Kısa Dalga - CHP İçişlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Murat Bakan, Narin Güran cinayeti ile ilgili soruşturmanın etkin yürütülmediğini söyledi.
Sabah programlarının kolluk kuvvetlerinin işini yaptığının altını çizen Bakan, aile AKP’li olduğu için yayın yasağı konduğunun altını çizdi. Teğmenlerin kılıçlı yemin görüntüleri üzerine değerlendirmelerde bulunan gölge içişleri bakanı Bakan, “Teğmenlerle ilgili bir soruşturma açılacağı aslında tamamen planlı” dedi.
SBK’nın açıklamalarına tamamen güvenilmeyeceğini söyleyen Bakan, savcıları Süleyman Soylu hakkında fezleke hazırlamaya çağırdı. Son olarak ise erken seçim tartışmalarına değindi ve “Türkiye’nin yarıdan fazlası erken seçim demeye başladı” açıklamasını yaptı.
Narin soruşturması etkin yürütülmedi
İsterseniz ilk olarak Narin Güran cinayetiyle başlayalım. Siz bu cinayeti nasıl takip ettiniz? Tüm Türkiye'yi etkiledi. Vatandaşlar, yorumlar ve paylaşımlarla tepkilerini dile getirdiler. E tabii bir de yas sürecindeyiz, ülke olarak. Sizin değerlendirmeniz ne olur bu cinayetle ilgili?
Murat Bakan: Benim Narin Gürhan cinayetiyle ilgili söyleyeceğim. Tabii herkes yani Türkiye’nin kalbi Narin Güran’la attı biliyorsunuz kayıp olduğu dönemde. Dolayısıyla hepimizin de kalbi Narin’le attı. 8 yaşında bir kız çocuğu… Biz soruşturmanın etkin yürütülmediğini düşünüyoruz. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Objektif kriterlere dayanarak söylüyorum.
3 km mesafe içinde biliyorsunuz Narin bulundu sonuç itibariyle. Kolluk kuvvetlerinin elindeki tüm imkanlarla tüm olanaklarla, hem insan kaynağı hem teknolojik olanaklarla. Çünkü sadece jandarmadan yararlanacak jandarma bölgesi olmasına rağmen emniyet güçlerinden de yararlanabilir. Bu kadar uzun süre bulunamaması orada soruşturmanın etkin yürütülemediğini, soruşturmayı yürüten zevk ve idare eden kişilerin gereği gibi arama yapmadığını gösteriyor. Birinci şeyimiz bu. İkincisi çok küçük bir köy. Yani köyde yaşayan insan sayısı da pek az dolayısıyla etkin bir soruşturmada yapılması gereken detaylı inceleme ve çapraz sorgu eğer bu yapılmış olsaydı bugün ulaşılan bilgiler çok daha önce ulaşılabilirdi. Orada da bir eksiklik olduğunu düşünüyorum.
Sabah programları, kolluk kuvvetinin yapması gereken işleri yapıyor
Üçüncü olarak da medyaya bir yayın yasağı getirdiler biliyorsunuz, soruşturmanın selamet açısından. Halbuki medya kuruluşları tam tersi soruşturmanın etkin yürütülmesini sağlama noktasında daha güçlüler. Bunu neye dayalı olarak söylüyoruz? O hani bizim zaman zaman çok eleştirdiğimiz sabah programlarında kolluk kuvvetlerinin, yapması gereken işler yapılıyor. Canlı yayında çapraz sorgu yapılıyor, insanlar tedirgin oluyor, gerginleşiyor. Karşılıklı suçlamalar ve gerçeğe ulaşmak kolay oluyor. Dolayısıyla çok sayıda cinayet bu şekilde aydınlatıldı. Böyle mi olması gerekir? Hayır. Bunu yapması gereken kolluk ama bunu kolluk yapamadığında yapmadığında, medyanın o soruşturmanın etkin yürütülmesine faydası olduğunu görüyoruz. Televizyon programlarında da işte konuşuluyor, şu an yayın yasağı kalktı. O onların tamamı da soruşturmanın daha etkin yürütülmesinde yardımcı. Failler üzerindeki baskı artıyor. Faillerin paniği artıyor. Dolayısıyla hata yapmasını kolaylaştırıyor.
