"YASALAR BİZDEN YANA DEĞİL, ÖNCE PATRONLAR KULLANIYOR O HAKLARI"

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde hazırlanan Yasaksız Meydan'da Zeynep Duygu Ağbayır’ın konuğu Migros işçileriyle örgütlenen DGD-Sen Genel Başkanı Neslihan Acar, işçilerin çalışma koşullarını, mücadelesini, direnişini anlatıyor.

Yasaksız Meydan’da Zeynep Duygu Ağbayır’ın bu haftaki konuğu Migros işçileriyle örgütlenen DGD-Sen Genel Başkanı Neslihan Acar.

PODCASTİ DİNLEMEK PLAY'E TIKLAYINIZ





Acar, Migros işçilerinin direnişlerini, örgütlenme süreçlerini ve kazanımlarını anlatıyor.

"GÜNDE 17 SAAT ÇALIŞIYOR BU İNSANLAR"

İşçilerin var olan zorlu çalışma yaşamı koşullarının pandemi sürecinde perçinlenmesiyle beraber bu sürecin işçiler için bir milat olduğunu söyleyen Neslihan Acar, pandemi sürecindeki zorlukların örgütlenme ihtiyacını doğurduğunu şöyle aktarıyor: 

“Emek alanında söz söyleyen herkes de pandemiyi milatmış gibi koyuyor önüne. Çok öncesi var ama öncesinde klasik işte işin getirdiği sorunlar ve böyle bu kadar da yaygın ve hızlıca hayatımıza girmemişti. Pandemide bir kırılma yaşandı. İlk 7 - 8 ayı işte biz de bir tane de olsa vaka var dendiği an işçiler inanılmaz kendini kapattı. Biz üyelerimize ulaşamıyorduk, telefonlarımızı açmıyordu. Çünkü sendikaya üye olmak eşittir işsiz kalmak onun için. Öngöremediği durumlar var, işsiz kalabilir, evde kalması gerekiyor ama evde duramıyor…

Bir sürü korkularla donatılmış ve o dönemde her şey yasak: Sokağa çıkmak yasak, protesto etmek yasak… Sendikaya üye olursa işten atılacak ve direniş muhtemel yapacak. Ama bütün bu kadar kendisini kuşatan bu gerçekliği de aşamadığı bir durum vardı ama sonraki süreç idare edilemez oldu. Yani bütün o korkularıyla yüzleştiği ve tamamen ciddi, yani sınıfın bütün kazanılmış haklarına dönük, onuruna, kişiliğine dönük ciddi saldırılar başlamış oldu.

"ŞİDDET ALTINDA ÇALIŞIYORLAR"

Ciddi anlamda şiddet altında yaşıyorlar işçiler; çalışıyorlar. Çünkü hem asgari ücret gibi bir ekonomik şiddet var işçilerin üzerinde sürekli boyun eğmeye zorlayan, onu zaman zaman onursuzlaştıracağı zeminlere atan; ama mobbing de var ve birçok işçinin o dönem mobbinge bağlı ve bu toplumsal yaşamın bir türlü kendisini -hani bizler evlerdeydik ve hani bir şekilde izole oluyorduk- ama işçilerin öyle bir şeyi de yok ve sürekli bir korku pompalandığı yerde inanılmaz kuşatıldı. Buradan bir anda üzerimize işçiler geldi desek yeridir. Biz de telefonlar çok fazla aldık. Daha üye olup duran işçilerin işyerinde komiteler kurup örgütlenme süreçleri gelişti. Mesela biz Esenyurt depo ile pandemide o kapanma dönemlerinde tanışmış olduk oradaki arkadaşlarla Komite öyle kuruldu, çünkü günde 17 saat çalışıyor bu insanlar.”

 

"DAYAK YEDİK DİRENDİK, İŞTEN ATILDIK DİRENDİK"

Acar, Migros işçilerinin örgütlenme sürecinin, depo işçileri özelindeki zorluğunu şu şekilde açıklıyor:

“Bizim birçok depoda, başka markaların depolarında da komitelerimiz vardı. Yan yana geldiğimiz işçi arkadaşlar vardı. Çünkü bu alan ilk önce saldırıların geldiği alandır hak kayıplarında ve taşeron işçilerin çalıştığı; kuralsız çalışmanın, esnek çalışmanın en yaygın olduğu alandır aslında depolar, depo işçiliği. O yüzden de bir örgütlenme ve artık bu işte yan yana gelişleri bir sendikal örgütlülük ve toplu sözleşme yapabilecek en azından taşerona karşı mücadele edebildiğimiz zeminlere taşımak istedik. Bizi sendikalar örgütlemedi, taşeron işçi örgütlemediğini söyleyerek. Aslında 2009’da başladı Migros işlerinin örgütlenme, yan yana gelme, sorunlarını tartışma zeminleri bu zamandan oluşturduk. Biz Migros'ta 6 tane direniş örgütledik ve istisnasız hepsinin talepleri aynıydı.

