NE? NASIL? / GİDEN VE GİTMEKTE OLAN HEKİMLER

Türkiye Tabipleri Birliği’nden aldığım son verilere göre son 11 ayda tam 1,246 hekim Türkiye’den ayrılarak bir başka ülkeye gitti. Bu son on yıllık periyodda bir yıl içinde kaydedilmiş en yüksek rakam. 2012’de gidenlerin sayısı sadece 59 iken bu sayı istikrarlı bir şekilde her yıl artmış. Böylece son on yılda 5 bin 170 doktor Türkiye’den göçmüş. Youtube, Instagram gibi sosyal medya platformları yurt dışına gitmek isteyen hekimlere, halihazırda gitmişler tarafından verilen tavsiyelerin yer aldığı videolarla dolu. Peki neden?



Bu hafta konumuz Türkiye’den gitmek isteyen ve halihazırda gitmiş olan hekimler.

Ama bu konuya geçmeden önce sağlık emekçilerinin güncel bir açıklamasına bakalım. Sağlık çalışanlarının sendikaları ve Türk Tabipleri birliği ortak bir açıklama ile 15 Aralık Çarşamba günü bir günlük grev yapacaklarını duyurdu.

HEKİM-SEN üyesi doktorlar ise 14-15 Aralık yarım gün, 16 Aralık Perşembe tam gün iş bırakma eylemi yapacak.

Türkiye’den hekim göçünü ele almadan önce gelin o cephede ne olduğuna bir bakalım.

Meclis’teki bütçe görüşmeleri sırasında hekimlerin maaşlarına zam yapılmasıyla ilgili yapılan bir düzenleme geri çekildi.

Böylece TTB, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Genel Sağlık ve Sosyal Hizmet Kolu Kamu Çalışanları Sendikası, Birinci Basamak Sağlık Çalışanları Birlik ve Dayanışma Sendikası 15 Aralık’ta acil servisler dışında iş bırakma kararı aldı.

Türk Tabipleri Birliği’nin grev açıklamasından bir bölüme bakalım:

“Sağlık emekçileri salgın döneminde canla başla çalışırken aynı zamanda işsizlikle, işten atılmalarla, yoksullukla karşı karşıya bırakılmıştır. Sağlık çalışanları “artık bu şartlarda çalışamıyoruz” diyerek istifa ederken, emekli olurken; genç hekimlerimiz başta olmak üzere sağlık emekçileri yurtdışına göç ederken tüm bu sorunları konuşmak, çözüm önerilerimizi iletmek için Sağlık Bakanı’yla görüşme taleplerimizi defalarca ilettik. Sağlık Bakanı’nın hekimlerin, sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını, sağlık ve yaşam sorunlarını, toplum sağlığını sağlık emek meslek örgütleriyle konuşmasından daha doğal ne olabilir? Bu görüşme taleplerini karşılamak Sağlık Bakanı’nın bizlere ve topluma karşı sorumluluğu değil midir?”

2020’nin Mart ayından beri olağanüstü koşullarda, bazen yetersiz ekipmanla, uzun nöbetler tutarak pandeminin etkileriyle mücadele eden bir milyondan fazla sağlık çalışanı ve hekimin sanırım artık dayanacak gücü ve sabrı kalmadı.

Peki bunlara karşı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ne diyor? Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmalarını aktaralım.

Fahrettin Koca: "Bu Meclis’ten örnek oybirliği ile bir yasa geçti. Konusu en büyük sorunlarımızdan biri olan şiddetti. Yeni bir şiddet olayı vuku bulduğunda çalışanlarımıza söyleyeceğim kelimeleri bulmakta aciz kalıyorum. Sağlıkta şiddet sorununun çözümü sadece yasa mı? Elbette değil. Yasa ön dayanaktır. Bütün kurumlar olarak sağlıkta şiddete karşı toplumsal dayanışma oluşturmak zorundayız. Sağlıkta şiddet olayının tarafları yalnız fail ve mağdur değildir. Hukuk, sorumluluk ahlakıyla eli kolu bağlı olan sağlık çalışanını şiddete karşı korumalıdır. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddete karşı herkesten taraf olmasını talep ediyoruz. (...) Unutmayınız, hekimlerimiz en zengin ülkelerin alıcı gözlerle baktığını, en iyi yetişmiş hekimlerdir."

