‘Sana düşman bana düşman
düşünen insana düşman
vatan ki bu insanların evidir
sevdiğim onlar vatana düşman’
Nazım Hikmet Ran
Büyük şairdir Attila İlhan… Yalnızca şair demek haksızlık olacak, aynı zamanda bir düşün insanıdır. ‘Nereye gitti bu entelektüeller?’ sorusunu ancak yokluğuyla yanıtlayabilirsiniz. Masamda onca kitap, kütüphanemde sayısız kaynak var ama hiçbiri Attila İlhan’ın ‘Hangi Atatürk’ ve ‘Hangi Sol’ kitapları kadar aydın bir bakış açısıyla HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcı’ya ve arzu ettiği Türkiye hayaline yanıt veremedi.
Buraya geri döneceğiz az sabır…
HÜDA-PAR… Namıdiğer Hür Dava Partisi Başkanı Yapıcıoğlu (aslında parti tüzüğünde de yazan bir görüşü savundu) katıldığı bir TV programında ‘ahmağa anlatır gibi anlattık, ha; kameralara bakarak söylüyorum Anayasanın 4. Maddesine karşıyız!’’ dedi.
İlk an ‘bu ne cüret’ dedim gördüğümde. Sonra sakinleştirdim kendimi, ‘ne bekliyordun ki?’ diyerek sessize aldım aklımı…
Bu cüreti kimden aldığı malumunuz. Bu cüreti iktidara geldiği günden bugüne devletin bütün kurumlarını olduğu gibi Anayasayı da iğdiş eden AKP’den alıyordu elbette. ‘Söz söyleyenin, kılıç kuşananın’ 22 yıldır bu memlekette. ‘Sözü HÜDA-PAR söylesin, kılıcı biz çekelim’ orta oyununa hoş geldiniz!
Sene 2007 Anayasa değişikliği; Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kararının alındığı referandumlu Anayasa değişikliği süreci. Dönemin önde gelen Anayasa Hukukçularından Prof. Dr. Erdal Onar şöyle diyor o dönem "Bu anayasa değişikliği, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesinin geleceğini tehlikeye atacak ve kuvvetler birliği eğilimlerini artıracaktır. Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçişe zemin hazırlayan bir adım niteliği taşımaktadır."
Sene 2017: Türkiye’nin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişini sağlayan en kapsamlı anayasa değişikliğiydi. Bu değişiklikle beraber bugün ‘ucube’ sistem dediğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildi.
Kimse ne olduğunu anlamadı. Mühürsüz oylar dahil olmak üzere, tüm oylar geçerli sayıldı. Buraya bir parantez açmak gerek. Hayır ve Ötesi platformunun raporunda, çok sayıda usulsüzlük tespit edildi... Hayır ve Ötesi Platformunun raporunda, tüm oyların ‘Evet’ çıktığı sandıklarda ölü seçmenlerin tespit edildiği belirtildi. 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişikliği referandumunda örgüt başı Fethullah Gülen’in “İmkân olsa ölülere bile ‘Evet’ oyu verdirilmeli” sözlerine atıf yapılarak, “Mezardan ölüleri kaldırıp oy kullandırma, bu referandumda gerçekleştirilmiştir” denildi.
Ve Türkiye gerçek demokrasi ve cumhuriyeti işte asıl o gün kaybetti. Gel zaman git zaman AK Parti ile geçen 22 sene boyunca Anayasa 3’ü referandum olmak üzere 4 kez değiştirildi.
2004-2007-2010-2017 tarihlerinden bugüne elleriyle’ iğdiş ettikleri’ Anayasa’yı 134 kez farklı madde ve düzenlemelerle değişikliğe tabi tuttular. Bugün tanımadıkları Anayasa Mahkemesi’nin yapısını elleriyle değiştirdiler. Yalnızca üye sayısı olarak değil, liyakate de dikkat etmeksizin. Gazeteci Sedat Bozkurt’un, ‘Erdoğan, AYM’ ye muhasebecisini, kendi emrinde çalışan memurunu atadı’ sözü ve uyarısı bu gidişatı anlamlandırmak için değerlidir.
Döndük mü bu hikayeyi 2007’de bugünlere geleceğini okuyan Prof. Dr. Erdal Onar ‘a… Ne diyordu Onar; "Bu anayasa değişikliği, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesinin geleceğini tehlikeye atacak ve kuvvetler birliği eğilimlerini artıracaktır. Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçişe zemin hazırlayan bir adım niteliği taşımaktadır."
Tekrar iyidir…Tekrar hafızayı diri tutar…
Şimdi ‘’Anayasanın 4. maddesine karşıyız’’ açıklaması ile baş başayız madem, e o bize ‘ahmağa anlatır gibi anlatmak istemedi mi, biz de bir anlatalım…Neden Cumhuriyet? Hem de bunu Mustafa Kemal’in cümleleriyle yapalım ne dersiniz?