Pandemide de biz 120 gün bir direniş örgütledik, 4 ay boyunca bütün o baskılara o saldırılara karşı, işten atılmaya karşı tavizsiz direndik. Yani dayak yedik direndik, işte işten atıldık direndik. Çünkü topluma bir şey söylüyorduk biz. Yani 4 milyon işçi ücretsiz izinde, her ay 177 bin işçi kod-29 ile işten atılıyor; kimse sesini çıkarmıyor, kimse ayağa kalkmıyor. Migros işçileri o 4 milyon ve atılan 500 bin -hani biz kayıtlara yansıyanını görebiliyoruz- işçi için ses çıkarttı aynı zamanda. Ücretsiz izin yasası kalıcı halde olabilecekken, o dirençli bir geçici madde kalıcı hale gelmedi. (..) Pandemiden sonra tüketici ile bağımız buluştuğu an, hani bu Migros direnişi görünür hale geldi. Oysa biz 6 kez daha direnmiştik aynı nedenlerle ve uzun süreler de direnmiştik Migros’ta.”

 

"ÖZİLHAN'IN EVİNİN ÖNÜNDE MUHATAP ARADIK"

Neslihan Acar, gözaltıyla sonuçlanan polis müdahalelerin gerekçesinin ne olduğunu anlatıyor:

“Biz mesela, kamuoyunda o, bir kısım Twitter kullanıcısını yazdığı gibi biz patronun evini basmadık, patronun evinin karşısındaki kaldırımda bekledik ve bir muhatap aradık. Biz geçen sene de oraya 6 kez gittik. 6 kez inanılmaz şiddetle gözaltına alındık. Hatta Özilhan'ın villasının önüne yasak getirdi kaymakamlık. O gün orada DGD-Sen’in eylem yapamayacağı kararı verildi ve alınma gerekçelerimiz bunlardı. 

Bu sefer de hiçbir gerekçe sunulmadı. Siz bir basın açıklaması yapın, evet izin veriyoruz buna. Gösterdikleri alanda yaptık hatta biz, polisin bize açtığı alanda yaptık. Kamuoyu çok büyümüştü ve polis müdahale etmek istemiyordu. Yani bizi de gözaltına almak istemiyordu. “Bize bir muhataplık bulunana kadar biz burada duracağız” dediğimiz anda, bir anda kalkanlarla kapatıldık. Polis “yaptığınız eylem yasadışıdır” dedi. Dinlemedik bile yani, çünkü o kadar yasa da biliyoruz ki, yani hani biz kimseye hakaret etmemişiz, küfür etmemişiz. Sadece bir tane muhatap arıyoruz. Hayatımıza çökenin evine de gideriz, hani içeriye de girmek isteyebiliriz. 257 işçi işten atılmış ve bir anda polisle falan kuşatılıyorsunuz siz, yani böyle sıralı bir sürü arka arkaya dizilmiş.

Biz şey söyledik: yani orada daha önce bizim kolumuz kırıldı, boğmaya çalıştılar, hastanelik olduk. O Özilhan'ın villasının önüne gittiğimizde tekrar orada kadın işçiler var, ilk defa gözaltına alınacak, ilk defa devletle karşı karşıya gelecek işçiler var. Biz dedik biz yürüyerek geliriz gözaltına, kimse bize müdahale etmesin, kimse bizi darp etmesin ama geri geleceğiz. Yani biz buradan gitmeyeceğiz siz aldığınız için. İlk arkadaşımız yürümeye başladığında, ben gözaltı otobüsüne geliyorum dediğinde, daha ilk adımını attığında, inanılmaz bir şiddetle bir koridor oluşturdular. Döve döve ve ters kelepçe ile herkesi tek tek bindirmiş oldular otobüse. Yani hiçbir gerekçesi yok, bize hiçbir şey söylemedi. 2911’e muhalefetten sizi gözaltına alacağım dedi polis benimle konuştuğunda. Yani hiçbir gerekçesi yok. İçeride inanılmaz şiddet, gözaltı otobüsünde bu yapılan şeyin yasa olmadığını biliyorsun.”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız ya da barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İzleme Derneği ve Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.

SÖYLEŞİNİN TAM METNİ



ZD: Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan başlıyor. Ben Zeynep Duygu Ağbayır. Bugünkü konuğumuz DGD-Sen Genel Başkanı Neslihan Acar. Migros işçilerini, grevlerini ve kazanımlarını konuşalım. Genelde de, böyle genele baktığımızda da, örgütlenme ve protesto hakkı üzerine sohbeti sürdürelim isterim.

Emek Çalışmaları Topluluğu, 2022 yılının ilk aylarında yaşanan 65 özel sektör grevine en az 15.000 işçinin katıldığını, grevlerden yaklaşık 32’sinin kazanımla sonuçlandığını belirtiyor. Geçmiş yıllara göre büyük bir artışın olduğunu görüyoruz grevlerde. Neler oluyor sahada, alanda. Aslında bununla başlamak istiyorum. Yani sokakta son iki aydır çok yoğun bir şekilde grevleri görmeye başladık ve görünen o ki artıyor. Biraz buradan başlayalım isterim.