Aile AKP’li olduğu için yayın yasağı konuldu
Bu noktada biz ailenin AKP'ye yakın olmasının -zaten bunu Galip Ensarioğlu söyledi. Aileyi tanıdığını, ailenin AKP’li bir aile olduğunu söyledi. Bir başka iddia HÜDA-PAR‘la ilişki bir aile olduğu, dolayısıyla köyün muhafazakar bir köy olduğunu, belli insanların köyde çok güçlü insanlar olduğunu, dolayısıyla bu sebeple yayın yasağı getirildiğini düşünüyoruz biz. Bu da etkin soruşturmanın yürütülmesinde, yürütülemedi. Bu sebeple yürümedilemedi diye düşünüyoruz. Yani yayın yasağının gerekçesi de bu bence. Soruşturmanın etkin yürütülememesinin sebebi de ailenin siyasi bağlantıları dolayısıyla bir de şöyle bir şey var, Cumhurbaşkanı bir açıklama yaptı, “Ben bizzat ilgileneceğim” diye. Yani bir çocuk cinayeti, 8 yaşındaki bir çocuk cinayeti, belki Türkiye'de bu tek değil, çok sayıda bunun örneğini görüyoruz. Nadire Kadirova’da da gördük. Başka cinayetlerde de, çocuk cinayetlerinde de gördük.
Doğrudan Cumhurbaşkanının bir soruşturmayı takip etmesi mümkün değil, doğru da değil. Eğer Cumhurbaşkanı ben “Bu soruşturmayı takip edeceğim” diyorsa, Adalet Bakanı “Suçlular cezasını çekecek” diyorsa alt kademede yani silsile-i meratip yoluyla en aşağıdan en yukarıya doğru birileri görevini yeterince yapmamış demektir. Dolayısıyla bizim değerlendirmemiz Narin Güran cinayeti ile ilgili bu. Eksik, hatalı ve etkin olmayan bir soruşturma yürütüldü. Bundan sonra inşallah gerçeğe ulaşılır.
Peki bir yandan da siyasi boyutu da var, siz de bahsettiniz biraz, AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun açıklamaları çok konuşuluyor. Kendisi “Bizlerin bazen bilmediği bazen de bilip söylememiz gereken şeyler var. Çünkü ailede bizim dostlarımız. Konu çok hassas olduğu için onları daha fazla üzecek bir şey söylemek istemiyoruz.” sözleri çok tartışıldı. Sizin bu sözlere yorumunuz ne olur?
Bakan: Aslında bakarsanız o az önce yaptığım değerlendirmeler o sözün üzerineydi. Yani soruşturmanın etkin yürütülmemesinde, ailenin siyasi bağlantıları olduğunu ve bu sebeple daha. Ya atması gereken adımları atmadığını, yayın yasağının bu sebeple geldiğini düşünüyorum.
Muhafazakar yapılarda toplumsal baskı etkin oluyor
Hukuki, kriminal/adli boyutu bir tarafta, bir de vicdani bir tarafı var bu olayın. 19 gün boyunca bütün bir köy sustu aslında. Hiç konuşmadılar neredeyse… Burada bir çarpıklık var. Bunu nasıl düzeltebilir Türkiye? Bu bize bir şey ifade ediyor. Bu vicdani boyutu nasıl düzeltebiliriz?
Bakan: Ya bu tabi muhafazakar yapılarda daha fazla bu işler oluyor, muhafazakarlık arttıkça, dışarıya kapalı kendi içinde tamamen oradaki ilişkiler, oradaki sosyal ilişkiler, oradaki toplumsal baskı etkili oluyor. Dolayısıyla bunu da negatif olarak değerlendirmek lazım. Bu kadar muhafazakar bir köyde böyle bir cinayetin işleniyor olması ve herkesin susuyor olması bu da tabi köyün sosyolojisiyle ilgili sosyologların bunu araştırması lazım. Niye normalde herkesin insani olarak tepki vereceği, böyle bir cinayetin bir parçası olmak istemeyeceği bir -dünyanın her yerinde bu böyle olması gerekir. Çocuk cinayeti söz konusu- ama köyde büyük bir suskunluk hakim. Bu da bunun da ben o köyün sosyolojisi ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
Ve köydeki insanların da ailenin muhtemelen büyük baskısı altında olduğunu düşünüyorum. Bu konu aileden bağımsız bir konu değil. Benim gördüğüm kadarıyla -tabi yargılamada ortaya çıkacak- ama aile durumdan haberdar. Orada o cinayeti itirafçı olan şahsın, o köyde işleme imkanı yok. O cinayetin bir parçası olmuş. Asli fail değilse bile feri fail diyoruz hukukta da feri faili olmuş. Öyle güçlü bir ailenin, siyasi olarak etkili bir ailenin, köyün sahibi olduğu söylenen bir ailenin. Bu olaydan haberi olmama ihtimali de yok. O kişinin de, o aileye rağmen bu çocuğu öldürme ihtimali ben son derece düşük görüyorum.
