12 Eylül Avukatları

Hukuk fakültesi öğrencilerinin zihinlerinde idol olarak şekillenen ‘idealist avukat’ tanımına en çok, 12 Eylül’ün vahşi davalarında avukatlık yapan kişiler girer.

Yeni kuşakların, 12 Eylül 1980 askeri darbesini oluşturan koşulları ve sonuçları hakkında bilgileri genellikle malumat düzeyindedir. Oysa, dönemin yarattığı mağdurların zihninde her ne kadar kabuk bağlamış olsa da, her dokunuşta kanayan bir yara kadar canlıdır.

1980 yıllarının genç kuşağı içinde olup da politik eğilim içinde olan herkes bu olağanüstü dönemden payını aldı.

O pay, en özet anlamıyla aylarca işkence, yıllarca cezaevinde tutulma anlamına geliyor.

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Haziran 2014'te Evren ve Şahinkaya'yı, 1979'da verdikleri muhtırayla "anayasa ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs", 1980'de de cebren "anayasayı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM'yi ıskat ve cebren men" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı, takdiri indirimle cezayı müebbet hapse çevirdi. Evren ve Şahinkaya hakkında, Askeri Ceza Kanunu'nun "askeri rütbelerin sökülmesi"ne ilişkin 30. maddesinin de uygulanmasına karar verildi.

***

***

Davalar, dönemin Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri’nde sürüyordu. Mahkemeler, birer askeri ve sivil hakim, bir de yüksek rütbeli subaydan oluşuyordu.

12 Eylül askeri darbesi döneminde avukatlar, çok zor koşullarda görevlerini yaptılar. 30 günlük, 90 günlük süreler içinde gözaltında tutulanlar avukatlarıyla görüştürülmediler.

Müvekkillerinin dava dosyaları, işkencede alınmış ifadelerle doluydu.

Avukatlara, duruşmada yaptıkları savunmaları nedeniyle haklarında davalar açıldı. Sıkıyönetim mahkemelerinde davası olan avukatlar, vergi daireleri tarafından özel denetime tabi tutuldular.

Avukatların evlerinde ve bürolarında aramalar gerçekleştirildi.

Gözaltına alınan kişilere, sıkıyönetim mahkemelerindeki davalara giren avukatlara vekalet vermemeleri için baskılar yapıldı. Müvekkillerinin salondan çıkartılmasına tepki gösteren avukatlar da duruşmalardan atıldı.

***

Üniversite öğrenimindeki diğer branşlar içinde ‘Hukuk Fakültesi’ni tek seçenek olarak işaretleyen ve hedefine ulaşan öğrencilerin mezuniyet sonrası ana hedefi, genellikle ‘idealist bir avukat olma’ ütopyası içinde şekillenir.

‘İdealist avukat’ tanımından ise ‘suçsuzları savunmak’ ve ‘müvekkillerden alınacak ücreti ikinci planda tutmak’ kast edilir.

Mezun olunur ve avukat olarak mesleğe başlandıktan sonra ‘idealler’ gittikçe silikleşir.

Avukat kendini büyük bir rekabet ortamı içinde bulur, ekonomik ve sosyal ihtiyaçların baskısı altında ‘var olma savaşına’ girerler.

Kısa süre içinde, asıl marifetin müvekkiller arasında ‘suçsuz’ olanları ayıklamak değil, suçluları da kendi hakları doğrultusunda savunmak, olduğunu anlar.

***

12 Eylül’ün vahşi denilebilecek uygulamalarını bizatihi yaşamış veya iliklerine kadar hissetmiş mahkum ve yakınlarının ‘12 Eylül Hukuksuzluğu’ üzerine yazdığı, çizdiği, anlattığı epeyce argüman var.

Ancak o dönemin en yakın tanıklarından olan bir cenah var ki, o günlere ilişkin yaşadıkları üzerine pek konuşmuyor veya yazıya dökmüyorlar:

12 Eylül dönemi avukatları…

Aylarca işkence gören, hak etmediği hapis cezaları alan ve yıllarca fazladan cezaevinde kalan asıl mağdurlar varken, döneme ilişkin bir şeyler söylemeyi çok matah bulmuyorlar, hatta ayıp sayanlar da var.

***

Hukuk fakültesi öğrencilerinin zihinlerinde idol olarak şekillenen ‘idealist avukat’ tanımına en çok, 12 Eylül’ün vahşi davalarında avukatlık yapan kişiler girer.

Bu tanıma giren bir çok avukat var, ama akla gelen ilk isim her halde Av. Orhan Adli Apaydın olur.

Orhan Adli Apaydın (Önde, paltolu olan)

Orhan Apaydın, 12 Eylül 1980 tarihinde İstanbul Barosu Başkanı’ydı.

Cunta tarafından uygulanan hukuksuzluklara karşı her fırsatta tepki gösteriyor, Baro’ya bulaşmasını önlemeye çalışıyordu.

İstanbul Barosu Başkanlığı görevinden almak için fırsat kollayan Cunta, Apaydın hakkında yazarlar sendikası yöneticiliği sırasındaki faaliyetlerinden dolayı dava açtı fakat beraatla sonuçlandı. Ardından, Barış Derneği Yönetim Kurulu üyesi olduğu için tutuklandı ve cezaevine konuldu.

Tutuklandığında, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi bir tavsiye kararı alarak serbest bırakılmasını istemişti. Paris Barosu da aynı amaçla Türkiye'ye başvurmuş, avukatlar gönderip duruşmaları takip ettirmişti.

Yargılaması sürerken, Adalet Bakanlığı avukatlık yasasında bir değişiklik yaparak Apaydın'ı görevinden aldı. Barış Derneği davası sırasında ağır sağlık sorunları ile de savaşan Orhan Apaydın, tutuklu olduğu dönemde sevk zincirine karşı çıkarak hastaneye gitmeyi reddettiği için 1986'da yaşamını yitirdi. Dava ise 21 Nisan 1991’de tüm sanıkların beraatıyla sona erdi.

***

12 Eylül dönemi davaları özelinde yapılan bu tür avukatlık biçimini bir yazıya sığdırmak zor.

Özel otomobilleri olmadığı için müvekkilleriyle cezaevlerindeki görüşmelerine otobüslere, dolmuşlara indi/bindi yaparak giden, yargılanan kişilerin aileleriyle tek tek görüşerek adeta onlarla terapi seansları yapan, avukatlık ücreti istemeyi zül sayan, yazıhanelerinde sabahlara kadar savunma yazarken daktilonun başında uyuya kalan, yoğun özveri ve çaba isteyen bir uğraşıyı bir yaşam biçimine dönüştüren avukatları anlatmaya devam edeceğim.

Köşe Yazıları Haberleri