NA: Tabii... Biz herkesin eve kapanamadığı bir pandemi geçirdik. Ve bu pandemide de işçiler hiçbir gün sekteye uğramadan iş akışına, çalışmaya devam ettiler. Ama toplumun bir kısmı da evlere kapatıldı ve evde kal çağrıları yapıldı. Aynı zamanda çalışma yaşamı ve ortamı inanılmaz sömürüye açıldı. Devlet bu alandan elini eteğini çekti ve patronla işçileri tamamen baş başa bırakmış oldu. O dönemde de inanılmaz bir tüketim furyası, sürekli bir kampanya, sürekli bir açlık hali, sürekli bir ölüm korkusuyla işçiler… Hem işyerlerinde ölüm korkusu, hem bu virüsleri ailelerine taşıma korkusu ve aynı zamanda iş cinayetlerinin inanılmaz arttığı 1- 2 yıl, kesintisiz 1 - 2  yıl geçirmiş olduk biz. Sonra bu bütün pandemi önlemleri kalktığında, işçilere bu pandemide verilen sözler vardı. Aslında bu kadar korkunç koşullara rıza gösteriyormuş gibi devam etmesini sağlayacak sözler verildi. Çünkü bir olağanüstü haldeydik ve işçiler sürekli ve toplum yararına, kamu yararı, halk sağlığı gibi bir sürü argümanla çalışmaya zorlanmıştı. Pandemi önlemi dediğimiz şeylerin hiçbiri alınmamıştı ve korona bir işçi hastalığına dönüşmüş, tamamen patronun insafına terk edilmiş işçiler; aslında öfkeyi -yani daha öncesi de vardı bu ama- buralarda büyüttüler. Yani bütün çıplak haliyle o yasasızlığı o kuralsızlığı o denetimsizlği iliklerine kadar hissetmiş olduk biz. Bu işte pandemi önlemleri dedikleri, pandemi uygulamaları dedikleri şeyler kalktıktan sonra da ürünlere gelen o fahiş zamlar; doların sürekli yükselmesi, fiyatların artması, enflasyonun artması, işçinin alım gücüne de yansımış oldu. Ciddi anlamda bir beslenememe ve barınamama sorunuyla karşılaştı. Burada da ciddi anlamda kredilendirildi işçiler yani borçlandırıldı çok hızlıca. Biz depo işçilerini örgütlüyoruz ve depo işçileri 4250 lira şu an alıyor, eskiden 2800 lira alıyordu. 2800 lira alırken de maaşının 20 katı gibi krediler verildi. Çünkü sonuçta bu bir borçlandırma politikası da var düzenin işçilere ve yoksullara dayattığı. Artık Kasım itibariyle de bu sürdürülemez hale geldi. Herkesin kredileri patladı, faturalar ödenmedi, zaten pandemi de ulaşmak mümkün değildi sağlık hizmetine -şimdi de ulaşmak mümkün değil. Özel hastaneler dolmaya ve işçiler buralara da harcamalar yapmaya başladığında aslında toplumun bütün o sıkışmışlık halini; işçiler tarafından -sadece 2022 ile ilgili değil- 2021’in de son üç ayında- iş bırakma eylemleri başlatıldı. Bu 2 - 3 saatlik, yaygın olmaması için, çok hızlıca kazandılar. Mesela biz Carrefour’da iki kez iş bırakma eylemi yaptık. İkisinde de birkaç saat içerisinde hak koparttık. Normalde böyle aylarca direnebileceğimiz meseleleri iki saat içerisinde hızlıca protokole bağlayıp anlaşıp sonuçlandırılmış oldu ama asgari ücrette gelecek zammı bekliyordu işçiler. Asgari ücretin %50 arttığı söyleniyor, 4250 lira oldu ama AGİ gasp edildi burada da. %50 artış yapma ve manipülasyonun üzerine AGİ’yi aradan götürmüş oldular. Ücretler ciddi anlamda, yani işçinin asgari ücreti, pul olmaya başladı. Yani alım gücü karşısında ya da bu artan fiyatlar karşısında hiçbir ederi yok. Hatta birçok işçiden şeyi duyarsınız: “Keşke asgari ücrete zam gelmeseydi ve fiyatlar da bu kadar artmamış olsayı” diyorlar. Mesela kiralar iki katına çıktı. Bugün Esenyurt’ta çok rahat bir buçuk sene öncesine maksimum 600 liraya kadar ev bulabildiğiniz mahallelerde ulaşımın neredeyse olmadığı yerlerde 2000 lira gibi fiyatlardan bahsediliyor. İşçiler için, yoksullar için şehir dışları da bir yaşam alanı olmaktan çıktı. Çünkü oralarda yaşayıp saatlerce yol gelmeye katlanıp en azından düşük kiraları ödüyorlardı. Şimdi tüm bunlar katlanılamaz ve yaşanılamaz hale geldiğinde tekil tekil işçi direnişleri başladı. Mesela Çimsataş işçileri bıraktı, Mersin’de 200 kadın halde iş bırakma eylemi yaptı ve kazandı. Yine Trendyol işçileri iş bıraktı ve bütün ülkede görünür. Hem direnişin görseli hem söylemi hem de gücü, direnişin dışarıya yansıyan gücü, ve birlikteliği ile ciddi bir hak kazanmış oldu ve bu kazanım hızlıca bütün alanlara yayıldı. Yani işçilerin yıllardır o kuşatıldığı işte “iş bırakırsan direniş yaparsan işte işsiz kalırsın, bunlar siciline işler senin, bir daha iş bulamazsın, aç kalırsın” dediği yerde; yaşadığı şey artık onu korkulacak bir şey haline gelmedi. Biz Migros'ta da aynı şey söylüyorduk. İşten atıldı 257 işçi; patron bununla direnişi kırmaya çalıştı. Biz bir şey kaybetmedik, her yer kölelik ücreti veriyor, her yer 4250 lira veriyor. Biz bir şey kaybetmedik ama asıl bundan sonrasını Migros düşünsün diye bir öfkeyle ayağa kalkmış oldu işçiler.