Teğmenler üzerinden yeni bir kutuplaşma hattı oluşturuluyor
Haftalardır konuşuluyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan da teğmenlerin kılıçlı yemin töreni ile ilgili bazı açıklamalarda bulundu. Dedi ki; “Kahraman ordumuzun yıpratılmasına da ordumuzun üzerinden siyasi hesap görülmesine de müsaade etmeyiz.” Bunun dışında tabii medyada da, iktidara yakın medyada çokça bu konu, konuşuluyor. Tırnak içerisinde bir “örgüt” çıkar mı buradan?
Bakan: Aslına bakarsanız tabii burada ordunun üzerinden siyasi hesap gören kendileri, yani Türk Silahlı Kuvvetleri doğal olarak -o teğmenler daha önce de yapmışlar bunu- bir vatana bağlılık yemin ediyorlar resmi tören bittikten sonra. Bağlı oldukları vatanın kurucusuna da, o ülkenin değerlerine, kuruluş değerlerine bağlılıklarını söylüyorlar. Burada yadırganacak, eleştirilecek hiçbir şey yok. Bu biliyorsunuz başta yaptıkları ilk açıklama Ömer Çelik'in açıklamasından sonra, Devlet Bahçeli bir açıklama yaptı ve olayın şekli değişti. Bugün Türkiye'de kutuplaşmayı arttıracak, daha önce zaten siyaset hep kutuplaşma üzerinden yürüttüler. Dindar-laik liberal-muhafazakar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt hep kutuplaşmalar üzerinden gitti. Şimdi de Türkiye'de yeni o teğmenler üzerinden, ülkesini, vatanını seven, ülkenin kurucu iradesine saygılı, kurucu liderine bağlı olması gerekir. Zaten öyle olması gerekir. Teğmenler üzerinden biri yeni kutuplaşma hattı oluşturuluyor diye düşünüyorum. Son derece yanlış, onlar bizim çocuklarımız bizim evlatlarımız. Ülkenin kurucu liderine, Mustafa Kemal Atatürk'e bağlı olmayacaklar. Kime bağlı olacaklar, Menzil şeyhine mi bağlı olacaklar? Nur cemaatinin bilmem kaç tane kolundan birinin şeyine-şıhına mı bağlı olacaklar? Elbette ki ülkelerini kurucularına bağlı olacaklar.
Teğmenlerle ilgili bir soruşturma açılması planlı
Dün Ömer Çelik bir açıklama yaptı. Partinizin Genel Başkanı Özgür Özel'in İzmir'de yaptığı açıklamalara karşı dedi ki; “Özel’in Harbiye İmam Hatip karşılaştırması temelsizdir. Bir milletin çocuklarına haksızlıktır. Hem Harbiyeliler, hem İmam Hatipliler milletin değerleridir, Özel provokatif açıklama yapmıştır.” Siz, Çelik’in bu sözleri nasıl değerlendirirsiniz? Özellikle provokatif kelimesini.
