2025’inci 365 bitiyor.
Bu bitiş de odadaki ışığın yer değiştirmesine benziyor.
Aynı eşyalarla gölgeler başka tarafa düşüyor.
Düzen aynı görünüyor ama, hayatın içindeki ağırlık yer değiştiriyor.
Bu yıl sonu da bir yer kaymasını andırıyor.
Yer kayması dediysem, Tarkovski’nin aynaya, suya tutulan kadrajı gibi;
aynı yüzün, başka bir ışıkta başka bir hikayesi oluyor.
Ve o başka ışık, insanın kendine daha dürüst baktığı bir yerden yanıyor.
Zamanın bıraktığı iç izi konuşturuyor.
Yüzü itiraf ettirebiliyor.
Ben tüm bu Tarkovski izlerini çoğunlukla Ercan Kesal’in cümlelerinin açtığı kapıdan gördüm.
Görüntünün insanın içine çöken zamanı taşıdığını, ışığın dili olduğunu oradan öğrendim.
Ercan Kesal’in işaret ettiği o çizgide Tarkovski, zamanı anlatmaz.
Zamanın içinden sızan korkuyu, utancı, gecikmeyi, ertelenmeyi ışığın en küçük yer değiştirmesiyle yüzeye çıkarır “aynada.”
O yüzden bu yer kayması, insanın kendi hikayesinin içine başka bir açıdan düşmesidir.
Aynı evde oturursun, aynı eşyaya bakarsın, aynı yüz aynadadır; ama ışık bir parça kayınca, zaman başka konuşmaya başlar.
Susulmuş dile gelir, ertelenmiş ağırlık kazanır, hafıza bugüne karışır.
İnsan, tam da o anda, kendine daha dürüst bakabildiği o yeri, aynadaki o izi bulur.
Ve yıl dediğin şey, çoğu zaman o izin yer değiştirmesidir.
***
Virgülle devam etmek, ruhun alışkanlığı
Bu memlekette “bitmek” de çoğu kez kapanmak olmuyor; başka bir cümleye devrolmak oluyor.
Nokta koymak becerilemediğinden virgülle devam ediliyor.
Belki de bu yüzden, her devroluşun içinde bir devam kuvveti gizli.
Bir sonraki cümleye tutunan, bir sonraki nefese yaslanan bir inat…
Virgülle devam etmek, ruhun alışkanlığı…
Tamamlamayı geciktiren bir iç düzen…
Odysseus’u bekleyen Penelope’nin gece söküp sabah dokuduğu kumaş gibi…
Bazı şeyler bitirilmiyor; çünkü bitirilirse, bir yükü, bir kararı, bir sancıyı resmileştiriyor.
Geçmişin tamamlanmamış işleri, ertelenmiş kararları ve susulmuş sözleri, yeni yılın enerjisine bırakılıyor.
Bu aynı zamanda öğrendiklerimiz; nerede susmayacağımız, nerede yan yana duracağımız, nerede yeniden başlayacağımızla iliklenmemiz…
İnsanın gücü buradan geliyor galiba.
O yükü taşıyacak kadar büyümekten, o kararı verecek kadar derinleşmekten…
“Tamam”ı da “devam”ı da onurla seçmekten…
Çünkü ertelenen şey çoğu kez zamanın kendisidir, insanın kendine vereceği hükümdür.
***
Zaman herkesi kendi iç saatine mahkum ediyor
2025’inci 365 de bir takvim yaprağı olarak koparken, insan üzerine sinmiş zamanı da yırtıyor.
Takvim ortak olsa da zaman kişiselleşiyor.
Zaman herkesi kendi iç saatine mahkum ediyor.
Hatıralar ve şimdi iç içe geçiyor.
Evrensel akrep ve yelkovan neyi gösterirse göstersin, insan ancak kendi içindeki zaman kadar yaşlanıyor ya da iyileşiyor.
Günlerin içinden, başka bir ben çıkıyor; başka bir gerçek doğuyor.
Ve o iç saat, sonunda bedende ve ruhta bir iz bırakıyor.
***
Ve ben, 2025’inci 365’i de bir dikiş yılı gibi düşünüyorum.
Bazı yerleri sökülmüş bir iç dünyayı yeniden elden geçirme yılı…
Öyledir…
İnsan bazen kendini bir kumaş gibi taşır.
Günler, iğnenin gözüne iplik geçirir, hatalarımızı da sevinçlerimizi de aynı yerden diker.
Öyledir…
Geriye nerelerimden geçtim haritası kalır.
Dikiş izi, buradan geçtim diyen bir işaret…
Geçtiğin yerin, zamanın bedende bıraktığı imza…
Uydurulamaz, taklit edilemez.
Bir hikaye değildir, yaşanmışlıktır.
Parçalandığım yerden yeniden birleştim demenin halidir.
Homeros’un destanlarında kahramanı tanıtan yara gibidir.
Firdevsi’de bir nişan gibi…
Bedendeki iz, yaradaki hakikat…
Bu sensin dedirten şey…
Kahramanı kahraman yapan bütün o yolculuk, bütün o yokluk, o dönüş, bedende tek bir işarette toplanır.
O da kusurun kaydı değil zaten; dayanmanın şahididir.
Çünkü insan, kendini onardığı yerden tanır; kendini en çok, söküldüğü yerden hatırlar.
O hatırlayış, insanın kendine yeniden sahip çıkma biçimidir.
***
Geçtiğin 365 de olduğun kişiyle olmak istediğin kişi arasında bir köprüdür.
Ve köprüler mükemmel değildir her zaman; rüzgar alır, bazen sallanır.
İki yakayı birbirine bağlar; o kadar…
Her yeni 365 de bize yeni bir hayat vermez; aynı hayatın içine yeni bir bakış verir.
O da o kadar…
Ama belki o bakış, bir ömrün en büyük yer değiştirmesi olur; aynı evin içinde başka bir cesaretle yürümek olur.
2026’ıncı 365’te de aynı evde, aynı eşyalarla ve aynı dikiş izleriyle oturmaya devam edeceğiz ama; belki bu sefer gölgelerin düştüğü yeri daha iyi tanıyacağız.
Ve belki de gölgenin kıyısında, ışığın nereden geldiğini ilk kez gerçekten anlayacağız.
Çünkü bazen yeni yıl dediğin, eski bir yarayı yeni bir yerden okumaktır.
Bazen yarın dediğin şey, bugüne dayanabilme biçimidir.
Ve bazen insanın hayatı, küçük bir cümleyle değişir.
Bu yüzden 2026’ncı 365’ten de bir mucize beklemiyorum.
Sadece şunu istiyorum.
İçimdeki saatin, dışarıdaki gürültüye boyun eğmemesini.
Işığın yer değiştirdiğini fark edecek kadar uyanık kalmayı.
Yeni gölgenin düştüğü yerde kendimi suçlamamayı.
Dikiş izime bakıp yara dememeyi, dayandım demeyi…
Ve eğer bu memlekette bitmek kapanmak değilse;
o zaman 2026’ncı 365 de kapanmayanların yılı olsun.
Virgülün hakkını verenlerin…
Susmayacağımız yeri bilenlerin…
Yan yana durduğunda dünyanın yerini değiştirebildiğini hatırlayanların yılı olsun.
Aynı evde, aynı eşyalarla; ama daha geniş bir nefesle…
Evet, 2026’ncı 365 öyle olsun.
2026’ncı 365 kutlu olsun.