HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, iktidarın ekonomide Çin modeline yönelmesiyle otoriterleşmenin kaçınılmaz hala geldiğini ve buna karşı “barış, demokrasi ve refah” hedefleyen bir programın şart olduğunu söyledi.
Sancar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Osman Kavala hakkındaki Avrupa Konseyi kararını tanımayacaklarını açıklaması ile ekonomik kriz arasında da bağ kurarak “İktidar, bu ekonomi modelinde kararlı ise Avrupa kurumları ile bağları koparmayı göze alabilir” dedi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Meclis bütçe görüşmeleri sırasında ortaya koyduğu davranışların “acizlik ve sefalet görüntüsü” olduğunu ifade eden Sancar, iktidarın yeni ekonomik modeli ve siyasi çizgiyi yürütmek için Soylu gibi sürekli kavga havasını canlı tutan ve hamaseti üst noktaya taşıyan kişilere ihtiyaç duyduğu için Soylu’yu koltukta tuttuğunu savundu.
Sancar, devam eden sol ittifak görüşmeleri için de “Karamsar olmak için bir neden olmadığını” ve görüşmelerin geldiği düzeyden memnun olduklarını da belirtti.
Sancar’ın Kısa Dalga’nın sorularına verdiği yanıtlar özetle şöyle:
“Çin modeli ve ucuz iş gücü için otoriterliği artırmak kaçınılmaz”
İçerde iş gücünü ucuzlatmanız için özgürlükleri ve demokrasiyi askıya almanız, sendikal hakları budamanız, toplumsal muhalefeti susturmanız, itirazları bastırmanız gerekiyor. Bu modelin daha fazla otoriterlik olmadan uygulanması mümkün değil.
Bu ülkeyi ucuz işgücü üzerinden daha fazla ihracat yapan bir ülke yapmak isterseniz, kaçınılmaz olarak otoriterliği artıracaksınız.
Türkiye’yi uluslararası pazarlar için ucuz işgücü cennetine çevirmek istiyorlar. Bu emekçiler için cehennem demektir. Daha fazla otoriterlik daha fazla yoksulluk, gelir dağılımında adaletsizlik, daha fazla baskı, daha büyük bir sömürü sistemi ve küçük bir sermaye grubunun zenginleşmesi ve daha geniş bir kesiminin yoksullaşması demek.
Böyle bir modelde büyüme devam edebilir ama bundan emekçilerin payına düşecek olan çok azdır. Büyümenin kaymağını yiyecek olan sermayedir. Ekonomi ile özgürlük arasında, iş ve aş ile demokrasi arasında kopmaz bir bağ vardır. Muhalefetin bu bağı işlemesi, dikkate alması ve bir gelecek perspektifi ile topluma sunması gerekiyor. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz.
“Anketlere mutlak bir değer atfetmek yanıltıcıdır”
İktidarın bu anket sonuçlarına karşı neler yapabileceğini, muhalefetin iyi analiz etmesi gerekir. Hiçbir iktidar, hele 19 yıl süren, kaybetmesinin ciddi sonuçlar doğuracağını bilen bir iktidarın oy kaybını dikkate almadan politikalarını sürdüreceğini sanmak gerçekten gaflettir.
Siyaset, çoklu dinamikleri dikkate alan bir bakış ister. Bu çoklu dinamiklere ve çelişkilere uygun mücadele yöntemleri geliştirmeniz gerekir. ‘İktidarın oy tabanı eriyor ve zaten bu ilk seçimde iktidar kaybedecek seçimde’ şeklindeki yaygın algıyı esas almayan, iktidara kaybettirecek politik bir program ortaya çıkarma zorunluluğu ile karşı karşıyayız.
Evet, bir final dönemine giriyoruz. İktidar blokunun bu finali hazırlıksız, kendine kazandıracak başka yöntemler arayışına girmeden oynayacağını varsayamayız.