Bakan: Eğer bir provokasyon varsa, dönüp Ömer Çelik teğmenlerle ilgili yapılan açıklamaya bakması lazım. Cumhurbaşkanın da, bu açıklamayı imam hatiplerin mezuniyet töreninde öyle bir yerde yapmış olması, teğmenlerle ilgili bir soruşturma açılacağı aslında tamamen planlı düşünülmüş üzerine. Az önce ifade ettiğim gibi, ülkedeki kutuplaşmayı arttıracak. Bunlar işte Cumhuriyetçi cumhuriyetin değerlerine bağlı teğmenler. Bizde dindar, mütedeyyin neyse müslümanlarız burası bize ait, diğeri karşı mahalle duygusu yaratacak bir süreci kendileri yürüttüler. Dolayısıyla bu ayrımı yapan aslında kendileri. Elbette imam hatipte okuyan da da bizim evladımız. Harbiye'de okuyan da bizim evladımız. Bizim bir kutuplaştırma niyetimiz yok. Tam tersine, kutuplaşmadan beslenen iktidara karşı Türkiye'de tüm kesimleri bir araya getirme gibi bir yaklaşımımız var.
Ali Çardakçı’nın “Ben Menzilci değilim” demesi lazım
Menzil cemaatinin Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet içerisinde güçlendiğine dair iddialar var. Sizin bu konuda izleniminiz nedir?
Bakan: Şu an Jandarma Genel Komutanı olan Ali Çardakçı’yla ilgili çok ciddi iddialar var. Bu yeni değil. Jandarma genel komutan yardımcısı iken de orgeneral rütbesindeydi. Yani tarihinde ilk defa Jandarma Genel Komutanlığında aynı anda 2 orgeneral görev yaptı. Bir tanesi önceki genel komutan Arif Çetin bir tanesi Ali Çardakçı’ydı. Ali Çardakçı ile ilgili o tarihten bugüne Menzil cemaati ile çok güçlü ilişkileri olduğu noktasında bilgiler geliyor. Tabii bununla ilgili “Ben Menzilci değilim” demediği sürece bu iddialara dikkate almak zorundayız. Böyle bir iddia olsa ve bundan rahatsız olsa bir Jandarma Genel Komutanı, herhalde “Benim hiçbir cemaatle, tarikatla ilişkim yok. Ben cumhuriyetin ilke ve değerlerine bağlıyım. Mustafa Kemal Atatürk’ün aydın yolundan gidiyorum” demesi lazım. Öyle bir açıklamada duymadık. Dolayısıyla bunlar vahim iddialar.
Jandarmada tarikat mensupları hızla yükseliyor
Aşağıya doğru baktığınızda yani genel komutanlığın personel yapısına baktığınızda Menzil cemaati ile ilgisi olan, ilişkisi olan kişilerin de aktif görevlere geldiğini görüyoruz. Yine Menzil ile ilgili uzman çavuş, uzman jandarmaları otobüslere binip Adıyaman'daki dergahı ziyaret ettikleri, bu benim bildiğim gerçekler bunlar. Menzil cemaatinin etkin olduğu, Jandarma Genel Komutanlığı’nda, Jandarma Genel Komutanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlandıktan sonra çok hızlı bir şekilde siyasallaştığı ve kurum içinde terfilerde, tayinlerde, atamalarda jandarma, iyi jandarmanın değil ama tarikat, cemaat mensubiyeti olanların hızla yükseldiğiyle ilgili bilgiler var. Yine Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi’nde benzer şeyler oldu geçmişte. Öğrenciler fişlendi. Namaza gidenler gitmeyenler diye. Oradaki caminin imamına protokolde yer verildi ve o imam öğrencileri fişledi. Kendisine yakın yakın değildi. Halbuki oradaki öğrencilerin ne kadar dindar olduğundan ziyade, asıl olması gereken derslerinde ne kadar başarılı olduğu, ne kadar çalışkan olduğu, ülkeye ne katacağı, liyakatli olup olmadığı, yani çocuğun dindarlığı üzerinden bir değerlendirme doğru değil. Ama bu yapıldı geçmişte dolayısıyla yani hâlihazırda da bununla ilgili Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi’nde benzer iddialar var. Dolayısıyla Jandarma Genel Komutanlığı’nda sadece Menzil değil, Kurdoğlu, Nur cemaatinin farklı diğer farklı Okuyucu, Yazıcı gibi grupları. İşte Nakşibendilerin, bunlar zaten Nakşibendinin alt kolları ama Nakşibendiliğinde alt dallarının da etkin olduğunu ve bunların bir denge içinde organize olduklarını görüyoruz. Burada devleti yönetenlerin yani iktidarın şöyle bir yaklaşımı, bunun olmasına sebep oldu. 15 Temmuz'dan sonra şöyle baktılar olaya “Fethullahçıları ayıkladık, temizledik. Bunlar ülke için büyük riskti. Şimdi sadece bir tarikata değil, birden fazla tarikata bir denge halinde, devlet organizasyonunda yer verelim. Millet dediğiniz şey, bu insanlardan oluşuyor. Bu insanlar milletin kendisi. Dolayısıyla milletin evlatları, milletin çocuğu buralarda görev alacak” deyip, Türkiye'de aşırı sağ olarak nitelendirebileceğimiz, geçmişte takip edilen güvenlik sebebiyle yapılar marjinal yapılar, Türkiye'nin nüfusunun yüzde 1’i yüzde 2’si belki olan yapılar, şu an Jandarma Genel Komutanlığı’nda Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çok ciddi bir sayıda ve etkin görevlerde. Bu da tabii, ülkenin ulusal güvenliği bakımından büyük risk olarak değerlendiriyorum.