ZD: Aslında burada tam da şeyi sormak istiyorum. Sendika mı örgütlemeye başlıyordu, işçiler mi kendi arasında örgütlenip sendikaya gidiyorlardı?

NA: Sendikacıların da örgütlenme yapan, emek alanında söz söyleyen herkes de pandemiyi milatmış gibi koyuyor önüne. Çok öncesi var ama öncesinde klasik işte işin getirdiği sorunlar ve böyle bu kadar da yaygın ve hızlıca hayatımıza girmemişti. Pandemide bir kırılma yaşandı. İlk 7 - 8 ayı işte biz de bir tane de olsa vaka var dendiği an işçiler inanılmaz kendini kapattı. Biz üyelerimize ulaşamıyorduk, telefonlarımızı açmıyordu. Çünkü sendikaya üye olmak eşittir işsiz kalmak onun için. Öngöremediği durumlar var, işsiz kalabilir, evde kalması gerekiyor ama evde duramıyor… Bir sürü korkularla donatılmış ve o dönemde her şey yasak: Sokağa çıkmak yasak, protesto etmek yasak… Sendikaya üye olursa işten atılacak ve direniş muhtemel yapacak. Ama bütün bu kadar kendisini kuşatan bu gerçekliği de aşamadığı bir durum vardı ama sonraki süreç idare edilemez oldu. Yani bütün o korkularıyla yüzleştiği ve tamamen ciddi, yani sınıfın bütün kazanılmış haklarına dönük, onuruna, kişiliğine dönük ciddi saldırılar başlamış oldu. Ve ciddi anlamda şiddet altında yaşıyorlar işçiler; çalışıyorlar. Çünkü hem asgari ücret gibi bir ekonomik şiddet var işçilerin üzerinde sürekli boyun eğmeye zorlayan, onu zaman zaman onursuzlaştıracağı zeminlere atan; ama mobbing de var ve birçok işçinin o dönem mobbinge bağlı ve bu toplumsal yaşamın bir türlü kendisini -hani bizler evlerdeydik ve hani bir şekilde izole oluyorduk- ama işçilerin öyle bir şeyi de yok ve sürekli bir korku pompalandığı yerde inanılmaz kuşatıldı. Buradan bir anda üzerimize işçiler geldi desek yeridir. Biz de telefonlar çok fazla aldık. Daha üye olup duran işçilerin işyerinde komiteler kurup örgütlenme süreçleri gelişti. Mesela biz Esenyurt depo ile pandemide o kapanma dönemlerinde tanışmış olduk oradaki arkadaşlarla Komite öyle kuruldu, çünkü günde 17 saat çalışıyor bu insanlar. Yine işçilerin hala şöyle bir şey diyemeyiz tabii ki; işçiler örgütlenmeye döndü yüzünü falan diyemeyiz. Çünkü yani işçilerin -yine konuşuruz bunu ilerleyen zamanda da- yani inanılmaz kuşatılmışlar ve korkuyorlar. Yani açlık çok gerçek. Bu ülkede işte bir yasa, kanun ya da bir denetim mekanizması devletin işçilere ve yoksullara dönük olmadığını hem pandemi de görmüş oldu -daha öncesinde de biliyordu ama- hiç çıplak ve gerçek hali ile karşılaşmamıştı. O yüzden de hala onu işte bir yasa, yasadışılık, örgütlerin ise işten atılacağı… Mesela sendikalar yasasını biz okuyoruz işçilere biraz daha tedirginliklerini gidersinler diye, hiçbir karşılığı yok. Haklılar, çünkü gerçekten de yaşamda bir karşılığı yok bu yasaların. Bir sürü şeyi göze alması gerekiyor işçilerin bu dönem. Geçmişten gelen hafıza var, hak arama mücadelesinin kazanımları var ama yenilgi halleri de var. Çünkü çok uzun yıllar işçiler kaybediyorlar, kazanamıyorlar. Bunlar tabii ki sendikal hareketin çürümüşlüğü ile de alakalı birçok nedene bağlı. İşçiler hala inanılmaz korkuyorlar ve inanılmaz tedirginler. Ciddi mesailerle -gece gündüz- sürekli korktuğu ve düştüğü çekildiği yerde tekrar güçlendirdiğimiz bir süreç örgütlemeye çalışıyoruz. Bu dönemin iş bırakma eylemlerinde ilginç - bizim için ilginç değil ama- kamuoyu için ilginç olan şu: Sendikalı işçiler inanılmaz huzursuzlar ve başlarını kaldırmaya çalışıyorlar ve patronla karşılaşmadan daha, sendikalar onların başlarını ezmiş oluyor. İşten atmış ya da bir şekilde korkutmuş oluyor. Gemi söküm işçileri 13 farklı işyerinde yan yana geldiler ve kendi içlerinde komiteler kurarak bir gemi söküm işlerinin meclisini oluşturdular. Yani 13 ayrı yerde komiteleri var ve bu komitelerinin birleştiği yerde gemi söküm işleri meclisi oluştu. Mesela burada iş cinayetlerinin en yoğun yaşandığı, meslek hastalıklarının en yoğun yaşandığı, yani hasbelkader insanların 50 yaşını gördüğü bir çalışma alanı, iş kolu burası. Aynı zamanda bizim iş kolumuz, 16 no’lu iş kolu. Biz yıllardır gemi söküm işçileriyle görüşürüz, gideriz otururuz işte evlerinde kalabiliriz ama bu aslında bir örgütlü ve sendikal örgüte bir dönüşmüyordu. Ama bu döneme baktığımız işte Trendyol kazanımından sonra, çünkü ne kadar güçlü bir direnişse ve ne kadar güçlü kazanıyor ve ne kadar yayabiliyorsak biz onu, işçiler bu durumdan güç alıyorlar,