Biz halkın önüne inandırıcı alternatiflerle çıkmalıyız. İttifaklar bakımından da ortaya koyacağımız projeler bakımından da… Toplumu ikna eden, şu anda AKP’den kopmuş olan ama henüz başka yere de yönelmemiş olan geniş kitleyi kazanabilecek bir çalışmaya ve yaklaşıma ihtiyaç vardır.
“Sol ittifak konusunda karamsarlık için bir neden yok”
Demokrasi ittifakını sadece sol birlikten ibaret görmüyoruz ama solda mümkün olan en geniş birlikteliği demokrasi ittifakının çok önemli bir unsuru olarak değerlendiriyoruz. Türkiye’de bu gidişattan rahatsızlık duyan, mevcut sistemden canı yanan, kimliği itibariyle, sınıfsal konumu nedeniyle ve diğer bütün mağduriyetler açısından canı yanan bütün kesimleri bir araya getirecek bir çalışma yürütüyoruz. Bizim demokrasi ittifakından anladığımız budur. Sol ittifak bunun kesinlikle çok önemli bir unsurudur. Bugüne kadar geldiğimiz noktadan karamsarlığa kapılmamız için herhangi bir neden yok, hatta memnun olduğumuzu söyleyebilirim.
Ortak noktalarımız farklılıklarımızdan daha fazla. Bazı tartışmaların yaşanması ise kaçınılmaz.
TKP Genel Sekreterinin başlattığı tartışma yeni başlamış değil. Biz basın üzerinden bu tartışmayı yürütmeyi hiç tercih etmiyoruz. O nedenle biz HDP yönetimi olarak bu tartışmaya dahil olmak istemedik. Çünkü kamuoyunun önünde yürütülmesinin hiçbir faydası yok.
Selahattin Demirtaş, değerli bir siyasetçi, bir entelektüel olarak görüşlerini açıklayabilir. Biz de kendisiyle sürekli görüş alışverişi yapıyoruz.
En geniş birlikteliği sağlamak için sonuna kadar çalışmamızı yürüteceğiz. Bütün görüşeceğimiz kesimlerle mutabakata ulaşmak konusunda çok sabırlı ve esnek olacağımızı bir kez daha vurgulamak isterim.
“CHP, iktidarın ateş çemberinden ve kıskacından çıkmak için hamleler yapıyor”
İktidar, muhalefeti kendi oyun sahasında tutmaya uzun süre başardı. Bu iktidarın ömrünü uzatan bir faktördü. CHP’de daha öncekinden farklı bir çizginin, farklı bir tarzın denendiğini görüyoruz ve bunun olumlu yanları olduğunu düşünüyoruz. CHP’nin denediği tarzın önümüzdeki dönemde demokrasi mücadelesine katkı verdiğini görüyorsak elbette takdir ederiz.
Şimdiye kadar iktidarın çizdiği oyun tarzının dışına çıkmak ve çok farklı kesimlerle diyaloğu denemek doğru bir tarzdır. Bunu olumlu buluyoruz. Helalleşme açıklaması ve tezkeredeki tutumunu kastediyorum.
Halkın çıkarlarına uygun bir oyun kurmak ve kutuplaştırmayı yeniden üreten her yaklaşıma karşı bir anlayış ortaya koymak gerekir diyorduk ve muhalefete eleştirinin temel noktası buydu.
Muhalefet partileri, iktidarın Suriye politikasını, Libya’daki konumunu eleştiriyor ama tezkereler geldiğinde iktidarla aynı yönde oy veriliyordu. İktidar, Kürt sorununda güvenlikçi anlayışı, militaristleşme ve kutsal devlet üzerinden bir milliyetçi hamasetle yönetiyor ve muhalefeti de böyle bölmeyi hedefliyordu.
Biz, bütün toplum kesimleri ile diyaloğa ve müzakereye açık olduğumuzu deklarasyonumuzda vurguladık. Bunları önemsiyoruz ve muhalefetin iktidarın yarattığı ateş çemberinden, yarattığı kıskaçtan çıkması gerektiğini söylüyorduk. CHP bunun dışına çıkma konusunda hamleler yapıyor ve doğru yapıyor.
