir grup var inşaat lobisi diyelim onlara isim belirtmeyelim. İnşaatçılar, yeni bir talebin oluşturulması ve oraya gidecek fonlarla alakalı finansmanlarla alakalı yeni inşaat alanlarından kâr maksimizasyonu hedefleyen gruplar var. Bunlar gitmelerini isteyecek Suriyelilerin. Bunların hepsi iktidara yakın gruplar, iktidara ulaşabilen, hükümete ulaşabilen gruplar. Ve, Mehmet Şimşek, Mehmet Şimşek de ekonomik programı istediği hedefleri tutturamıyor istediği vadede. Enflasyonu bir an önce düşürmeyi hedefliyor. Faizleri de bu sayede azaltabileceğini düşünüyor. Barınma kaynaklı enflasyonu düşürmek için Suriyelilerin, Suriye'ye geri dönmesini isteyecektir. Ki kendi ekonomik programının başarısını gösterebilmesi için böyle bir paradigma kuracaktır. İşte bunların arasındaki ilişki de kim galip gelecek, ne ölçüde galip gelecek? Tabii ki siyasetin diğer fonksiyonlarının da etkisi önemli olacak ama bunların arasındaki galip gelme durumundan göreceğiz. Nasıl göreceğiz? Mesela Suriyelilere aktarılan sosyal yardım programlarının kesintiye uğraması, ya da işte bu belli bir takvimde bunların hepsinin kaldırılması gündemimize gelirse, diyeceğiz ki “İnşaat lobisi, Mehmet Şimşek kazandı. Suriyelilerin önemli bir kısmı geri dönecekler. Bir kısmının kalmasına kabullendiler.” Ama işte ben herhangi bir müdahale olmazsa böyle kısaya da orta vadede Suriyelilerin kendiliğinden ülkelerine dönmelerinin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Mesela işte Avrupa Birliği'nin üyelerinin yarısı, iltica başvurularını reddetmeye başladı. Karar aldı artık Suriyelilerin iltica başvurularını reddedeceğiz dediler. Oradaki kalıcı bir oturum izni de vermemişlerdi. Büyük bir kısmının oturum çalışma izinlerini iptal etmeye başladılar. Bu ne anlama geliyor? “Evinize dönün artık Suriye güvenli bir ülke, orada kalabilirsiniz. Burada kalmayın.” Türkiye'de benzer adımları atarsa, bu noktada bir idarenin vermiş olduğu bir kararın bir iradenin ortaya çıktığını söylemek mümkün olacak. Ama hiçbir şey yapılmazsa Avrupa'da da kalırlar. Türkiye'de de kalırlar gittikleri her yerde kalırlar.

“Türkiye’nin şu aşamada Suriye’de bir kazanım elde ettiğini düşünmüyorum”

Peki son soruma geçeyim zamanımızda tükeniyor. Şu anda baktığımız zaman Suriye'deki olaylar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na yaramış gözüküyor. Artı puan almış gözüküyor kamuoyu nezdinde tabi.. Siz nasıl yorumlarsınız ve orta ve uzun vadede bu durum devam eder mi?

