Her yıl sonunda, yeni yılda yapmaya veya yapmamaya kararlı olduğum maddeleri bir deftere yazarım. Bu yıl da geleneği bozmadım. Ama o da nesi? Geçen yılki listemin başına “2023” yazmışım!
Kararlarımın ancak dörtte birini uygulayabildiğimi bir kenara koyarsak, 2022’yi atlayıp doğrudan 2023’e ışınlanmış olduğumu fark ettim.
Bir yıl atlamanın, basit bir dalgınlık olduğunu zannetmiyorum: Zaman algımızı, kavrayışımızı dönüştüren bir tünelin içindeyiz halen.
Her şeyden evvel, seçim neredeyse iki yıldır, her gün gündemde. 2023’e göre plan yapmaya ta geçen yıl başlamadık mı?
Ayrıca, şimdi unutmuş gibi davransak da COVID-19 salgını nedeniyle toplam iki yıl süren, parçalı bir karantinadan ancak 2022’nin ilkbaharında çıktık…
Salgında ilan edilen sokağa çıkma yasakları, kısıtlamalar, uygulamalar “Olağanüstü Hal”de yaşama psikolojimizi derinleştirdi.
İlk kez “terör” veya “askeri müdahale” gerekçesiyle değil, sağlık gerekçesiyle özgürlüğümüz kısıtlandı.
Oysa salgın başladığında hali hazırda olağanüstü rejimde yaşıyorduk:
Hatırlayalım, darbe girişimi sonrası ilan edilen “Olağanüstü Hal” Temmuz 2018’e dek sürdü.
OHAL güya kaldırıldıktan sonra “terörle mücadele” adı altında üç alanda yasalaştırıldı:
Biri, artık sadece HDP-DBP’li belediyelere değil, İBB’ye de uygulanan “terörle bağlantılı” gerekçesiyle memurların işten atılmasını, soruşturulmasını uzatan düzenlemeydi.
İhraçlar, kriminalleştirme sadece yerel siyasette değil, akademide de bürokraside de “yeni kadrolar”a yer açmak için keyfe keder kullanılıyor.
Diğer iki düzenleme, gözaltı süresi (12 gün!) ve TMSF’nin kayyım atamalarını kolaylaştırmak için yapıldı.
“Mini OHAL” sürerken seçime kilitlenmek
Uzatılmış “mini OHAL”ın süresi, 2021 Temmuz’unda sona erse de tekrar uzatıldı. Yani bugün halen -en az- bu üç konuda resmen “OHAL” uygulanıyor.
En az üç konu diyorum… Çünkü her muhalif veya eleştirel söze, eylem veya geçmiş, hukuk dışı ceza, dava ve yöntemlerle karşılık veriliyor.
Anayasal hak olmasına rağmen “Toplantı ve gösteri hakkı” askıya kaldırıldı.
Gazeteci, sanatçı, iş insanı, sivil toplum, yayın kurumları, konserler, yağdırılan ceza ve yasaklarla OHAL bitmedi, sürüyor!
Türkiye, 2016’dan beri “olağanüstü hal”le yönetiliyor desek abartmış mı oluruz?
Düşünsenize, altı yıl… Türkiye tarihinde görülmemiş derecede keyfi, baskıcı, saldırgan, yolsuz bir yönetimin pençesinden çıkmak için her şey 2023’e bağlanıyor.
Bir kez daha bunun “en kritik seçim” olduğu söyleniyor. Gel de yeni yıl dilekleri listesine yaz bunu!
Bizler, her şeye rağmen 2023’e dair umutlu olmaya çalışıyoruz. Ben en karardığım zamanlarda, inandığı değer, görüş ve hakları savunan, toprağına, suyuna sahip çıktığı için cezalandırılan sayısız insanı düşünüyorum.
Karamsarlığa kapılmanın lüks olduğunu, masum insanların özgürlüğüne, haklarına kavuştukları günlerin uzak olmadığına inanıyorum.
