Takvimler 6 Eylül’ü gösteriyordur, günlerden salıdır. İstanbul huzursuz bir güne uyanmıştır. Başta Beyoğlu olmak üzere, Türklerin, Rumların, Yahudilerin, Ermenilerin iç içe yaşadığı semtlerde tekinsiz bir hava vardır. Müslüman ahaliden bazıları kadim komşularını uyarıyor eşleri ve çocuklarıyla evden dışarı çıkmamalarını öğütlüyordur. Müslüman olmayan ahali muhtemelen çok korkmuştur ama anayurtlarında, yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda böyle bir caniliğe maruz kalacaklarını düşünmemişlerdir.
1955 senesi ülkenin alnına büyük bir utancın yazıldığı yıldır.
İstanbul Radyosu, bozacının şahidi şıracı misali Anadolu Ajansı’nı referans göstererek, Atatürk’ün doğduğu evin Selanik’te bombalandığını duyuruyordur. Ekspres adlı bir gazete provokasyon için görev başındadır. Birkaç bin basılırken ve hiç âdeti değilken aynı gün ikinci baskıya girip 300 bin kere büyütüyordur yalanı.
Akşama doğru toplanan kalabalık İstiklal Caddesi’nde Rumlara ait dükkânları taşlamaya başlar. Çeşitli fabrikalardan işçiler, üniversite öğrencileri, işsiz güruhlar organize edilerek getirilmiştir. 100 bin kişi yağma ve saldırı için başka nasıl toplanabilirdi?
Beyoğlu dışında; Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı, Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Kadıköy, Moda, Kuzguncuk, Çengelköy, Adalar’da saldırılar vardır.
Tanıklara göre saldırganlar 20’şer, 30’ar kişilik gruplara ayrılmışlardır. Önceden tespit edilmiş evler ve iş yerleri yağmalanır, yakılır.
İzmir’de de aynı anda saldırılar vardır. Ankara’da Müslüman olmayan nüfusun azlığı nedeniyle yağma türü saldırılar olmaz, bir takım nümayişler yapılır.
Müslüman halk da korku içindedir, ev ya da dükkânlarına Türk bayrağı asarak kendilerini korumaya çalışır.
Komşularını korumaya çalışan Türkler de vardır. Bazı yerlerde saldırganları durdurup evlere dokundurtmamayı başarırlar. Lakin tertip büyüktü, iyi insanların çabası yetmezdi. Başka bir örgütlenme, direniş olsaydı belki işler değişebilirdi.
Şu da görülür o gün; tanıdığı Rum komşularını koruyup, tanımadığı Rumların dükkânlarına, evlerine saldıranlar da vardır.
Sayıların soğukluğuyla anlaşılabilecek gibi değildir olanlar ama rakamlar bile dehşeti idrak etmeye bir nebze yardım edebilirler. 11 kişi hayatını kaybeder, 450 kişi ağır yaralanır. Onlarca kadın cinsel saldırıya uğrar. 4 bin 214 mağaza-dükkân, 1004 ev, 73 kilise, 26 mektep, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 1 mezarlık, 21 fabrika, 2 sinema, 10 kuyumcu talan edilir. Toplam 5 bin 622 mekân saldırıya uğramıştır.
7 Eylül’de, geç saatlerde sıkıyönetim ilan edilerek “olaylar son bulur.”
Kıbrıs bahanesi ve esas sebep
Her soykırımın, linçin, siyasi cinayetin, faşist gerici saldırının bahanesi vardır. 6-7 Eylül’ün bahanesi de Kıbrıs Meselesidir.
Ta Osmanlı Rus Savaşı zamanı kaybedilmiştir Kıbrıs, Abdülhamid elleriyle İngilizlere vermiştir.
Türkiye açısından uzun süre böyle bir mesele yoktur. Türk Yunan ilişkilerinde, 1928 sonrasında tarihin en iyi dönemidir.1934’te Yunanistan Başbakanı Venizelos Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir.
1954 yılında bu hava yerini düşmanca bir iklime bırakır. Yunan milliyetçiliğinin, faşist EOKA örgütünün adada yaptığı saldırıların da bu gerilimde payı çok büyüktür.
Yunanistan, Kıbrıs’a da yaptığı girişimlerle meseleyi uluslararası zemine taşır. İngiltere Türkiye ve Yunanistan’ı konuyu görüşmek üzere Londra’da bir konferansa davet eder. Kalıcı çözüm geliştirilemez.
Peki, böyle bir meselede Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Rumların ya da diğer halkların dahli nedir? Ya da Yunan halkı düşmanlığı hak eder mi? Kıbrıs’ta olaylar böyle gelişmeseydi 6-7 Eylül yaşanmayacak mıydı?
Elbette bu türden bir provokasyon yine tertiplenecekti. Ülkeyi Müslüman olmayanlardan arındırmayı kafasına koymuş egemenler, mutlaka başka bir bahane bulmak için uğraşacaklardı.