Yıldırım: Ya ben işte bu böyle yabancı basında falan da çıkanlar da var. Bir sürü işte haber, makale, analiz okuyorum, okuyorum, okuyorum, bakıyorum hala tek bir somut Türkiye kazanımıyla alakalı bir işaret eden hiçbir şey görmedim. Mesela Türkiye'nin YPG ile ilgili tezlerini, HTŞ’nin Suriye’de oluşturulan yeni geçici hükümetin herhangi bir desteği destek ilanı söz konusu mu..? “Bizim YPG de ilgili düşüncemiz, Türkiye'yle aynı paralellikte, bu terör örgütünün Suriye'nin herhangi bir bölgesinde egemen olmasını istemiyoruz” diyen var mı Suriye’de, yok. Şimdi Suriye biliyorsunuz Doğu Akdeniz'e kıyısı olan bir ülke. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımayı taahhüt eden bir yapı var mı ortada, SMO dahil olmak üzere. Yok. Kıbrıs’ta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Suriye, Türkiye arasında bir münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalanması söz konusu mu? Böyle bir gündem var mı? Yok yani Suriye ile Türkiye'nin ortak ajandasının olabileceği ortak gündemin olabileceği bütün başlıklara teker teker bakalım. Bu başlıklarda Türkiye'nin lehine, Türkiye'yi destekleyen, Türkiye'nin tezlerini kabul eden herhangi bir somut gelişme var mı? Herhangi bir somut gelişme umudu potansiyeli var mı? Ya da işte Katar'dan Türkiye'ye ulaşabilecek, Türkiye üzerinden Avrupa'ya gidecek bir petrol boru hattı haritaları dolaşıyor. Böyle bir proje ortaya çıktı mı, var mı? Herkesin fayda sağlayacağı… Hama Humus arasında yarım kalan ve İsrail'in aslında Doğu Akdeniz'den çıkarttığı gaz ve petrolün Avrupa’ya ulaşmasını sağlayan bir petrol boru hattı projesi vardı. Suriye savaşı çıktıktan sonra tamamlanmadı. "Bu boru hattını tamamlayalım. Buradan herkes fayda sağlasın” diyen var mı? Yok. Türkiye ne kazandı burada, yani Türkiye ne elde etmiş oldu? Esad’ın gitmesi sadece Türkiye'nin projesi miydi? Esad gitti tamam Esad’ın gitmesi politik bir hedefti. Bizim bundan kazancımız ne oldu? Ben ne kazandım? Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yarın sabah uyandığında, Esad rejiminin Suriye’den gitmesinden ne gibi bir pratik fayda sağlamış olacak ya da orta vadede planlanmış öngörülebilir bir takvim. Bu izah edilmediği sürece benim bu konuyla alakalı herhangi bir yorumu ciddiye almam mümkün değil. Yani iç politikada siz bütün işte siyasi, ekonomik krizleri bir propaganda makinesinin nesnesi haline getirip de her şeyi “Aman oyları tahvil edelim. Aman seçmene tahvil edelim. Aman kendi mahallemiz işte tahkim edelim” şeklinde yapabilirsiniz ama işte Erdoğan bile çıkıp, 2-3 ay kritik bir süre olduğundan buradaki gelişmeleri takip ettiğinden, Suriye'nin toprak bütünlüğüne alakalı herhangi bir girişime kesinlikle izin vermeyeceğinden bahsediyor. Bu kadar itidalli konuşuyor. Hakan Fidan tamamen itidalli konuşuyor. Ben geriye kalan Bremen mızıkacılarının neye dayanarak, hangi gerekçeyle bu kadar Türkiye'nin çok büyük bir zafer elde ettiğinden bahsettiğini anlamıyorum. Yani anlayabilen varsa hani biz “bakın bunu kazandık. Bu şu olacak” diyorsa gelsinler anlatsınlar… Hatta bilakis şeyi var işte; 82 Halep, 83 Şam… Ya siz böyle mesajlar verdiğinizde bu mesajların Suriye'deki algısını hesap ediyor musunuz? Türkiye'yi işgalci, hasım, topraklarına göz diken yabancı bir güç olarak görecek oradaki insanlar -ki zaten 100 yıldır böyle en doktrini ediliyorlar.- “Hatay’ı bizden çalan ülke geldi, Adana mutabakatına dayattı. 2011'de Davutoğlu geldi, bizim anayasamıza, içişlerimize müdahale etti. Bunlar hasımlar bakın işte Suriyeli Kürtleri vuruyorlar, orada egemenlik ilan etmek istiyorlar. Bir işte insani yardımdan bahsetmiyorlar. Maske böyle ama işte gelip burada kaymakam atıyorlar Afrin’e. PTT şube açıyor bilmem ne” diyorlar yani bakın bu benim paylaştığım fikirler değil ama bizim oradaki algımızın önemini anlatmak için ifade ediyorum. Siz böyle bir kampanya böyle bir PR, böyle bir işte siyasi söylem sepeti oluşturursanız, alacağınız tepki göreceğiniz karşılık olumlu olmaz. Anlamlı bir sonuç üretemezsiniz. Tekrar ediyorum, Türkiye buradan ne gibi bir fayda ettiğini birisi açıklasın ya da desinler ki ya, “biz HTŞ ile bir anlaşma imzalandık ama şu an dünyaya kamuoyuna açıklayamayız. Çok gizli.” Diyelim ki “Tamam, Türkiye'nin bir şeyi var artık…” Sahadaki hareketler üzerinden bunu görebiliriz ama o da yok. Yani ben bir kazanım şu aşamada elde ettiğimizi düşünmüyorum ama bundan sonraki Türkiye'nin Suriye politikası üzerinden kazanımlar elde edilebilir mi? Tabii ki edilebilir ama iktidar bana bu ışığı, bu güveni vermiyor. Yani o 22 yıllık tecrübe hadisesiyle söylüyorum bunu da.

Podcast Haberleri