CUMARTESİ İNSANLARI, İNSAN HAKLARI HAFTASINDA YASAKSIZ MEYDAN’DA
Cumartesi İnsanları’ndan Av. Eren Baskın: “Elbet bir gün yeniden Galatasaray’a çıkacağız!”“Azalmadı direncim
solmadı karanfilim
bitmedi bekleyişim
kesilmedi özlemim
tükenmedi umudum
kaybolmadı inancım….”
Gözaltında kayıplar ve faili meçhul cinayetler için adalet arayan “en yüksek sessiz çığlık” Cumartesi Anneleri, 1995’den bu yana barışçıl toplanma ve gösteri hakkına dair en sembolik eylemlerden birini gerçekleştiriyor. Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan Yasaksız Meydan’da İrem Afşin‘in konuğu olan Cumartesi İnsanları’ndan Avukat Eren Baskın, gözaltında kaybedilen babası Abdülmecit Baskın’ın hikayesinden şekillenen kendi hayat çizgisinde “Cumartesi Anneleri”nin yerini, 700. haftada barışçıl eylem hakları Galatasaray Meydanı’na çıkmalarıyla “yasaklandıktan“ sonra yaşananları, haklarında son açılan davaya bakış açılarını anlatıyor: “Elbet bir gün yine babamın fotoğrafıyla Galatasaray’a çıkacağım. Dava açarak bize verdikleri gözdağı bir önem atfetmiyor, hatta bir şeref madalyası olarak göğsümüzde taşırız...”10-17 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası’nda Yasaksız Meydan’ın üçüncü bölümüne gözaltında kayıplar ve faili meçhul cinayetler için adalet talebiyle 25 yıldır Galatasaray Meydanı’nda barışçıl eylemlerini sürdüren Cumartesi Anneleri & Cumartesi İnsanları konuk oldu. 1995’de başladıkları barışçıl eylemlerine 1999’da yapılan yoğun müdahalelerin artmasıyla 2009’a kadar aran veren Cumartesi Anneleri, 25 Ağustos 2018’de 700. haftaya kadar da klasikleşerek devam eden eylemlerinde gözaltındaki kayıplar ve faili meçhul cinayetlerde kaybettikleri yakınları için adalet talep ediyorlar. Cumartesi Anneleri & İnsanları tıpkı Plaza de Mayo Anneleri gibi dünyanın en uzun süreli barışçıl oturma eylemi olarak tanınıyorlar. Eylem, geçmişte ve son yıllarda düzenli olarak orantısız güç kullanımı ve gösteri hakkının ihlaliyle, kitlede yaşlı kişilerin de bulunmasının göz ardı edilmesiyle de dikkat çekiyor. “Ben yarım bırakılmış bir hikayeyim” diyen Avukat Eren Baskın, babası Abdülmecit Baskın'ın 1994’te gözaltında kaybıyla başlayan süreci şöyle anlatıyor: “Babam Abdülmecit Baskın, 2 Ekim 1993 günü çalıştığı Ankara Altındağ Nüfus Müdürlüğü’nün önünden polis ekiplerince gözaltına alınarak katledildi. Ben henüz 4 yaşındaydım. Ölüm, kaçırma, faili meçhul gibi cümlelerle pek aşina olamıyoruz maalesef o yaşlarda, ama çocukluğumuz böyle geçti. Sürekli bir ölüm olgusunun içinde, korku objesinin içinde, o zamanlar zikredilen isimlerin hayatımıza girmesiyle normal bir çocukluk yaşamının çok daha dışında bir hayat yaşamak zorunda kaldım. Evimi, barkımı terk ettim. Ankara’dan Hakkari Yüksekova’daki ailemin yanına geldim. Orada 2 sene kaldıktan sonra İstanbul’a yerleştim. İstanbul’a yerleştikten sonra, ailemle birlikte sürekli babamın akıbetini sormaya çalıştık, ta ki 2009 yılından sonra ailelerin toplanması ile birlikte ben de kendimi, kendi ruhumu, kendi geçmişimi, babamla olan bu muhabbetimi tanımamla katılmış oldum. Ben de onlara destek olmaya çalıştım. Ailemle beraber sürekli içinde olmaya çalıştık.”
Devlet babanın verdiği hediye...