Osmanlı'nın son döneminden beri hedef Anadolu’da Hristiyan nüfusu mümkün olabilen en az sayıya indirmek değil miydi? 1934’te Trakya’da yaşanan saldırıların ardından Yahudilerin büyük bölümü ülkeyi terk etmişlerdi. 1942’de Varlık Vergisi neden çıkartıldı? Şu meşhur “sermayenin Türkleştirilmesi” bahsi var ya, bildiniz değil mi onu? İşte uzun bir tarihsel kesitin ana fikri bu amaç olmuş.
Sermaye Türkleşince Türk köylüsüne mi, Türk işçisine mi yaramış? Elbette hayır.
Unutmamız gereken bir ezberimiz olmalı. 6-7 Eylül ve benzeri saldırılar kendiliğinden olmaz. Maşaları görürüz, bazen göstermelik bile olsa failler yargı karşısına çıkar. Fakat o maşaları tutan eller vardır. O eller, ilişki ağları açığa çıkartılmaz. Özel Harp Dairesi (ÖHD) başkanlığı yapmış Sabri Yirmibeşoğlu’nun 6-7 Eylül muhteşem bir örgütlenmeydi” dediği rivayet edilir. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 6-7 Eylül’ün ardından İstiklal Caddesi’nin halini gördüğünde, İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” der. Başka ispat aramaya gerek var mı?
Plan, aylar öncesinden başlamıştır işlemeye. 1955 yılının ilk aylarından itibaren mecliste Rumlara dönük öfkeli nutuklar atılır. DP’li, CHP’li bazı milletvekilleri benzer konuşmalar yapar. Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisi de hayli hararetlidir. Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nu ve Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’ni de “sivil oluşumlar” olarak not edelim. İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği, Yunan pasaportu olan Rumların derhal ülkeden çıkartılmasını talep eden bildiri yayınlar. İstanbul’da yayımlanan Hürriyet, Yeni Sabah, İzmir’de yayımlanan Gece Postası gibi gazeteleri saldırıların hazırlık süreci için vazifelendirildiğini ekleyelim. Ve Başbakan Adnan Menderes. Kıbrıs Meselesine dair, Yunanlılara ve Rumlara karşı “çok sert” konuşuyordu.
Yalan ağızlarında yuva yaparken…
DP iktidarı 8 Eylül’de yaşananlardan üzüntü duyduğunu, özür dilediğini, zararların tazmin edileceğini söyler.
“Atatürk’ün doğduğu ev bombalandı” yalanı, yerini saldırıları sosyalistlerin organize ettiği palavrasına bırakır. Bakan Fuat Köprülü “Komünistler hareketin arasına karışıp gençlerin vatansever gösterisini kullanarak, yıkıp yağmalamışlardır… Saldırıların hedefleri doğru incelenirse, burada söz konusu olanın yalnızca komünist bir komplo olduğu görülecektir" der. Menderes, olayların komünist kışkırtıcılar tarafından tertiplendiğinin görülmesi gerektiğini söyler.
7 Eylül’de 48 sosyalist aydın “tahrik ve tahrip” suçlamasıyla gözaltına alınır, çoğu tutuklanır. Tutuklananlar arasında, Aziz Nesin, Kemal Tahir, Müeyyet Boratav, Can Boratav, Nihat Sargın, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo gibi isimler vardır. Haklarında küçücük bir delil dahi üretilemediği için Aralık ayında serbest bırakılırlar ve beraat ederler.
Utanç verici pogromla bile Rumları vatanlarından söküp atamamışlardır. 1963’te bu sefer başka yöntemler devreye girer. Kıbrıs’ta sular tekrar ısınıyordur. Türkiye Yunanistan’la yapılmış bazı anlaşmaları fesheder. 1964’te tapu dairelerinde, Yunan vatandaşlarına dair işlemler durdurulur. Yunanistan uyruklu Rumların gayrimenkul hasılatları anayasaya aykırı biçimde bloke edilir. Sonra sürgün kararı gelir, yalan yanlış ifadelere imza attırılır, insanlar zorla göç ettirilir. Sürülenler yanlarına bir bavul ve çok cüzi bir para alabilir. Kısa sürede 10 binden fazla Yunan uyruklu Rum ülkeyi terk eder. Aileler parçalanır; sürgün acısını yalnızca gidenler değil kalanlar da derinden yaşar.
Faillerinden hesap sorulmayan, ilişkiler ağı ortaya çıkartılmayan her saldırı sonrasındakilerin de habercisidir.
Ne yazık ki yıllar boyu sürdü bu türden saldırılar. Yüzleşilmeyen, hesaplaşılmayan her utanç toplumsal bilincimizi sakatladı.
Bundan sonra böyle olmaz diyebilen var mı?