Basbayağı intikam kokan, beraat kararları sonrası tekrar açılan Gezi Davası’nda hapse atılan altı arkadaşımız ve yıllardır akıl almaz gerekçelerle tutulan Osman Kavala varken, umutsuz olmak haddimize mi?
Gezi rehinleri Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman “mücadele ve direniş” mesajları verirken mümkün değil…
2016’dan beri tamamen siyasi gerekçelerle tutulan, bir kısmı çıkan ama hep yenileri eklenerek hapiste tutulan onca Kürt siyasetçi varken, Ekrem İmamoğlu’na düzenlenen tuzağı gösterip karamsarlığa kapılma hakkımız var mı?
TTB’nin Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı, mesleki birikimine göre ettiği bir cümleyle Bakırköy’e yollanırken…
16 gazeteci 7 aydır iddianame bile hazırlanmadan hapsedilirken…
10 Ekim Ankara Katliamı’nın hafızası belgeselci Sibel Tekin’i tutuklanırken…
Pes etmeyenin gücünü küçümsemeyin
Boğaziçili öğrenciler ve akademisyenler, Cumhuriyetin en uzun süreli sivil itaatsizlik eylemini sürdürürken…
Basının kampüse halen alınmadığı, kameralarla herkesin gözlendiği, ağır silahlı polisin cirit attığı, ülkenin en nadide eğitim kurumlarından birinde, 103 haftadır tutulan nöbetlere sırtımızı dönebilir miyiz?
Sosyal medya desteğini bile esirgeyebilir miyiz?
Kadınlar, hemcinslerinin, çocukların, dolayısıyla toplumun hayatını, sağlığını korumak için İstanbul Sözleşmesi’ne sarılırken azınlıktaki İslamcı değerler “şerhine” takılmayı kabul edebilir miyiz?
Cinsel tercihleri yüzünden insanların damgalandığı, siyasete alet edildiği, “sapkın” damgasını yediği, şiddete maruz bırakıldığı yerde gözümüzü kapayabilir miyiz?
Çocuğa cinsel, psikolojik, ekonomik istismar ve tecavüz, kurumsal örtülerle kapatılmasına rağmen, ısrarla olayları gün ışığına çıkaran gazeteciler varken “basın bitti” diyebilir miyiz?
Şu koşullarda bile direnişi sürdüren, karşılarına silahlarla, dayakla dikilen şirket+devlet iklilisine rağmen vazgeçmeyenleri düşünsenize… Çok zorlanıyorlar, ama pes etmiyorlar!
Marmaris Kızılbük’te Milli Parka girip hukuksuz inşaat yapan Sinpaş’a davalarla, nöbetlerle, gün gün direnen Marmaris Kent Konseyi üyeleri…
İstanbul Göktürk’ü, Demirören’in borçları karşılığında hukuksuzca imara açılmasına direnen sakinleri…
Milas Akbelen ormanlarının termik santral ve kömür madeni aramasına açılmak istenmesine karşılık üç yıldır geri adım atmayan İkizköylüler… (https://bianet.org/bianet/ekoloji/271924-akbelen-ormani-davasi-ikizkoyluler-tum-yasam-savunucularini-akbelen-e-cagiriyor)
Salda Gölü’nden Ovacık’a, Çambükü köylülerinden binbir hukuksuz, doğa düşmanı projeyle boğuşan, Cengiz’i mağlup eden Kaz Dağları hareketine…
Grev yasağını dinlemeyip hakları için kim bilir neleri göze alarak sokağa çıkan işçilere…
Hayvanları, doğayı ve insanları bir meta olarak gören anlayışa karşılık
maddi-manevi, enerjisi ve zamanını koyan herkese…
Evet, hepsine koca bir teşekkür borçluyuz. Yeni yıla girerken, “imkansız” denmesine rağmen ne kadar güçlü olunabildiğini unutmayalım…
2023 listesine buradan başlasak mı?