ZD: Tam da buradan sormak istiyorum. Trendyol işçileri ile birlikte, belki onların kazanımlarından yola çıkarak da; Migros işçileri ne zaman taleplerini dile getirdiler? Ne zaman örgütlenmeye başladılar? Aslında bu süreci de başından anlatabilirsen çok sevinirim.

NA: 2009'da Murat Bostancı, geçtiğimiz iki dönemde sendikanın genel başkanlığını yapan Murat Bostancı, Migros Depo işçisiydi, Migros depolarında çalışıyordu. Yine bizim birçok depoda, başka markaların depolarında da komitelerimiz vardı. Yan yana geldiğimiz işçi arkadaşlar vardı. Çünkü bu alan ilk önce saldırıların geldiği alandır hak kayıplarında ve taşeron işçilerin çalıştığı; kuralsız çalışmanın, esnek çalışmanın en yaygın olduğu alandır aslında depolar, depo işçiliği. O yüzden de bir örgütlenme ve artık bu işte yan yana gelişleri bir sendikal örgütlülük ve toplu sözleşme yapabilecek en azından taşerona karşı mücadele edebildiğimiz zeminlere taşımak istedik. Bizi sendikalar örgütlemedi, taşeron işçi örgütlemediğini söyleyerek. Aslında 2009’da başladı Migros işlerinin örgütlenme, yan yana gelme, sorunlarını tartışma zeminleri bu zamandan oluşturduk. Biz Migros'ta 6 tane direniş örgütledik ve istisnasız hepsinin talepleri aynıydı. Pandemide de biz 120 gün bir direniş örgütledik, 4 ay boyunca bütün o baskılara o saldırılara karşı, işten atılmaya karşı tavizsiz direndik. Yani dayak yedik direndik, işte işten atıldık direndik. Çünkü topluma bir şey söylüyorduk biz. Yani 4 milyon işçi ücretsiz izinde, her ay 177 bin işçi kod-29 ile işten atılıyor; kimse sesini çıkarmıyor, kimse ayağa kalkmıyor. Migros işçileri o 4 milyon ve atılan 500 bin -hani biz kayıtlara yansıyanını görebiliyoruz- işçi için ses çıkarttı aynı zamanda. Ücretsiz izin yasası kalıcı halde olabilecekken, o dirençli bir geçici madde kalıcı hale gelmedi. Bir de kod-29 yeterli değil ama kodlara bölmek zorunda kaldılar. Çünkü Migros dışında da irili ufaklı bir sürü direniş vardı kod-29'a karşı. Biz Esenyurt depoyla da bu dönemde temas kurmuş olduk. Çünkü onların da sorunları aynı bu ve aynı firmaya çalışıyorlar. Sürekli ücretsiz izin dayatılıyor, mobbing çok yoğun. Mesela Migros depo işçisinin en büyük, örgütlenme diyelim, en birinci örgütlenme nedeni işçi sağlığı, iş güvenliği; ikincisi de mobbing. Hani mobbing diye tarif ettiğimiz “hadi hadi” falan değil burada; hakaret, küfür, aşağılama, intihara kadar sürüklenebileceği, çok ağır stres altında 16 - 17 saat çalışıyor işçiler. Migros Direnişi'yle beraber, geçen seneki pandemideki direnişle beraber, bir parça dizginlenmiş oldu. Biz hala Migros depoları örgütlenmeye devam ediyoruz. Pandemiden sonra tüketici ile bağımız buluştuğu an, hani bu Migros direnişi görünür hale geldi. Oysa biz 6 kez daha direnmiştik aynı nedenlerle ve uzun süreler de direnmiştik Migros’ta.

ZD: Sence kazanımların da bunda etkisi var mı, daha görünür olmasında? Ya da bu artan grevlerde mesela şunu görüyoruz: OHAL, OHAL'den sonra pandemi derken aslında barışçıl toplanma, örgütlenme özgürlüğü arasında yakın bir ilişki var. Bu iki hakkın da kriminalize edildiğini görüyoruz. İşçileri de etkiledi mi sence? 