Sağlık Bakanı’nın da bahsettiği şiddet, uzun nöbet saatleri hekimlerin istifası ve Türkiye’den göçü ne yazık ki sadece son günlerdeki sorunu değil, yılların birikimi gibi görünüyor. Ben sözü hem Türkiye’den ayrılan hem de ayrılmak isteyen hekimlere vereceğim ama gelin birkaç haberi birlikte hatırlayalım.

* Ankara Şehir Hastanesi Kadın Doğum Kliniği Asistanı 25 yaşındaki Doktor Rümeysa Berin Şen nöbetten çıkıp evine dönerken kullandığı otomobille yol kenarında duran kamyona arkadan çarparak yaşamını yitirdi. Sosyal medyada “Yorgun doktorlar ölüyor” ve “36 saat nöbet olmaz” etiketleri gündem oldu. Pek çok sağlık çalışanı bu etikette mesajlar paylaşarak iş yüklerine dikkat çekti.

* Sağlık Bakanı ise İstanbul’da doktor Esma Demir’in saldırıya uğramasından sonra bir açıklama yapmıştı. "2020'de yapılan değişiklikle, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet suçlarının cezasını yasa 1,5'la çarpıyor. Sonuç alamadık. İki yıllık hekim arkadaşımız Dr. Esma'ya yapılan saldırı çok sayıdaki olaydan biri. 'Artık yeter' çığlığı. Sorun tüm toplumun. Toplumu harekete geçireceğiz."

* Bakan’ın bu açıklamasından bir ay sonra İzmir’de bir üniversite hastanesinde görevli Asistan Doktor Kadir Songür'ü jiletle boğazından yaralayan sanık Bayram Kaynak’a iyi hal indirimi uygulanarak 18 yıl hapis cezası verildi.

Ama belki de toplumun her kesimini ilgilendiren bir başka haber de şu. Türkiye Tabipleri Birliği’nden aldığım son verilere göre son 11 ayda tam 1,246 hekim Türkiye’den ayrılarak bir başka ülkeye gitti.

Bu son on yıllık periyodda bir yıl içinde kaydedilmiş en yüksek rakam. 2012’de gidenlerin sayısı sadece 59 iken bu sayı istikrarlı bir şekilde her yıl artmış. Böylece son on yılda 5.170 doktor Türkiye’den göçmüş. 

Youtube, Instagram gibi sosyal medya platformları yurt dışına gitmek isteyen hekimlere, halihazırda gitmişler tarafından verilen tavsiyelerin yer aldığı videolarla dolu.

Peki neden?

Bu sorunun peşine düştüğümde, Twitter’da hekimlere ulaşmak istediğimi yazdım ve hiç tahmin etmediğim kadar çok yanıt aldım. Bu yanıtları da okuyacağım ama önce gelin Türkiye’den ayrılma planları yapan bir göğüs cerrahına kulak verelim.

Burada konuştuğum üç hekimden ikisi isimlerini açıklamak istemediklerinden, birinci hekim ve ikinci hekim olarak anacağım.

"Siz bir hekim olarak neden Türkiye’den gitmek istiyorsunuz?"

Birinci Hekim: Biz normalde aynı ülke içinde şehir değiştirirken bile sıkıntı yaşayan insanlarız. Kim ister ki tüm hayatını kurduğu, arkadaş çevresini oluşturduğu, sosyal çevresini oluşturduğu yerden, ailesinden ayrılıp onları bırakıp başka bir memlekete şehre gitmek ister? Burada bir şehir değiştirirken bile yaşadığımız anksiyeteyi, her şeyi silip hatta doktorluk bile yapmasak, başka bir iş yapsak daha mutlu olacağımızı düşündüğümüz bir duruma geldik. Bunun adına belki tükenmişlik diyebilirsiniz. 20 senedir uzman hekimlik yapıyorum. Pratisyen hekimlik yapmadım. Fakat bu yirmi senelik çalışma hayatımız boyunca içinde bırakıldığımız durumlar, görevimiz değilken yapmak zorunda olduğumuz bazı hekimlik dışı işler bizi inanılmaz yordu. Pandemi alanı kendi uzmanlığımız dışında çalıştırıldığımız bir alan oldu ama bu yurtdışına gitmeyi düşündürecek bir neden değildi. Sadece yorgunluğumuzun üzerine bir yorgunluk daha eklenmiş oldu. Artık manevi hazzı almaz olduk. Yani burada bizim ülkemizde hekimlik saygınlığının yitirildiğini düşünüyorum. (...) Tabii ki içinde bulunduğumuz kriz bizi de inanılmaz etkiliyor. Fakat yurtdışına gitmek istemenin maddi yönü, inanın manevi yönünden sonra geliyor. Yurtdışını duyuyoruz. Arkadaşlarımız orada yaşıyorlar. Doktorluk yapan var, doktorluk dışında başka meslekler yapanlar var. Onların kendilerine, çocuklarına ayırdıkları vakit, yaşam koşulları, insanların birbirlerine gösterdikleri saygı dışarıyı daha cazip hale getiriyor.