Babasının davası sırasındaki hukuksuzlukları aktaran Av. Eren Baskın, “Yaklaşık 20 yıl boyunca hiçbir gelişme olmadı” diye vurguluyor: “Her sene bizim dava dosyamız; Ankara Gölbaşı’nda savcılığın tozlu raflarından bir kere iner, bir sorgu yapılır sonra tekrardan kaldırılır. Bu sorgunun neticesinde ne oldu diye sorulur: Hiçbir gelişme yok, tutuklu sanık yok, herhangi bir durum yok, hiçbir şey yok. Biz de yıllarca uğraştık, ne söylersek söyleyelim kaale alınmadı, 2001’e kadar. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmamasına rağmen, T.C kişinin faili meçhul olarak bırakılmasını insanlığa karşı bir suç olarak almıyor, bunu sadece AİHM kararlarında görebiliyoruz. 20 yıllık bir zamanaşımı süresi veriyor. 20 yıllık zamanaşımı süresinin bitimine bir hafta on gün kala, savcılık Ayhan Çarkın’ın ifadeleri ve yer göstermesi konusuyla; Abdülmecit Baskın’ın öldürülmesi ile alakalı bir iddianame hazırladı. İddianamede” Sanık Çarkın’ın vermiş olduğu ifadeler ile olayın gerçekleştiği yer olan Gölbaşı’ndaki metruk binanın arkasındaki yer gösterme tutanakları birbiriyle örtüşmektedir” ibaresi bulunuyor. Olay gerçek, yaşanmıştır diyor, zaten Ayhan Çarkın tutuklanıyor. Tutuklandıktan sonra, “Ben bunu tek başıma işlemedim, biz 11 kişiydik.” diyor ama herhangi bir yargılama yapılmadı. 11 özel harekât polisiydi, biri Bulgaristan’da öldürülmüş; polislerin haricinde Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin gibi isimler… İbrahim Şahin zaten tutukluydu; Korkut Eken de hiçbir zaman kabul etmedi. Aynı şekilde Mehmet Ağar da kabul etmedi. Kabul etmediği gibi biz Mehmet Ağar’ı 6 yıllık yargılama süreci için bir kere mahkemeye getiremedik. Yani bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin mahkemesi ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanan ve daha öncesinde de yine cürüm istemek için silahlı örgüt kurma suçundan ceza almış bir insanı, orada mahkemeye getiremedi. Kendisinin içişleri bakanı ve emniyet müdürü olduğu dönemde işlenmiş cinayetler ile alakalı “Mecit Baskın ve diğerlerinin ölümüyle alakanız nedir?” sorusuna, “Ben tanımam, alakam yoktur” dedi; elini kolunu sallayarak, çıkıp gitti. Bu bize Türk yargısının, Devlet babanın vermiş olduğu bir hediye gibi kaldı.” diyerek gelinen noktayı işaret ediyor.Cumartesi anneleri bir fikirdir, bir olgudur, bir dalgadır
Ancak dayanışma, yaşanan bu zorlu süreçte çok önemli. Avukat Eren Baskın zorlu süreçlerin içinden geçerken Cumartesi Anneleri’nden güç almayı öğrendiğini şöyle anlatıyor: “Bize güç veren, bir savaşma olgusu olarak hukuksuzluklara, oturup dizlerimizi döve döve evimizde “niye böyle oldu” demektense, mücadele etmeyi, uğraşmayı öğreten Cumartesi Anneleri’ydi. Onlar bize çok güzel bir dayanma gücü verdiler. Böyle bir olgunun, bu kadar demokratik ve gerçekten barışçıl olan bir olgunun, bu kadar irdelenmesi, bu kadar kötülenmesi, bu kadar ayaklar altına alınması gerçekten çok ilginçtir. Kendimize demokratik bir ülke diyorsak bence bizim bundan utanmamız gerekmektedir.” 700. haftada yaşanan engellemeyi değerlendirirken İrem Afşin’in “Mekân yasakları, barışçıl toplantı ve gösteri hakkının kullanımına dair farklı ilkeler de içeriyor. Bu ilkelerden bir tanesi görüş ve işitme prensibi, bir diğer kriter de mekânın yapılan eylem için bir anlam teşkil etmesi. Annelerin her zaman Galatasaray Meydanı için “Orası bizim mezarlığımız.” dediğini biliyoruz, orantısız güç kullanımı ile yapılan engellemeler bu hakkınızı tamamen elimizden aldı. 700. haftada, 46 gözaltıyla sonuçlanan, çok ağır bir şekilde polisin orantısız müdahalesinden ardından, 2 yıl sonra geçtikten sonra da şimdi de bir dava ile karşı karşıyasınız. Cumartesi Anneleri’nin eylemi neden engelleniyor?” sorusuna Eren Baskın; “Cumartesi Anneleri bir fikirdir, bir olgudur, bir dalgadır. Türkiye üzerindeki yasaklamaların çoğalmasıyla beraber demokratik kalan son kaledir, kayıplarını arayan annelerin orada bulunması. Muhtemelen bir korku iklimi yaratmaya çalışan yetkililerin almış olduğu bir kararla yasaklandı. Neden? Çünkü gerçekten çok görünür, çok fazla demokratik bir eylem.” diye cevap veriyor. Eylemin geçmişten bugüne gelen sürecinden kaybettikleri annelerden devraldıkları adalet talebiyle, ikinci, hatta üçüncü nesil olarak meydanda olduklarını söyleyen Baskın, “Maalesef yaşayan annelerimizin sayısı giderek azalıyor” diyor:Acılara göğüs gere gere bağışıklık kazandık