NA: Bütün örgütlendiğimiz yerlerde fiili meşru mücadeleyi tartışırız, yasadan ziyade. Mesela Farplas işçileri, bu Migros direnişe başlamadan önce, fabrikayı işgal ettiler, gözaltına alındılar. Ciddi bir polis şiddetiyle kolları, bacakları kırıldı ve işçilerin hastaneye ulaşımı ancak rutin bir sağlık kontrolü ile yapıldı. Birçok işçi oralardan ambulansla çıkartıldı. Şimdi böyle, ama bir işgali ve sonrasında bir ısrarın da geldiğini görüyoruz, yani direnmeye devam ediyor işçiler.Yine Trendyol'daki o kazanma hali ve o coşkunun kendisi mutlak bütün direnişleri etkiledi. Ama buranın, “işte daha yasal haklarımız bunlar bizim” zeminine götürdü mü? Bunu söylemek için çok erken. Çünkü biz dediğim gibi, mesela Carrefour’da biz 32 gün direndik ve herhalde ilk iş bırakma eylemini biz yaptık. Yani Carrefour’da yaptık; 2 saat sürdü kazanımla sonuçlandı. Sonra tekrar iş bıraktık o da kazanımla sonuçlandı. Biz mesela burada hiç yasa tartışmadık işçilerle. İşçilerin de böyle bir kaygısı yok: “Yaptığımız şey yasal mı, yasadışı mı?” Sonra Migros'ta biz bu direniş olmadan iki buçuk ay önceden bir iş bırakma eylemi yaptık. Bütün gün sürdü ve orada da içeriye işte panzerler girdi, TOMAlar sokuldu. İşte bütün amirleri oradaydı Esenyurt’un. İşçilere yasadışı olduğunu ve yasal olmadığını, yasadışı eylemler yaptığını söyledi ama biz burayı hiç tartışmadık. Çünkü öncesinde bizim işçilerle hemfikir olduğumuz şey şuydu. Yani bizim yasal haklarımız zaten yok. Ve biz bunların, yasa yoksa çıkartırız ama meşru bulduğumuz yerde direniriz tartışmasını sürekli yürüttüğümüz için olabilir. Daha önce de, Migros direnişinde de, ciddi devlet baskısıyla, bu yasa - yasa dışı söylemleriyle çok karşılaştık. Gözaltına alınma süreçlerimiz bir operasyon gibi organize edildi. Buralarda da işçiler korkmadan ertesi gün tekrar geri geldiler. Bütün söylemler de şuydu: Mesela. Fatma Yiğit o dönem şeyi söylemişti. “Bu yasalar hep Fatma'ya mı işliyor? Yani sen yasadışı diyorsun, sürekli yasa diyorsun ama ben dünyanın bütün hukuksuz işleri ile yasası varken atıldım. Yani buraya dair hiçbir müdahaleniz yok.” Biraz depo işçiliği, en altta ve en dipte tarif ettiğimiz; çalışma koşulları ve karşısındaki kazancı itibariyle. Çünkü depo işleri, ilk kuşak kentliler. Köylerinden ya savaş hali ile bir çatışma ortamından ya da ciddi anlamda bütün olanaklarını bir anda kaybettiğinde şehre göç ediyor ve depolarda iş bulup geçici de olsa buralarda devam ediyor. İşçiler hala şunu düşünmüyor tabii ki. Çünkü gayrimeşru bir şeymiş gibi görünüyor, işçi haklı olduğunu bilse de. Bu yaptığı direnişlerin, eylemlerin, iş bırakmanın, hak aramanın... Çünkü Boğaziçi'nde öğrenciler kayyum istemiyoruz dediğinde darp ediliyor, gözaltına alınıyor, yetmiyor tutuklanıyorlar. Yani sürekli sistemlerin propagandasını yapıyor. Yine kadınlar yaşamak istiyoruz dediğin de gözaltına alınıyorlar, polis şiddetiyle karşılaşıyor. İşçiler şunda hemfikir ama: Yasalar bizden varsa da haklarımız bizden yana değil. Önce patronlar kullanıyor bu hakları. Bunda hem fikirler. Mesela geçen sene direnen Migros işçisine şu an kimse yasa falan anlatamaz yani. Ben biraz bu işin can havliyle olduğunu ve kazanımların da körüklediğini düşünüyorum. Çünkü Migros direnişinden sonra bu kazanımdan sonra çok fazla aktör var bu kazanımın. Yani sadece işçiler direndi değil, tüketici inanılmaz o sıkışmışlıkla ve geçinememe haliyle buraya döndü. Yine Twitter'da hiç görmeyen kesim, işçileri duymayanlar, yine kendi meseleleri ile birleştirip Migros direnişinin öfkesini attığı… Yani oraya destek atarak “kardeşim şimdi işçiler kazanıyor” diye yazdığı bir kamuoyu oluşturduğu bir zeminde bambaşka bir şey tartışabiliriz artık. Ama işçilerde bir hak arama bilinci oturdu mu sorusu benim hala net cevap vereceksem; meşru olduğunu biliyor, yasal hakları olduğunu biliyor ama hakkını aramaktan inanılmaz çekiniyor. 