"Son zamanlarda en çok gündeme gelen konulardan bir tanesi sağlıkta şiddet, ücretler. TBB bir grev kararı aldı. Sizin çalıştığınız hastanede bu anlamda durum ne? Kendinizi güvende hissediyor musunuz? Fiziksel veya sözlü bir şiddet anlamında."

Birinci hekim: "Ben göğüs cerrahıyım. Biz yüzde 80 acil üzerine çalışıyoruz, yani acile gelen travma hastaları üzerine. Kesici, delici alet yaralanmaları olabilir, ateşli silah yaralanmaları olabilir. Bu şekilde gelen hastaların, bir tehlike içinde gelen hastaların ilk müdahalelerini hızlı bir şekilde yapmakla görevliyiz. Fakat öyle bir durum oluyor ki, biz her gelen vakaya acaba hastaya bir şey olması durumunda bana bir şey olur mu, bana yakınları tarafından bir zarar gelir mi endişesi ile gidiyoruz. Çünkü can güvenliği yok. Ben en azından hissetmiyorum. Hasta yakınlarıyla sürekli irtibat içerisindeyiz. Ben hastam vefat etti zaman, hastamın vefat ettiği haberini vermek için 3-4 güvenlik görevlisiyle gitmek zorunda kalıyorum."

Şimdi size Twitter’da direkt mesaj üzerinden bana ulaşan onlarca hekimden bazılarının yazdıklarını aktarmak istiyorum. Bu bölüm belki biraz uzun olacak ama bence önemli. Sonuçta ihtiyacımız olduğunda bizi dinleyenler hekimler. Şimdi de, bunca sıkıntı arasında bizim onları dinleme zamanımız belki de.

Mesajlardan bazıları şöyle:

"Merhaba, ben çocuk hekimiyim. Devlette çalışmak beni ruhsal ve fiziksel sağlığımdan etti. Özelde ayrı sömürülmek de istemiyorum. Mecburen göç edeceğim."

 Merhaba ben ortopedi asistanıyım nisanda mezun haziranda atamam yapılacak. Mecburi hizmet bittikten sonra yurt dışında bir yere gitmeyi düşünüyorum. Arnavutluk'ta bile şartlar daha iyi. Biz bir kâbusun içinde yaşıyoruz ve ölünce uyanacağız gibi hissediyorum."

"Doktorum, her doktor gibi gitmek istiyorum"

"Aslında çok da özel bir sebep değil diğer insanların yaşadıklarını yaşıyoruz biz de. Tükenmişlik sendromu. Yabancılaşma, şiddet, değer görememek hepsinden önemlisi mesleki yetersizliğe maruz kalmak. örneğin nefroloji uzmanı olarak yeterli imkanı olmadığı halde mecburi olarak hastanede çalışmak. bir biyopsi bile yapamayıp hastayı sevk etmek zorunda kalıyorsun. sadece ilaç yazan veya sevk eden bir pozisyonda olacaksam neden uzmanlık yaptım diyorsun."

"Merhaba kamuda çalışıyorum. Bir dr arkadaşım ekim de gitti ABD ye. 1 ay kargo işinde çalıştı. Ocak sonrası beraber gideceğiz. İnanın meslek umurumuzda değil. İnsanca yaşamak için gidiyoruz çok af edersiniz ama ne küçümsemek ne de başka bir amaçla yazıyorum gerçekten ciddiyim tuvalet dahi temizlerim. İnanın bittik hayata dair zerre kadar ne hayal kurabiliyoruz ne de beklentimiz var. Neden? ABD’de 1 ay da pizza dağıtsak en basitinden kenara 1000 dolar koyabiliriz. Burada öyle bir para biriktirme şansımızı geçtim çok mutsuzuz."

