Çok derin, çok kapsamlı bir konuyu konuşmaya, ele almaya çalıştık. Laiklik veya seküler yaşam tartışmaları bizleri nereye götürüyor? Yakın veya orta vadede Türkiye’yi neler bekliyor? Türkiye bu tartışmaları nasıl ve ne zaman geride bırakabilir?
Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas’la başlayalım. Çünkü O’nun “ Türkiye’de sol ve sağ muhafazakâr siyaset, düşman kardeşler gibi birbirini suçlamak yerine, ortak kültür dünyası inşa etmek, farklı olsak bile ortak bir dil konuşabilmek için acilen ‘nerede hata yaptık, ne yapabiliriz’ sorularına eğilmelidir. Din bu ülkede yalnızca dindarların ihtiyaç ve ilgi duydukları bir alan olmaktan çıkmalıdır. Yoksa biz bu kavgayı bir yüzyıl daha izlemeye devam ederiz” şeklinde bir tespiti var. Molinas’a göre bu ülke bu tartışmaları ne zaman geride bırakır?
“Son derece basit. Demokrasinin, ülkenin tüm ana damarlarından tüm kılcal damarlarına iyice nüfuz ettiği zaman ancak geride bırakabilir. Çünkü demokrasinin olmazsa olmaz koşulları olan ifade özgürlüğü, eşit vatandaşlık ancak demokrasinin tam uygulandığı noktada hayatımızın içine girecek. Bugün bu noktadan uzak olduğumuzu üzülerek teslim etmek zorundayım. Çünkü toplum son derece polarize olmuş bir durumda ve de bunun giderilmesi için siyasilerin çok da bir şey yaptıklarını söyleyemeyiz. Umarım yakında, kısa vadede, en azından orta vadede bu polarizasyonun yok edilmesine yönelik siyasi refleksler kullanılır. Türkiye ve Türk halkı hak ettiği demokratik, özgür, çağdaş ve refah toplumuna sahip olur.”
“SORUN ENTELEKTÜEL ÇEVRELER ARASINDA”
İlahiyat Profesörü Hilmi Demir, Türkiye’de sol entelektüel kesimin dini bilgilerinin yeterli olmasının bu tartışmaların sonuca varmasında bir etken olacağı görüşünü dile getirirken şunları dile getiriyor:
“Dindarlarla laikler arasında mutabakatın o kadar zor olmadığını düşünenlerdenim. 15 Temmuz sonrası yaşadıklarımız ve toplumda daha çok Z kuşağı diyeceğimiz yeni nesil kendi içinde bu mutabakatı kurmuş görünüyor. Çünkü gençler artık eskisi gibi ideolojik kalıplarla düşünmüyorlar. Türkiye laiklikle dindarlık arasında uzun süreli gerginlikleri, travmaları, başörtüsü sorunuyla birlikte ciddi anlamda çözmüş gibi. Bu açıdan bu gerginliği yaratan şeyin toplumsal sosyolojide çok da karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Üniversitelere, kampüslere, gündelik yaşama baktığınız zaman başı açıkla başı örtülünün, dindarla laikin, sekülerle muhafazakar dindarın zaten birbiriyle birçok alanda köprüleri kurduğunu, birlikte ortaklıklar, evlilikler yaptığını görebiliyoruz. Buradaki sorun daha çok entelektüel çevreler arasında. Burada daha çok iletişime, birbirimize karşı daha açık olmaya ihtiyacımız var gibi. Tabi siyasetin kutuplaştırıcı dili de ister istemez bu alanlarda etkili oluyor. Şimdi kamusal alanda özellikle siyasal ve kamusal alanda dindarların daha görünür olması insanları rahatsız etmemeli.
Bu aslına bakarsanız çok önemli bir fırsat. Mesela başörtüsü sorununun Türkiye’de çözülmüş olması, başörtülü kadının toplumsal hayatta görünür olması, siyasette, akademide, iş dünyasında görünür olması ciddi anlamda Türkiye’de dindarlık ile laiklik arasındaki gerilimin azalmasında çok önemli bir katkı sağladı. Türk modernleşmesinin kendi içinde yeni bir yol ve mecra bulduğunu düşünüyorum. Fakat bununla birlikte hala Türkiye’de laik ve dindar kesim arasında kamusal alanı inşa etmede, sorunları konuşmada, bunları aşmada iletişim kanallarının daha da açılması gerektiğini düşünüyorum. Siyaset bilimi, sosyoloji, uluslararası ilişkilerle özellikle din sosyolojisi, din psikolojisi ve dini akademik çalışmalar, birbirini ciddi anlamda tamamlayacak, birbirine yardım edecek ciddi malzemeler ve bilgilerle dolu. Fakat biz bunu hala başarabilmiş değiliz.”
