Sanat, edebiyat ve bunların içinde yer alan -ve bunlar tarafından aktarılan- mitolojik efsaneler hep insanlara bir şey anlatır. Tarihin derinliklerinden gelerek bizlerle buluşan her eserin, öykünün bir amacı ya da yapılış niyeti vardır. Memleketin en önemli değerlerinden biriyken katledilen Bedrettin Cömert’in çevirisi yaptığı “Sanatın Öyküsü” bunu muazzam bir biçimde anlatır, mutlaka okumanızı öneririm.
Mitolojinin en önemli kral figürlerinden biri Midas’tır ve kulaklarıyla ünlüdür, eşek kulaklarıyla…
Kral Midas eşek kulaklarını sürekli saklar, bir gün berberi bunu fark eder. Ama birine anlatırsa kafası kesilecektir. Bilgi çoğu zaman insan sırtında yüktür ve insan taşımakta zorlanır. Bu nedenle berber bu bilgiyi yüksek sesle söyleme “ihtiyacı” ile bir kuyuya giderek haykırır, “Midas’ın kulakları eşek kulakları!”
Kuyudaki su akar nehre karışır, nehirdeki su sazlığa ulaşır, sazlık o suyu emer ve sazlardan yapılan kavallar ne zaman üflense “Midas’ın kulakları eşek kulakları” diye bağırır.
Midas’ın neden eşek kulak olduğuna ilişkin öykü de mitolojik efsanelere yakışır türdendir ama bizi ilgilendiren asıl şey yani öykünün mesajı nettir:
Gerçekler saklanamaz!
ADI BAŞKA KENDİ SANSÜR
Yaygın bir sansür uygulaması olarak iktidar haberlere ya da muhtelif bilgilere, internet sitelerine otomatiğe bağlanmış gibi erişim yasakları getiriyor. Sanırım bir yerlerde matbu hale getirilerek duran erişim yasağı metinleri var ve iktidar kanadından kim ihtiyaç duyuyor ise hemen metnin boş yerlerini doldurarak uygulatıyor. İçinde yargı denetimini mutlak gerektirecek bilgilerin, itirafların bulunduğu boşanma davası haberlerine bile erişim yasakları getiriliyor. Hatta daha da coşup komedi filmlerinde bile rastlanmayacak yaratıcılıkla “erişim yasağı haberine de erişim yasağı” getiriyor. Durum gerçekten vahim.
Hakimler Savcılar Kurulu’nun sanatçı Gülşen’in tutuklanmasına ilişkin eleştiriler üzerine yaptığı “hakimler görevlerinde bağımsız ve hukuka uygun karar verirler” açıklamasını da gülümsemeden okuyan bir hâkim ya da savcı olduğu kanaatinde değilim.
(Askeri eğitim mantığını uygulayıp bu hukuksuz, uçuk kararların altında imzası bulunan hakim ve savcıların okudukları hukuk fakültelerindeki sıraları, sınıfları, hatta amfileri, büyük bir panoda nedenini yazarak cezalandırsak ve bunu da hukuk eğitiminin bir parçası haline getirsek nasıl olur?)
HER ZAMAN GAZETECİLİK
“Her yazar bir gün erişim yasağı ile tanışacaktır” kuralı gereği benim de geçen haftaki “Ekonomist Erdoğan” yazıma erişim yasağı geldi. Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ın, aslında her özel kalem müdürünün yaptığı bir görevi aktardığım için geldi bu yasak. Doğal olarak burada mesele ben ya da benim kaleme aldığım haber değeri olan bilgi değil. Kendilerinin istemediği hiçbir bilginin yaygınlaşmasını, bilinmesini istemiyorlar. Medyanın alanın kendilerinin belirlediği sınırlar içinde kalmasını, onlar ne istiyorsa herkesin onun yapmasını istiyorlar. Seçmenlerinin kafasını karıştıracak herhangi bir bilginin yayılmasını önlemek için bunu yayanı da caydıracak her şeyi yapıyorlar ama Midas’ın kulakları ile binlerce yıllık geçmişe dayanan bir gerçeği burada tekrarlamakta yarar var:
“Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır!”
Gazetecinin de gazeteciliğin de oksijeni haberdir, habersiz kalırlarsa gazeteci de gazetecilik de ölür. Demokrasinin en önemli kurumu halk adına hareket eden bağımsız medyadır. Bunun olmadığı hiçbir toplum demokrasiyi inşa edemez hatta bir şekilde varsa bile muhafaza etmesi mümkün olmaz. Bu tarihsel deneyimlerle sabittir. Bu nedenle gazetecilik biraz inat biraz da ısrar işidir. Bu dönemin, CHP tarafında yeni fark edildiğine tanık olduğumuz sarayın Truva atlarına, Zübüklere ya da havuz medyasının memur anlayışıyla çalışan gazetecilerine bakarak gazetecilik tarifi yapmayın. Gerçek ve doğru bilgi sizi, aynı Midas efsanesinde olduğu gibi sazlardan yapılan bir kaval ile de olsa mutlaka bulacaktır.