ZD: Gözaltılar oldu, Migros işçileri gözaltına alındı. Tam olarak aslında oradaki gerekçeyi, müdahale gerekçesini de sormak istiyorum.  

NA: Tabii biz mesela, kamuoyunda o, bir kısım Twitter kullanıcısını yazdığı gibi biz patronun evini basmadık, patronun evinin karşısındaki kaldırımda bekledik ve bir muhatap aradık. Biz geçen sene de oraya 6 kez gittik. 6 kez inanılmaz şiddetle gözaltına alındık. Hatta Özilhan'ın villasının önüne yasak getirildi kaymakamlık. O gün orada DGD-Sen’in eylem yapamayacağı kararı verildi ve alınma gerekçelerimiz bunlardı. Bu seferde hiçbir gerekçe sunulmadı. Siz bir işte basın açıklaması yapın, evet izin veriyoruz buna. Gösterdikleri alanda yaptık hatta biz, polisin bize açtığı alanda yaptık. Böyle binlerce polis orada bize söylenen şey diyordu işte 10 dakika durun gidin, sonra 20 dakika oldu, sonra iki saat durup gidebilirsiniz. Çünkü kamuoyu çok büyümüştü ve polis müdahale etmek istemiyordu. Yani bizi de gözaltına almak istemiyordu. Bize bir muhataplık bulunana kadar biz burada duracağız dediğimiz anda, bir anda kalkanlarla kapatıldık. Polis “yaptığınız eylem yasadışıdır”, sürekli 3'le “yaptığınız eylem yasadışıdır”. Dinlemedik bile yani, çünkü o kadar yasa da biliyoruz ki, yani hani biz kimseye hakaret etmemişiz, küfür etmemişiz. Sadece bir tane muhatap arıyoruz. Hayatımıza çökenin evine de gideriz, hani içeriye de girmek isteyebiliriz. 257 işçi işten atılmış ve bir anda polisle falan kuşatılıyorsunuz siz, yani böyle sıralı bir sürü arka arkaya dizilmiş. Biz şey söyledik yani orada daha önce bizim kolumuz kırıldı, boğmaya çalıştılar, hastanelik olduk. O Özilhan'ın villasının önüne gittiğimizde tekrar orada kadın işçiler var, ilk defa gözaltına alınacak, ilk defa devletle karşı karşıya gelecek işçiler var. Biz dedik biz yürüyerek geliriz yani gözaltına, kimse bize müdahale etmesin, kimse bizi darp etmesin ama geri geleceğiz. Yani biz buradan gitmeyeceğiz siz aldığınız için. Kendisi ilk arkadaşımız yürümeye başladığında, ben gözaltı otobüsüne geliyorum dediğinde, daha ilk adımını attığında inanılmaz bir şiddetle böyle bir koridor oluşturdular. Döve döve ve ters kelepçe ile herkesi tek tek bindirmiş oldular otobüse. Yani hiçbir gerekçesi yok, bize hiçbir şey söylemedi. 2911’e muhalefetten sizi gözaltına alacağım dedi polis benimle konuştuğunda. Yani hiçbir gerekçesi yok. İçeride inanılmaz şiddet, gözaltı otobüsünde şeyi biliyorsun ya bu yapılan şey yasa değil, yani bizim konuştuğumuz şey o değil. TÜSİAD'ın Yüksek Istişare Kurulu Başkanı'nın evinin önüne gitmişsin. Sen bu ülkenin bir aklının, bu bütün bu vahşi sömürü hikayesini örenin, aklın kapısına gitmişsin ve devletin tarafı olduğu bir yere gitmişsin. O yüzden gözaltına alınıyorsun, ama hiçbir gerekçesi yok. Geçen sene en azından yasak çıkarmışlardı kapının önüne gelemezsiniz diye, o yüzden alıyordu. Ama kamuoyuna rağmen almaya, yani gözaltına almaya cüret edebildi yani. Bu kadar hukuksuzluğu örmeyi kendisinde hak bildi devlet. 

ZD: Migros işleri taleplerini aldılar ama alanlarını terk etmediler. Kadıköy'de Yemek Sepeti kuryelerinin eylemleri vardı, grevleri vardı. Destek vermeye gittiler. Yani en son kamuoyunda bunu gördük. Bu dayanışma hattının gittikçe daha çok yayılacağını düşünüyor musun? Yani bu grevlerin daha çok artacağını düşünüyor musun? 