“PROJE KENDİSİNİ TAMAMA ERDİRDİ”
Ayşe Çavdar ise gelecekle ilgili çok umutlu olduğunu söylüyor:
“Sekülerlik, hukuk, eşitlik, aile ne?, Devlet ne? Eğitim ne? Sağlık ne? Sosyal devleti, bunların hepsini baştan tartışılabileceğimiz bir ortamdayız. Niye? Çünkü bir proje kendisini tamama erdirdi. Bu projeye İslamcılığın Hegemonik projesi. Kendisini ful kapasite gerçekleştirdi. Neyi becerebildiğini, neyi beceremediğini gördük. Hangi dinamiklerin üzerinde şekilleniyor, neyi yapabildiği, hangi kaynakları kullandığı ve bize ne anlam verdiğini hepsini gördük. Şimdi elimizde o proje tamama ererken hakikaten bu tartışmayı yapabileceğimiz bir ortam var. O yüzden umutluyum gelecekle ilgili. Daha evvelden ürettiğimiz bütün ihtimaller çöktü. Demek ki yeni ihtimaller üretmek zorundayız. O yüzden şimdi müthiş bir açıklıkla tartışabiliriz. Kabuğu kırdığımız anda ortaya çıkacak tartışmaları ben heyecanla bekliyorum.”
“DİRENCİN KIRILDIĞI GÖRÜLÜYOR”
“Türkiye’de laikliği ilginç bir şekilde daha seküler insanlardan daha çok kendisini Müslüman olarak tarif eden insanların tartışıyor olması önemli” diyor Sedat Bozkurt ve ekliyor:
“Çünkü laikliği dinin amacı dışında kullanılmasını önleyen ve her şeye, çaya, çorbaya limon gibi kullanışlı bir malzeme olarak kullanılmaması gerektiğini söyleyen insanların tamamı da kendisini Müslüman, dini bir kimlikle ifade eden insanlardan oluşuyor. Bu da Türkiye’nin önüne bir tartışma zemini getirebilir mi? Türkiye’de din dokunulmaz bir alandır, mutlaktır. Çünkü Rönesans süresince Hristiyan inancının nasıl hırpalandığını, rafine haline getirildiğini, Türkiye’de bu dini kendi çıkarları için kullanmak isteyen insanlar fark ettiler. Bunun için dokundurmuyorlar zaten. Dokunulduğu zaman hemen aforoz ediliyorsunuz, çok sert bir tepkiyle karşılaşıyorsunuz. Ama kendi içinden bu itirazlar, talepler gelmeye başladığı zaman bu direncin de kırıldığı görülüyor.”
MERKEZE YAKIN KOALİSYON
Ertuğrul Günay ise önümüzdeki seçimde muhtemel bir koalisyon hükümeti ile laiklik konusunda geçmişteki hatalardan ders çıkarılacağını öngörüyor:
“Din, halka yakın olmanın araçlarından birisi ama temel belirleyici değil. O yüzden ben iktidar açısından bu din istismarının ayakta kalmaya yetecek bir sonuç vereceğini zannetmiyorum. Önümüzdeki dönemle ilgili şöyle bir umudum var: Bu iktidar gidecek, bir merkez sol iktidar gelmeyecek, bir koalisyon gelecek. Sosyal demokrat, liberal demokrat, daha merkeze yakın koalisyon gelecek. Millet İttifakı’nın daha geniş çaplısı bir koalisyon hükümeti gelecek. Bu koalisyon da o geçmişin hatalarından elbette ders çıkartacak. Türkiye toplumu başörtüsü yüzünden yeni bir tartışma yaşamayacak. Artık Türkiye toplumu insanların kılık kıyafetini birinci mesele haline getirmeyecek, yaşam tarzlarıyla uğraşmayacak.”
“TARTIŞMAMIZ GEREKİYOR”
Umut Azak ise şu görüşleri dile getiriyor:
“Laikliği tartışmak, gündelik yaşam pratikleri üzerinden konuşmak bugün için, bugünün siyaseti için elzem. Bence bu tartışmaları geride bırakmamak gerekiyor. Belki de bu yüzden bir asırlık laiklik tecrübemizi, faydalarını, hatalarını, çelişkilerini daha çok gündeme getirmeli, konuşabilmeliyiz. Böylece belki başka türlü kutuplaşmayı körüklemeyen bir tartışmanın da kapısını aralamış oluruz.”
Bu tartışmayı yıllar öncesinden bir yorumla sonlandıralım. 1993'te katledilen Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu’nun yorumuyla podcast serisine son verelim. Yanında oturan Aziz Nesin ve mikrofonda Uğur Mumcu:
“Bir gülmece dergisindeki şu tanım, olayları yeterince sergiliyor. Türk vatandaşı tanımı. Diyor ki, Türk vatandaşı kimdir? Türk vatandaşı, İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’na göre yargılanan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir. O dönemde böyle yasaların alınması zorunluydu çünkü toplum bir yol ağzındaydı. Ya batılı laik sistem ya Şer’i hukuk.”