YENİ REJİM İNŞASI
Sanatçı Gülşen’in tutuklanması nedeniyle yeniden rejim üzerinden yaşanan tartışmalar ısındı. Isındı diyorum çünkü hiç bitmemişti zaten. Tekil bir örnek olarak şimdi tartışmamızın merkezinde Gülşen var. Tartışmanın çok “ince işçilik” ile başlatıldığını belirtelim. AKP’nin en önemli siyasi zemini, dini tekrar karşımızda gördük. Bu kez İmam hatip başlığıyla geldi önümüze. (Aslına bakarsanız fen lisesi olarak gelmesi de beklenemezdi) Çünkü AKP’nin en başarılı olduğu alan burası, bütün meseleleri bir biçimde dini bağ kurabileceği zemine çekiyor. Dolar yükselirken meydanlarda haykırılan “onların doları varsa bizim Allah’ımız var” sözlerini hatırlayın lütfen. Bunun da sebebi var, 20 yıldır kendi tarif ettiği ve kavramsallaştırdığı dinle; devlet, bağımsızlık, özgürlükler üzerinden ürettiği seçmeni konsolide edebilmek, onları seçime her an hazır hale getirebilmek için Roma dönemindeki arenalar gibi aslanların önüne atılacak kurbanlar gerekiyor. Bu nedenle ideolojik olarak tesis edilmeye çalışılan yeni rejime her zaman hem bol miktarda düşman hem de aslanların önüne atılacak kurban lazım.
Ülkede ısrarlı ve sinsi bir plan uygulanarak rejim değiştiriliyor. Bu değişikliğe direnme ihtimali olanlar bile iktidar bileşenlerinin partilerinden bir biçimde uzaklaştırıldılar. Siyasetin doğal akışında, bu kadar iktidardan koparak tam da onun karşısında konumlanan siyasi yapı göremezsiniz.
İktidarın dine bu kadar vurgu yapması sizi yanıltmasın, iktidar “İslamcı” bile değil. “Dincilik” onun iktidarını muhafaza ve devam için kullandığı bir araç. Çünkü tam karşısında gerçekten “İslamcı” diyebileceğimiz muhtelif yapılar var.
TARİHİ DEGİŞTİRME ÇABALARI
Atatürk adı 10 stadyumdan silindi, İnönü’nün adına bile tahammülleri yok. Tarihi bütün gerçekleri ters yüz ederek yeniden yazıp anlatmaya çalışıyorlar. Kendilerine engel olabilecek tarihi olay ve aktörleri de silmeye, unutturmaya çalışıyorlar.
Mitoloji ile başladık onunla devam edelim, mevcut iktidar bir Atlantis peşinde tarihin tozlu sayfalarında... Kendilerine göre var olan, unutturmaya çalıştığı tarihe göre de olma ihtimali bulunmayan bir ülke, hatta medeniyet peşindeler…
Öte yandan ülkede; tarihsel ve dinsel zorlamaların bilinçli hale getirdiği ve AKP seçmeni olma ihtimali bulunmayan bir gençlik de var ve bunların büyük bölümü muhafazakâr hatta AKP seçmeni ailelerde yetişmiş.
Bu gençler hayli cesur, hayli kızgın ve unutmayın sandık önlerine gelecek.
Ve o sandıkta 16 Nisan referandumu tekrar oylanacak. Rövanş demiyorum çünkü hukuki olarak sakattı 16 Nisan referandumu. Yasa açık bir biçimde ihlal edildi, en önemli hukuk kuralları çiğnendi. O nedenle rövanş değil bu, tekrar.
Dünyanın hemen hemen hiçbir yerinde kaderin böyle bir tekrara olanak tanıyacağını düşünmüyorum. Millet ittifakı bileşenleri bunun farkında bilmiyorum ama önümüzdeki seçimde 16 Nisan halk oylaması tekrarlanacak. Bu çok ama çok önemli. Hayatın normal seyrinde böyle bir tekrarın olması mümkün değildir.
O seçimde; uzun bir fragmanını izlediğimiz cumhurbaşkanlığı sistemi ve dini de bolca kullanarak yarattığı ağır bedeller eşliğinde demokrasi oylanacak.
“Dinci” bir iktidar için ilahi adalet gibi değil mi sizce de?