“Bu insanlar gelip sadece ama sadece gelip çocuklarının akıbetini arıyorlar, bunu demokratik bir şekilde yapıyorlar. Herhangi bir slogan atmıyorlar, taşkınlık çıkarmadan, sadece bir oturma eylemi. Sessiz bir oturma eylemi olarak o gün orada kayıplarının akıbetini soruyorlar. Plaza de Mayo Anneleri’nden bir annemiz Türkiye’ye gelmişti. Bizim onunla bir görüşme yapma olanağımız oldu. Kendisine bizim burada böyle zorluklarla karşılaştığımızı, böyle sıkıntılar yaşadığımızı söyledim. O da bana “Çok tanıdık geliyor çünkü biz de yaşadık.” dedi. “Evet 30 yıl geçti, 40 yıl geçti ama emin olun hepsi yargılandı, yasaklamalardan dolayı bizlerden özür diledi, çünkü aslolan haktır, biz haklıyız.” diye aktardı. Gerçekten düşünüyorum, şu an çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya olabiliriz. Cumartesi Anneleri olarak annelerin çocuklarını aradığı o mabetleri yasaklanmış olabilir, ama emin olun bizim oraya çıkabilecek olma umudumuz hiçbir zaman son bulmadı. Evet, bizi yaralıyorlar ama biz de yaklaşık 25-30 yıldır bu acılara göğüs gere gere buna karşı bir bağışıklık kazandık.” 700. haftada yaşadıklarını hisleriyle aktaran Baskın; “O gün orada yaşlı annelerimiz, insanlarımız vardı; birçok vekil vardı, birçok hak savunucusu, Cumartesi İnsanları, çok büyük bir topluluk vardı. Çok demokratik olarak yasak kararını tanımadıklarını ve gerçek anlamda bu yaptıklarının yanlış olduğunu dile getirmelerine rağmen çok sert bir tepki ile karşılaştık. Ben yüzüme gaz misketi yedim, birçok arkadaşım gözaltına alındı, 11-12 kişi ağır darp raporu aldı, biri de bendim. Dava açmak istedik, ancak valilik soruşturma açılması için izin vermedi. Bu olaylar olduktan sonra 46 kişi gözaltına alındı, ertesi gün bırakılanlar oldu. Bir gün sonra hepsi serbest bırakıldı. Neden böyle olduğunu, nasıl böyle olduğunu, niye böyle olduğunu sosyolojik olarak ne yapabileceğimizi, insanlara bu durumu artık nasıl anlatabileceğimizi düşündük. Yasaklama kararı bizim için bir şey fark ettirmiyordu, 701. haftada yine kapıya çıktık, yine engellendik. Bizi çok dar bir sokağa hapsettiklerini düşündüler, ama aslında öyle de değil. Biz biliyoruz evet, Galatasaray yanı başımızda, oraya gidemiyoruz. Evet, çok doğru ama biz oraya çıkacağız. Ne olursa olsun ben bir gün babamın fotoğrafıyla tekrar Galatasaray’a çıkacağım. Bu korku iklimi mutlaka bir son bulacak ve bu yaptıkları ile ilgili olarak mutlaka yargılanacaklar.” diyor. Cumartesi Anneleri & İnsanları’nın haklarında yeni açılan davanın iddianamesinde 46 kişiye 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle yöneltilen suçlama “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmamak”. Eren Baskın iddianameyi değerlendirirken, “İnanın bir hukukçunun da aklı buna yetmiyor. Bunun nasıl bir iddianame olduğunu, baştan sona nasıl bir saçmalık olduğunu biz de anlayamadık, ben anayasal hakkımı kullanıyorum, bu hakkı 699 haftadır kullanıyorum, ama ne hikmetse 700. hafta ile ilgili dava açılıyor. Tamamen yasal, hatta anayasal bir hak olan barışçıl toplanma ve gösteri hakkının direk ihlal edilmesinden ve düzenli olarak ihlal edilmesinden bahsediyoruz” diyerek hak ihlaline dikkat çekiyor. Avukat Eren Baskın, barışçıl toplanma ve gösteri hakkının sade bir vatandaşlık hakkı olduğunu vurgularken; “Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve vatandaşlık haklarımı biliyorum. Ben önceden, kimseden, kaymakamlıktan, valilikten veya başka birinden izin almadan gidip bir yerde protesto amaçlı toplanabilir, bununla ilgili içimdekileri anlatabilirim, durumun ne olduğunu anlatabilirim.” diyor.“Ne olursa olsun önemli değil; Galatasaray’a mutlaka çıkacağız”