“İlkelerden önce adayın ismini konuşmak Cumhur ittifakının tuzağı”
Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusuna gelmeden önce üç aşama var. Birincisi, biz demokrasi ittifakını kurmaya çalışıyoruz. Bunun mücadele ortaklığı ve sonra da bu ortaklık zemininde seçim ortaklığı olmak üzere iki ayağı var. Ortak mücadele zeminini yarattığımız takdirde zaten seçim meselesini de yok sayma gibi bir şansımız bulunmuyor. Mücadele ortaklığı zemini toplumsal muhalefetin aynı zamanda seçim ittifakını kurma imkanını artıracaktır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ise farklı bir sistemle işliyor ve biz orada diyoruz ki, önceliklerimizi gözetirken bizim önerdiğimiz bir çerçeve var: Millet ittifakı ve diğer tüm partilerle öncelikle ortak ilkelerin ne olabileceğini konuşmak gerekir. Şimdiki dönemin tahribatlarını gidermek konusunda nasıl bir program ortaya koyacağız? Geçiş dönemi ilkelerini ortaya koymamız gerekiyor. Buluşacağımız ortak noktaları yürütebilecek isim konusunu sonra konuşuruz. Bunları konuşmadan aday meselesini konuşmayı doğru bulmuyoruz. Bunun aksi, büyük bir tuzaktır ve cumhurbaşkanlığı seçiminin sulandırılması ve Cumhur İttifakının istediği zeminde yürütülmesidir. Biz bunu bir risk ve tehlike olarak görüyoruz.
“HDP’nin kendisine koyduğu başarı barajı yüzde 15”
HDP’nin yüzde 15 hedefinin rasyonel temelleri var. HDP, barış ve demokrasi konusunda kimlik hakları ile emek haklarını buluşturmak konusunda kararlı bir çizgiyi bozmadan yürüdü. Son 20 ayı incelerseniz bunu görebilirsiniz. Kürt sorununa barışçıl çözümün bu ülkenin ekonomisi ve demokrasi için ve başka alanlarda da hayati önem taşıdığını söylüyoruz. Bunun öncülüğünü, muhataplığını üstlenmeye hazırız. Çalışmalarımızı da hiçbir faktörden etkilenmeden yürütme çabasındayız.
İkincisi, çok güçlü bir tabanımız var. Baskılarla kendi hedeflerinden ve değerlerinden vazgeçmeyecek, olgun bir tabanımız var. Acıyı olgunluğa, olgunluğu da kurucu siyasete tahvil edebilecek bir tabanımız var.
Analistler, yüzde 15 derken ayrıca yeni seçim kitlesi içinde çok sayıda Kürt genç nüfusun olmasını da hesaba katıyorlar. Ama genel olarak Kürt olsun olmasın bütün genç nüfusa geleceğin HDP’de olduğunu anlatabiliriz.
Kapatma davası: “Vicdanı ile hareket etmek isteyen AYM üyelerinin sayısının az olmadığına inanıyorum”
Kapatma davasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının esas hakkındaki mütalaasını sunması aşamasındayız. Mütalaayı bekliyoruz ve ardından biz de esas hakkındaki savunmamızı daha sonra somutlaştıracağız.
Ön savunmamız çok güçlü, hem çok güçlü hukuki argümanlar var hem de siyasi gerekçeleri var. Ben mahkemede küçümsenmeyecek sayıda üyenin hukuki gerekçeleri dikkate alma eğiliminde olduğunu düşünüyorum. Vicdanı ile hareket etmek isteyen Anayasa Mahkemesi üyelerinin sayısının az olmadığına inanıyorum.
Kapatma kararı çıkması halinde ne yapacağımıza dair çalışmalarımızı daha dava açılmadan yapmaya başlamıştık. Alternatiflerimiz, seçeneklerimiz var. Biz Türkiye’ye kazandırma amacıyla siyaseti yapıyoruz. Kötüye kaybettirirken iyinin de kazanmasına çaba gösteriyoruz.