SBK’nın söylediklerini mutlak doğru olarak kabul etmek mümkün değil
Geçtiğimiz haftanın başında bir yayın yapıldı. Fatih Altaylı’nın YouTube kanalına Sezgin Baran Korkmaz katıldı. Sezgin Baran Korkmaz’ı hepimiz hatırlayalım. Önce “Hayırsever iş adamı” olarak lanse edildi medyada. Ardından Avusturya'da yakalandı ve Amerika Birleşik Devletleri'ne iade edildi. Fatih Altaylı’ya yaptığı açıklamada, Süleyman Soylu'nun kendisine ünlü iş insanı İnan Kıraç'ın borçlarını sileceksin dediğini iddia etti Sezgin Baran Korkmaz. Süleyman Soylu ile arasında böyle bir görüşme gerçekleştiğini söyledi. Sizin bu açıklama hakkındaki değerlendirmeniz ne olur?
Bakan: Herhalde 3 saat civarında bir yayın izledim hepsini. Çalışma alanımda olduğu için. Sezgin Baran Korkmaz'ın söyledikleri tabii ki önemli. Dikkate almak lazım ama arada çelişkili hususlar da var. Mesela kendisiyle ilgili “Ben ceza almam Amerika Birleşik Devletleri’nde" diyemiyor tam anlamıyla. “Savcılıkla anlaşabilirim” diyor. Bazı konuşmanın bir yerinde çok temiz olduğunu söylüyor. Başka bir yerinde, “O kadar da temiz değilim. Hani ben de bir miktar kirli olabilirim” diyor. Bir yerinde İnan Kıraç’ın yaptığı bir havale ile ilgili yani para transferi ile ilgili bu diyor, “Kara paraya takılır” diyor. Çünkü böyle bir transfer işte Panama'dan, Türkiye, Türkiye'den Lüksemburg'a giden bir para trafiğinden bahsediyor ama kendisiyle ilgili konu gelince diyor ki “Kara para trafiği olamaz, benim şeyim. Çünkü bunlar banka yoluyla gönderildi. Bana gelen paralar…” Kingston kardeşlerden gelen paralardan bahsediyor. Dolayısıyla, mutlak doğru olarak onun söylediklerini kabul etmek mümkün değil ama şu bir gerçek, yani gerçek olan herkesin kabul ettiği şeyler var.
Savcıların, Süleyman Soylu hakkında fezleke düzenlemesi gerekir
Bir, Sezgin Baran Korkmaz, yurt dışına kaçmadan bir gün önce İçişleri Bakanlığına gitti. Yani İçişleri Bakanı Sezgin Baran Korkmaz’ı makamına davet etti. O zaman iddia neydi; Süleyman Soylu, SBK’ya kaç dedi iddiasıydı. Şimdi iddia parayı sil borcu sil dedi iddiası. Bunların her ikisi de vahim iddialar. Bir de böyle bir görüşmeyi, 2 Emniyet genel müdür yardımcısının katıldığı…
Bir tanesi Resul Holoğlu. Çok yakındı o Süleyman Soylu’ya, diğeri de Mahmut. Şimdi tam ismi aklıma gelmedi. 2 Emniyet genel müdür yardımcısının katıldığı, şimdi bunlar yeterince vahim iddialar. İçişleri bakanı bir suçları kaç dediyse, zaten suç işledi. İçişleri bakanı bir alacak verecek davasına müdahil olup şahsi bir alacağı devlet işidir bu deyip silmesini istediyse bu da suç. Yani her 2 türlü de görevini, konumunu, makamını kötüye kullanmış oluyor. Dolayısıyla bununla ilgili açıklama yapması gereken Süleyman Soyludur. O görüşmeye katılan Emniyet genel müdür yardımcılarının ifadeleri alınmalıdır. Bununla ilgili bir soruşturma başlatılmalıdır. Çünkü bu işlenen suç görevi dolayısıyla işlenen bir suç değil.