Eren Baskın, davanın bir çeşit “gözdağı vermek” amaçlı açıldığını düşünüyor: “Bizim bir dava açmamız lazım yoksa bunların sesi çok çıkıyor, belki bir korkuturuz, belki bir sindiririz, mantığıyla yapılmış bir hareket olduğunu düşünüyorum. Biz o iddianame ile ilgili savunmamızı yapacağız. Savunmamızda anayasal bir hakkımızı kullandığımızı, bu anayasal hakkımız ile ilgili olarak da kendi suç duyurularımızın olduğunu söyleyeceğiz, biz aslında suçtan zarar gören kişileriz. 46 kişi özgürlüğünden yoksun edilmiş, gözaltına alınmış. Mahkeme suç atfedip bir ceza verse bile istinafın bozması gerekir. İstinaf bozmayacaksa da Yargıtay’ın bozması gerekir. Diyelim ki bunlar da bozmadı, Anayasa Mahkemesine gideriz. Anayasa Mahkemesine derdimizi anlatırız. Eğer Anayasa Mahkemesi de onaylarsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gider, verilen cezaların tamamen hukuksuz olduğunu söyleriz, karar alır, gelir burada da uygulatırız. Bize 2-2,5 yıl sonra verdikleri bu gözdağı bir önem atfetmiyor, hatta bunu bir şeref madalyası olarak da göğsümüzde taşırız.” Barışçıl gösteri ve toplanma hakkını kullanırken yıllar içinde aralarında gelişen dayanışmayı, “büyük aile” hissini sorduğumuzda avukat Eren Baskın şunları söyledi: “Ben oraya gittiğimde, dünyanın en büyük acılarından bir tanesi benim sanıyordum ki gerçekten benim için öyleydi. Babam öldürülmüş, eksik, yarım büyümüşüm. Tabii bir kinim var, bir sıkıntım var. Ben o meydana çıkmışım, babamın akıbetini aramışım. Ne zaman orada Hanife Anne’yi dinledim, Berfo Anne’yi dinledim, diğer annelerimizi dinledim, o zaman aslında bir bakıma şanslı olduğumu düşünmeye başladım. Bundan sonra orada yapmak istediğim her şeyi aslında bir Cumartesi İnsanı olarak yaptım. Dayanışma da tam olarak böyle başlıyor. Oraya gelen Cumartesi İnsanları, hepsi kendi ailelerinde bir şey yaşamamış olsalar da ya da böyle bir şeye maruz kalmamış olsalar bile yine de oraya geldikten sonra bizimle bütünleştikleri için artık onları da aileden sayıyoruz. Hanife Anne’yi dinledikten sonra, Hanife Anne’nin kendi elleriyle evladını polis karakoluna götürdükten sonra bir daha alamamasını dinledikten sonra, ciddi anlamda kendim için değil Hanife Anne için gitmek istedim. Elime Murat Yıldız’ın fotoğrafını alıp orada durup ona destek olmak istedim. Bu bütün kayıplarımız için geçerli. Gönüllü olarak yapmış olduğum karanfil dağıtımı, alanla ilgili kendi görevlerim… Zaten komisyon üyesiyim ben. Bu komisyonda yapmak istediğim bütün yardımların hiçbirinin babamla alakası yok. Hepsi oradaki insanların yaşamış olduğu organize acılara karşı bir duvar örmek için…”
“Biz güçlü bir aileyiz”
Bence Cumartesi Anneleri, Cumartesi İnsanları artık bir aile ve bu aile çok güçlü bir aile. Bazıları İstanbul’da değildir, Ankara’da, İzmir’de, Hakkari’de, Van’da, Adana’da, Trabzon’da veya nerede olursa olsun biliyorum ki onlarca Cumartesi Annesi, İnsanı var, iyi biliyorum. Ayrıca, bu konuşmayı yaptığımız için söylemiyorum ama gerçekten söylüyorum, sizin gibi basın emekçilerinin katkısı inanılmaz büyük, inanılmaz onur verici ve gerçekten sizleri aslında bir gazeteci veya işini yapmaya çalışan bir insan değil, Cumartesi İnsanı olarak gördüğümüzü de bilmenizi isterim.” Cumartesi Anneleri’nin eylemleri, Covid-19 pandemi koşulları nedeniyle, sosyal medya hesaplarından yapılan canlı yayın basın açıklamaları ile devam ediyor. Kasım ayında iddianamesi açıklanan dava sürecini ve haftalık basın açıklamalarını Cumartesi Anneleri’nin sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.***Eşit Haklar İçin izleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında yayına hazırlanan Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmayı hedefliyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın engellendiğini düşünüyorsanız, barışçıl toplanma özgürlüğünüze dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İzleme Derneği / Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.