İktidara iki kere çok ağır kaybettirdik. Şimdiki yönetme krizinin nedeni bu iki kayıptır. 7 Haziran 2015 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimlerinde kötüye kaybettirme potansiyelimizi gördüler.
Kötüye kaybettirme hedefini bir kenara koymuş değiliz. Fakat sadece kötüye kaybettirme değil, iyiyi inşa etme yolunu da mutlaka bulacağız.
Siyaset yasağı verilmesi, bizim siyaset yapmamızı engellemez. Siyasi yasak gelirse daha fazla motivasyonumuz olur. Siyasi kadro bulmak konusunda da içinde olduğumuz siyasi geleneğin bir sıkıntısı olmadı şimdiye kadar. Düşünün ki on binlerce üyemiz içerde ama il ilçe örgütlerimiz çalışıyor.
Erdoğan’ın Kavala açıklaması ile Çin modelinin ilişkisi
Gerçekten ucuz emek gücüne dayalı bir modelle Avrupa’nın ve küresel piyasaların yatırımını ucuz işgücü üzerinden çekmeyi akıllarına koymuşlarsa demokrasiden ve uluslararası kurumların işleyişinden daha çok uzaklaşmaları karşımıza çıkacaktır.
Çin modeli demokrasi ve insan haklarından ayrılmak üzerine kuruluyor. Başka türlü yürümez.
Gerçekten bu iktidar, bu ekonomi modelini bütün tutarlıkları ile uygulamaya karalı ise Avrupa kurumlarından kopuşu da göze alacaktır. O yüzden önümüzde geniş bir demokrasi mücadelesi yükümlülüğü görevi var. Biz bunu 1,5 yıldır söylüyoruz, şimdi ne kadar önemli olduğu aşikâr hale geldi.
Bunu ciddiye almak gerektiği kanasındayım. Bu karamsarlık yaymak değildir. Bu tabloyu ortaya koyduktan sonra Gramsci’nin önem verdiğim sözü var: ‘Aklın karamsarlığı, iradenin iyimserliği.’ Umut ve umutsuzluk, iyimserlik ve karamsarlık aynı şey değildir.
“İktidar, bu ekonomi modelinde kararlı ise Avrupa kurumları ile bağları koparmayı göze alabilir”
Çin modeli demokrasi ve insan haklarından ayrılmak üzerine kuruluyor. Bu iktidar, bu ekonomi modelini hayata geçirmeye kararlı ise Avrupa kurumları ile bağları koparmayı göze alabilir.
Bizim yapacağımız şey en geniş demokrasi ittifakı ile bu gidişatı durdurmaktır. Bu gidişatı durdurmak mümkündür hatta hiç zor değildir. Yeter ki biz toplumun önüne demokrasi, barış ve refah hedeflerini birlikte, inandırıcı biçimde koyan bir program koyabilelim. Bunu yaparsak Türkiye’de demokrasi güçlerinin kazanması kolaydır ama çalışmak gerektirir. Bu güçlü alternatifin yaratılması gerekir.
“Soylu’nun davranışları acizlik ve sefalet görüntüsüydü”
Süleyman Soylu’dan beklenecek davranışlardı bunlar. Burada bir sürpriz yok ama Soylu da eski performansından uzaktı, özgüveni yoktu. Davranışları acizlikti ve bir sefalet görüntüsüydü.
Sanırım iktidar bu dönemde bu ekonomik modeli ve siyasi çizgiyi yürütecekse, Soylu’nun yaptığı gibi sürekli gerilim yaratan, sürekli kavga havasını canlı tutan, hamaseti en üst noktaya taşıyan, devlet, milliyetçilik, şehitler, gaziler üzerinden istismarı ün üst düzeye götürecek kişilere ihtiyacı olacaktır. Soylu’yu görevde tutuyorlarsa bunu daha işlevsel kullanabileceklerine ilişkin bir öngörüleri vardır. Ama gördük ki yanlış hesap yapıyorlar. Bu tür şahıs ve yöntemlerle toplumun karşısına çıkacaklarsa, kaybetmeleri daha da mukadderdir."