NA: Ben bunu biraz öncüsüyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz direnirken direnişte olan işçiler vardı. Biz bağını kurmuştuk, işçiler kendi aralarında direnişlerle bağ kurmuşlardır. Hepsi birbirine bakıyor çünkü. Yani biliyorlar orada ne oldu, burada. Bütün gelişmeleri takip edip bize de bildiriyorlardı alanda. Biz komitelerle, işyeri komiteleri ile sadece işyerinin örgütlenmesi, toplu sözleşme, üyelik konuşmuyoruz. Hatta bunu neredeyse hiç konuşmuyoruz, mesele üyelik değil çünkü. Bugün bütün hakları gasp edilmiş olan işçileri yan yana getirmek, bizi bugün kurtaracak olanda bu. Çünkü yeni yasal haklar edinmek, en azından mahkemelerde kullanabileceğimiz kendimizi savunabileceğimiz bir sürü hak edinmek istiyoruz. O yüzden de mesela Migros işçisinin meselesi değil. O yüzden de biz komiteler ile memleket gündemi, direnişler, fiili meşru mücadele nedir? Biz meşru bulduğumuz her şey için neden direniriz ve nasıl direnmemiz gerektiğini, karşımıza çıkacak bütün güçleri anlatıyoruz. Ama aslolanın işçi meclisleri, işçi komitelerini, işçi konseylerini oluşturmak gerektiğini havzalarda sonra illerde, sonra bütün ülkede işçilerin yan yana gelmesi gerektiğini özellikle yıllardır anlatıyoruz. Migros depoda da bir yıl boyunca işçi yani işçi önderleri ile bunları tartıştık. Biz depodaki her bir işçi kardeşimizi de gördük direnen. Yani bizi görmemiş, oturup bir masada çay içmemiş arkadaşımız da yok, gece gündüz oralardaydık. Bunun sonucunda o birleşmek ve yan yana gelmenin zorunluluğunu hem direniş alanında görüyor, hem bütün tartışma süreçlerinden hemfikir olmuş bunu biliyor. İşte Yemek Sepeti işçilerini ziyarete gitti, çünkü kader aynı, talep aynı, yaşamlar aynı, bütün sorunları aynı ve Migros işçisi şeyi çok iyi biliyor yani aldığı zammın, kazanmasının onun hayatında böyle inanılmaz değişiklik yapmayacağını. Bu eğer örgütlülüğü bir an gevşese herhangi bir şey olsa, tepesine tekrar patronun daha güçlü basacağını biliyor. O yüzden de kendi iş güvencesi birliği aslında sigortası birliği işçinin. Yani ne kadar birliksen ne kadar çoksan o kadar yaşamını ve işini güvenceye aldığını, haklarını güvence aldığını biliyorlar artık. Bugün de krom evye işçilerinin Akçaburgaz’da yine iş bırakmışlardı ve birleşik metal örgütlendiği için işten atılan işçiler vardı, oradaydı. Yine ertesi gün, yarın mesela başka bir depo önünde başka arkadaşlarıyla konuşacak. Çünkü bir daha ayağa kalkması gerektiğini ve artık oturmaması gerektiğini biliyor işçiler ve bu ağı örmek zorundalar. Mesela Migros direnişi devam ettiğinde eğer biz bin tane işçiyi deponun önüne yürütebiliyorsak, deponun önünden Migros işçilerini alıp Esenyurt meydana yürütebildiğimizde artık başka bir zeminde, başka bir düzlemde konuşacağımızı biliyoruz. Bu kadar pervasızca bizi öldüremeyeceklerini biliyoruz. Migros işçisi bu bilinçle hareket ediyor, çünkü hala komiteleri ve meclisleri var. Bunu her yerde anlatıyoruz, çünkü çok kıymetli, yapılmayan, eksik bırakılan şey budur. Bizler sadece işlerin önünü açmakla sorumluyuz yani bu dönem ve taleplerini, taleplerini nasıl kazanabileceklerini ve nasıl yol alabileceklerini en fazla tecrübesini aktarırız ve direnirken yan yana durabiliriz. O yüzden ben bunun biraz öncü ile alakalı ve yapılan mesainin doğruluğuyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Yoksa bürokratik ve sarı sendikaların işçileri birleştirmek ve yan yana getirmek gibi bir sorumluluk hissettiğini düşünmüyorum ve ayrıca da bunun yan yana getirmemenin bir sürü koşullarının örüldüğünü biz direniş boyunca da çok gerçek haliyle görmüş olduk. Ama işçiler bir yolunu mutlaka bulacaklar. Sendikalara, partilere ve devlete rağmen, sermayeye rağmen bir yolunu bulacaktır. O yüzden de Migros işçisi kazandı ama bütün yayınlarda izleyebilirsiniz. Biz aslında biz kazandık, Migros işçisi değil ama bu yeterli değil, bunu devam ettireceğiz ve birlikte direnmenin sözünü vereceğiz diye. Bütün arkadaşlar şimdi bu verdiği söze uygun davranmaya çalışıyor. Ama biz nisan, mayıs, haziranda herkes hazırlıklı olmalı, çünkü asıl geçinememe ve yaşayamama hali o zaman işçilerin birebir yüzleştikleri ve bütün kesimin yüzleştiği bir gerçeklik haline alacak ve burada toplumun başka kesimlerinin de, başka dinamiklerinin de ayağa kalktığını göreceğiz. Özellikle işçilerin ve sendikasız işçiler ayağa kalkıyor, buraları görmek gerekiyor. o birlikler nasıl sağlanıyor, buralar yan yana nasıl getirilebilir, biraz buraları görmek ve buna hazırlık yapmak gerekiyor. 

ZD: Peki bize katıldığınız için çok teşekkür ederim. 

NA: Ben teşekkür ederim. 

ZD: Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğiyle Yasaksız Meydan ikinci sezonunda farklı konu ve konuklarla iki haftada bir sizlerle olmaya devam edecek. Hoşça kalın.

Podcast Haberleri