Hekimler, Türkiye’den ayrılmak istiyor ancak giderken göze aldıkları, burada yaşadıkları sıkıntıya dair de bir ipucu. Zira pek çok Avrupa ülkesinde hekimleri, denklik, dil gibi sorunlar bekliyor. Bunu Belçika’ya taşınmış bir hekim ile konuştum. Ve elbette o büyülü soruyu ona da sordum. Bu göç nasıl geri döner?

Ne yapıyorsunuz Belçika’da? Orada mesleğinizi yapabiliyor musunuz?

İkinci Hekim: Şu anda Belçika’da çalışmıyorum. Denklik süreciyle uğraşıyorum. Dil öğrenmeye çalışıyorum. Türkiye’den ayrıldıktan sonra buraya geldiğimden beni mesleğimi icra etmiyorum. Bu denklik sürecinden sonra umarım başarılı olup, burada mesleğime dönmeyi planlıyorum.

Denklik süreci çok bahsedilen konulardan birisi. Bu, Türkiye’de altı yıl okudunuz, uzmanlığınızı aldınız ve başka bir ülkeye gittiğiniz zaman diplomanız tanınmıyor mu?

İkinci Hekim: Maalesef Avrupa Birliği üyesi bir ülke olmadığımız için, AB üyesi ülkeler arasında tıp fakültesi eğitimi tanınmıyor. Diğer mesleklerin diplomaları tanınıyorken, bizimki tanınmıyor. Bunun için bazı ülkeler bizden ekstra sınav istiyor, bazı ülkeler sadece dil istiyor. Belçika da bunun için B2 seviyesinde Flamanca bilmemizi, bunun belgesinin olmasını ve ayrıca okul belgelerimizi istiyor ve bunlarla denkliğe başvuruyoruz ve onlardan altı ay içinde bir yanıt geliyor.

Denkliği ne zaman alabileceksiniz? Bu ne kadar sürecek?

İkinci Hekim: Eğer uzmanlığımı alırsam üç veya dört yıl diye düşünüyorum. Eğer sadece tıp fakültesinin denkliğini alırsam, bir aile hekimi olarak onun için de bir-iki yıl sürecek.

Bu eminim zorlu bir süreçtir. Yeni bir dil öğrenmek, başka bir ülkeye yerleşmek, mesleğinizi bunca yıl yaptıktan sonra yeniden başka makamlar önünde kanıtlamak. Türkiye’de ne oldu ki bu zorlukları göze alarak gittiniz?

İkinci Hekim: Gün geçtikçe fakirleşmemizle başlayabilirim. Emeğimizin karşılığını maalesef ülkemizde alamıyoruz. Ayrıca arkamızda duran bir bakanlığımız yok. Haklarımız savunulmuyor. İşe her gün mutsuz gitmeye başlıyoruz. Evet, hasta hakları çok önemli ama hekim hakları ve sağlık çalışanlarının hakları da aynı değerde önemli. Saldırıya uğruyoruz ama karşı taraf ceza almıyoruz. Her gün yeni bir haber okuyoruz. Doktor arkadaşlarım haklarımızı aramak için greve gitmeyi planlıyor ama bazı medya kuruluşları bunu hastalara eziyet olarak yorumluyorlar ve bu halkımızın doktorlara karşı daha çok nefret geliştirmesine neden oluyor. Bu ortamda artık çalışmak beni mutlu etmiyordu. Her gün işime nefret ederek gitmeye başlamıştım. Çocuğumun geleceği için endişelenmeye başladım. Çünkü bizim okuduğumuz zamandaki devlet okulları maalesef yok. İyi bir eğitim alması için özel okullara mahkum olduk gibi görünüyor özellikle büyük şehirlerde. Benim kazandığım para Türkiye’de çocuğumu özel bir okula göndermeye yetmeyecekti. Önümüze de bir fırsat çıkınca göçmeye karar verdik.

Göçmek kolay mı?

İkinci Hekim: Bence kolay değil. Çünkü bir anda evinizi, yuvanızı, ailenizi, sevdiklerinizi bırakıp bambaşka bir ülkeye geliyorsunuz. Evet, belki uçakla üç-dört saatte varabileceğiniz bir yer ama yine de çok kolay değil maalesef. En zor geleni çalışıyorken, kendi paranızı kazanırken bir anda evde oturmaya mahkûm olmak, mesleğinizi yapamamak. Ama dediğim gibi her gün ülkemle ilgili haberleri okuduğumda, iyi ki diyorum. İyi ki gelmişim diyorum her seferinde.