“Efendiler, Cumhuriyet'in ilanı, bütün millete sevinçle karşılandı. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapıldı. İstanbul'da iki-üç gazete ve bu vesileyle İstanbul'da toplanan bazı kimseler, milletin genel ve samimi olan bu sevincine katılmaktan çekindiler. Endişeye düştüler. Cumhuriyet'in ilanına ayak uyduramayanlar eleştirmeye başladılar.
Mesela, "Yaşasın Cumhuriyet" başlığı altındaki yazılar bile, Cumhuriyet'in kuruluş ve duyuruluş şekillinin "sıkboğaza getirilmiş gibi bir durum" bulunduğunu ilan ediyordu. Deniliyordu ki, "Cumhuriyet, alkış ile, dua ile, şenlik ve donanma ile yaşayamaz. Cumhuriyet, bir tılsım değildir." "Ben Cumhuriyetçiyim" diyenlerin, Cumhuriyet'in ilan günü kaleminden çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı? En yüksek idare şeklinin Cumhuriyet'ten başka bir şey olmayacağına inandığını iddia edenlerin, Cumhuriyet kelimesine, "bir put gibi tapmam" demesindeki anlam ve kast nedir?
Bu yazarların amacının aslında, Cumhuriyet'i halka sevdirmek, bunun put gibi tapılacak bir şey olmadığını anlatmak olması gerekiyor muydu?
Bir başka gazeteci de "Efendiler acele ediyorsunuz!" diye bağırmaya başladı. Tüm bu sözlerle itiraf edilmektedir ki, son günlerin gürültüleri, Cumhuriyet'in ilanına engel olmak içindi. Gazetesi, "Balonu uçurdun gazeteci efendi, sesleniş ve suçlamalarla çirkin bayağı sözlerle dolduran gazeteci efendi, sesleri de düzeltebilecek misiniz?" Bu seslenişle başlayan yazılar, şu satırlarla son buluyor: "Tek dileğiniz vatan ve millete yararlı işlere başlamamız. Eğer dün ilan edilen Cumhuriyet'in liderleri ve o liderleri destekleyenler bunu yapabileceklerinden eminseler, biz de kendilerine, 'öyleyse Cumhuriyetiniz mübarek olsun Efendiler!' diyoruz."
Evet, asıl sizin ‘Cumhuriyetiniz mübarek olsun efendiler’!
Bugün o cumhuriyet sayesinde o koltuklarda oturabiliyor, cumhuriyet karşıtı sözler kullanabiliyor, teğmenleri açığa alabiliyor ve cumhuriyet değerlerine inananlara ‘ahmak’ diyebiliyorsunuz. Cumhuriyet sayesinde bizleri tahakküm altında tutabiliyorsunuz (ki bunda çok yanılıyorsunuz).
‘Ahmağa anlatır gibi’ anlatmış olmak ümidi ile…Cumhuriyetle kalınız!
Şimdi dönelim söz verdiğim gibi Attila İlhan’a. Nazım’la başladığım bu satırlara onun kalemiyle son veriyorum:
Attila İlhan, Hangi Sol kitabında şöyle diyor;
"27 Mayıs'tan sonra bir moda peyda oldu: Ordunun yönetim müdahalesi, ya da ona benzer bir şey, Atatürkçülük sayılıyor. Son on beş yıl içinde basında bunun savunmasını yapan çok adam çıkmıştır, ama neden Atatürkçülük olduğunu açıklayabilen çıkmamıştır. Çıkamaz da ondan. Neden mi, benim bildiğim Mustafa Kemal Paşa, oldum olası, ordunun değil yönetim, siyasetin en ilkel şekline bile karışmasına karşıdır da ondan.
Hele bir düşünelim: Atatürk'ün hayatında, ordu için de politika yaptığı dönem hangi dönemdir ve ne kadar sürmüştür? Yanılmıyorsam, ilk Şam görevi sırasındadır, sonra da İttihatçılarla birlikte Hürriyet'in ilanına kadar bir süre yürümüştür. Sonra...?
Ha, bu sonrası önemli işte! Çünkü Mustafa Kemal Paşa, İttihatçılıkla ordunun siyaset buluşmasının işi nereye götürdüğünü fark eder etmez, askerin siyasete karışmasına karşı olmuş, aklında doğru kalmışsa, Edirne Kongresi'nde İttihatçılara da bu fikri telkin ve kabul ettirmeye çalışmıştır."
İş bu sebeple rahat olun muktedirler… Ne sizin elimizden alabileceğiniz bir hürriyet var bu ülke de, ne de bir cumhuriyet…