Görevini kullanarak bir kişisel suç işliyor. Göreviyle ilgili suçlarda soruşturmayı etkili Türkiye Büyük Millet Meclisi ama göreviyle ilgili olmayan konularda, şu an savcılık bunu ihbar kabul edip bir soruşturma açabilir. Sezgin Baran Korkmaz’ın iddiaları ihbar kabul edip Cumhuriyet savcılarını harekete geçmesi bir fezleke düzenleyip Soylu ile ilgili meclise göndermesi gerekir.
Türkiye’nin yarıdan fazlası erken seçim demeye başladı
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ'ın erken seçimle ilgili bir açıklaması oldu. Şöyle diyor kendisi; “Bu beyhude tartışmanın konusu. CHP’nin yalan/riya siyasetinden sonra en istikrarlı olduğu ikinci konudur. Türkiye'nin erken seçim gibi bir gündemi yoktur.” Siz bu tartışmalara, erken seçim tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz, olmalı mı, ne zaman olmalı?
Bakan: Yani bir erken seçimle ilgili talebin giderek arttığını görüyoruz toplumda. Son kamuoyu araştırmalarında yüzde 50’nin üzerine çıktığını görüyoruz. Türkiye yönetilemiyor. Bu çok net. Yani derin bir ekonomik kriz içerisinde. Hiç bir açıdan yönetilemiyor. Erken seçim kararı, muhalefetin vereceği bir karar değil. Yani muhalefet talep edebilir ama parlamentoda çoğunluğu sağlamak gerekiyor erken seçim kararı alabilmek için. Dolayısıyla teknik olarak bizim istememiz yetmiyor, iktidarında bunu kabul etmesi lazım. Bu biz nasıl olacağını düşünüyoruz. AKP'nin oylarındaki Cumhur İttifakı’nın oylarındaki erime, toplumdaki meşruiyetini, kabulünü kaybetme karşısında zorunlu kalacaklarını düşünüyoruz.
İşte 2026 olabilir böyle bir seçim. yani gün geçtikçe 2025’te olabilir böyle bir seçim. Gün geçtikçe, toplumsal talep arttıkça ve AKP'nin oyları erimeye devam ettikçe erken seçim yapmak zorunda kalacaklardır. Böyle bir talep giderek güçleniyor. Biz de toplumsal talebi halkın haklı talebini dile getiriyoruz. Biz, yerel seçimlerde insanlardan farklı siyasi partilerden oy istedik. "Bu yerel seçimdir. Bu seferlik ders verin. Gelin bize oy verin” dedik. “Bu bir genel seçim çağrısı, güven oyudur” demedik. Dolayısıyla seçimin ardından da böyle bir bunu bir şeye çevirerek, araçsallaştırarak seçimi hemen erken seçim olsun demedik. Çünkü bu bize oy veren AK Partili, MHP’li seçmene de saygısızlık olurdu. Onlar, yerel seçim için bize oy verdiler. Ancak şu an geldiğimiz noktada, Türkiye'nin yarıdan fazlası erken seçim demeye başladı. Bu talep giderek artacaktır. Bunu da AKP’nin görmezden gelebileceğini sanmıyorum. Zamanında seçim yapmamaları da kendilerini aleyhine olacaktır o noktada. Çünkü eğer eriyorsanız onun bir yerde durdurmak zorundasınız. Seçim bir an önce olması onlar için de doğru olacaktır. Erken seçim koşullarının oluştuğunu, giderek daha büyük ölçüde oluştuğunu düşünüyorum.