Nasıl olur da nasıl bir yer olur da koşa koşa gideceğiniz bir hastane olur? Nasıl bir yer hayal edersiniz?

İkinci hekim: Emeğimizin karşılığını alabildiğimiz, Türkiye’de alışmış olduğumuz köle gibi çalışma düzeninin yok olduğu, yeterli dinlenme haklarının verildiği bir düzen olması gerekiyor. Herhangi bir siyasi görüşe ait olmadığımız için mobbing yediğimiz veya o siyasi görüşe sahip olduğumuz için yükseldiğimiz bir sistem olmaması gerekiyor. Akademisyenliğin bir anlamının olması gerekiyor.

Gidenlerin arasında uzun yıllar hekimler yapanlar olduğu gibi üniversiteden mezun olur olmaz giden genç hekimler de var. Dilşa Cemre Akkoç Altınok onlardan biri. Onu Almanya’ya neyin götürdüğünü sorduğumda verdiği yanıt aslında Türkiye’deki çözümün de bir yandan ne kadar basit bir yandan ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor.

Türkiye’de ne oldu da Türkiye’de bir hekim olarak çalışmanın sizin için dezavantajlı olacağını, zor olacağını düşündünüz?

Dilşa Cemre AKKOÇ ALTINOK: Karar kolay olmadı zaten. Bayağı tereddüt ettiğim bir karardı. Öyle bir anda bir karar vermedim. İki yıldan fazla bir süreç geçti. En az iki sene de benim buraya adaptasyon süreci devam etti. Türkiye’de beni ne mutlu etmedi? Önce burada yaptığım stajlarda buranın gerçekten farklı olduğunu gördüm. Öğrendiğimiz ilaçları gerçekten kullanabildiğimizi gördüm. Teknolojik imkanların fazla olduğunu gördüm. Biyologlar, mühendisler de bizimle çalışıyordu. Bunun bir ekip işi olduğunu gördüm. Çünkü Türkiye’de böyle değil. Türkiye’de tam bir kaosun içinde tanı koymaya ve tedavi etmeye çalışıyorsunuz. Ama burada bana daha fazla zevk verdiğini, mesleki tatmin verdiğini gördüm. Hastaya bir şey yapmamız gerektiğinde yapabildiğimizi, hastanın fazladan bir şey ödemesi gerekmediğini gördüm.

Hekimlere kulak vermek gerek. Çünkü son on yılda beş binden fazla hekimin ülkeyi terk etmiş olması, görünen o ki en az bir o kadarının da ülkeyi terk etme planları yapması bence aynı zamanda bir halk sağlığı sorunu.


KARDEŞ BAYRAMLAR

Hatırlayacaksınız, her bölümde hem Anadolu’da yaşayan kadim medeniyetlerin yılın her ayını nasıl bir bayramla donattığını, üzerinde yaşadığımız bereketli toprakların bereketini anımsamak için bir vesile olur diye Anadolu’da kutlanan bayramları hatırlatıyorum. 

4 Aralık’ta Antakyalı Ortodokslar Azize Barbara Bayramı’nı kutladı. Bu bayramın hem adı hem kendi benzer bir hali de 16 Aralık’ta yine Antakya’da yaşayan Arap Aleviler tarafından kutlanıyor. Aradan geçen bu 12 günde Barbara’nın adı da Bırbara’ya dönüşmüş.

Arap Alevilerin kutladığı Bırbara Bayramı her sene 16 Aralık öğleden sonra başlayıp ertesi gün 17 Aralık öğlene kadar sürüyor. Bırbara günü herkes birbirinden hububat ve baklagiller alıyor. Komşulardan toplanan 7 çeşit buğday, fasulye, nohut, mercimek vb. baklagiller haşlanıp Bırbara yemeği yapılıp, 7 eve dağıtılıyor. Bunun bereket getireceğine inanılıyor. Ayrıca Bırbara bayramından sonra günlerin fare hızıyla uzayacağına da inanılıyor.  Bir yerel gazetede bulduğum yazıya göre Bununla ilgili yöre halkı tarafından kullanılan Arapça bir tekerleme de varmış. ‘Bırbara tekket fara’ halen kullanılan bir tekerleme imiş.

Podcast Haberleri