Anayasalar toplumların, vatan niteliği kazanan toprak parçası üzerinde birlikte yaşamasına yardımcı olan hukuki metinlerdir. Türkiye kadar anayasanın konuşulduğu bir ikinci ülke dünya üzerinde yoktur. Anayasa meselesi, siyasetin gündemini değiştirmek için, uyulmadığı zaman uyarı için ve ayrıca sık sık her sorunun müsebbibi olarak gösterildiği için gündeme gelir.
Başka memleketlerde ise aradan yüzlerce ya da onlarca yıl geçmesine karşın, anayasalar birkaç değişiklik ile aynı kalmıştır. ABD buna örnektir. İngiltere’de yazılı bir anaysa metni yoktur, yazılı hukuki metinlerin yanı sıra gelenekler, o güne kadar oluşmuş içtihatların tamamı da anayasa olarak kabul edilerek uygulanır ve bu ülkede hiç anayasa tartışması yaşanmaz.
100 yıllık cumhuriyet döneminde 4 anayasa yapıldı Türkiye’de. Bu 4 anayasanın onlarca maddesi de değişti. Bugüne kadar 1982 Anayasası’nın 177 maddesinin 96'sı değiştirildi. 22 yıllık AKP döneminde üçü referandumla olmak üzere toplam 13 anayasa değişikliği gerçekleştirildi. Şu anda 154 maddesi bulunan anayasanın 134 hükmünde değişiklik yapıldı. Üstelik bu değişikliklerin 30’u aynı maddeyi değiştiriyordu. Son dönem siyasetini yeni anayasa üzerine kuran AKP ise anayasada kendi yaptığı değişikliklere bile uymadı.
Nitelikleri ile birlikte devlet de yok
Yazılı metinlerin AKP iktidarı için anlamı yok. Çok açık anlamı olan metinleri bile yaptıkları zorlama yorumlarla farklı içerik kazandırıp uyguluyorlar. Can Atalay’ın durumu hukuki olarak tam da budur. TBMM kürsüsünde, kararı bırakın, süreci bile savunamayan AKP temsilcilerini insanlar hüzün içinde izlediler. TBMM’deki görüşme sonrasında Türkiye’deki sistemin “anayasasızlık” hali olduğu da iyice belirginleşmiştir. Durum, mevcut pratik üzerinden bakıldığında Can Atalay’ı bile aşacak bir vahimliktedir.
Anayasa’nın ilk 3 maddesi ile onları koruma altına alan 4. maddesi her dönemin tartışma konusudur. 4. maddeye göre ilk 3 madde değiştirilemeyeceği gibi değiştirtilmesi teklif dahi edilemez. İşte 2. madde;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Bu maddeyi hatırlatmamın nedeni fiilen ortadan kalkmış olmasıdır. Burada sayılan devletin niteliklerinin hiçbirini uygulamada göremezsiniz. Devletin laiklikle ilgisi yok, demokratik ve sosyal hiç değil. Aslında bizim muhatap olduğumuz organizasyona da modern siyasal tanımlar içinde devlet dememiz mümkün değil.
Söyleme özgürlüklerini sonuna kadar kullanan iktidar mensuplarımız var. Adalet Bakanı, Can Atalay ile ilgili olarak TBMM’nin yapacak hiçbir şeyi olmadığını açıkladı. TBMM’nin görevlerini, yetkisini ve gücünü bilmiyor olamaz değil mi? Sık sık da yargının hiç olmadığı kadar bağımsız olduğunu dile getiriyor bakan. Kendilerine tanıdıkları sınırsız söyleme özgürlüğünü kullanıyor. Size bunu önermem.
Ülkenin vahim yargı tablosu
Asal araştırma adalete güveni sormuş sokaktaki sıradan insanlara. Yüzde 19’u güveniyorum demiş. Fikri olmayan yüzde 10 da güveniyorum diyememiş. Yani halkın yüzde 81’i bakanın “hiç olmadığı kadar bağımsız” dediği yargıya güvenmiyor.
UYAP’ın (Ulusal Yargı Ağı Projesi) 31 Temmuz 2024 verilerine göre, ceza, hukuk ve idari yargıda vatandaşlara ait 5 milyon dosya var. İcra iflasta ise 22 milyon 500 bin. Ülkenin 3’te 1’inin, güvenmedikleri yargı kurumunda işi var. (Çocukları, bebekleri çıkartınca oran daha vahim oluyor.)
Kararlarını tanınmayan, hepsini uygulamak zorunda olmalarına karşın “Bazılarını uygulamadık” diyemedikleri için yüzde 90’ından fazlasını uygulamakla övünen Türkiye, AİHM’deki her 3 dosyadan birisinin adresi.
Bloomberg, ülkelerdeki gelişmeleri teknik bir yöntemle analiz ederek açık bir iç karışıklık çıkma olasılığını hesaplıyor. Türkiye'de bir yıl içinde iç karışıklık yaşanma riski, savaş halindeki Rusya’nın bile önünde, birinci sırada.
Uluslararası endekslerde her yıl daha kötü bir sıraya gerileyen bir Türkiye var. Ekonomi kısmına girmiyorum bile. Ve bu tabloyu yaratan kadro geçtiğimiz gün AKP’nin kuruluş yıldönümünü parti salonunda kutladı. Yurt genelinde davullarla, zurnalarla kutlanacak bir ülke yaratmadıklarının en azından farkındalar. İktidar medyasında yayınlanan uzun yıldönümü haberlerinde de sadece Erdoğan vardı. Politik olarak yaratılan “kahramanlık” öyküsünün başlangıcında yer alan isimlerin gölgeleri bile, dakikalarca süren görüntülerde bir Devlet Bahçeli kadar yer almadı.
“Sağ blok dağıldı sırada CHP var”
Can Atalay oylamasına, TBMM’de muhalefete mensup 71 milletvekili katılmamış. Katılsaydılar Can Atalay bugün belki de özgürdü. Bundan önemli ne işleri vardı acaba? CHP’den katılmayan vekil sayısı 14, DEM’den 8.
TBMM Genel Kurulu'nun açılması için yapılan oylamaya MHP’nin yanı sıra AKP de katılmadı. Muhalefetin sayısı yapılan oylamada 240 çıktı. Genel görüşme açılması önergesi ise 239 ret oyuna karşın, 210 kabul oyu ile reddedildi. Yani genel kurul açılışında olan muhalefet milletvekilleri salonu terk etmeseydiler genel görüşme kabul edilecekti. Bazı meselelerin sorumlusu olarak sürekli muhalefetin gösterilmesinin bir temeli var.
AKP cephesi rutin ve sürekli anketlerini yaptırmaya devam ediyor. Gerginliğin artma eğilimine girmesinin nedeni anketlerin sonuçları. Baş aşağıya gidiyor oy oranları ve bu durdurulamıyor. Bunu önlemenin ya da yavaşlatmanın yolu, bugüne kadar uygulanan ve sonuç alınan kutuplaştırma ve gerginlik yaratma siyaseti. Can Atalay olayı bundan bağımsız değil. Mart ayındaki kongreye kadar bu gerginlik arttırılarak devam edecektir. Sonra seçim süreci, durmayacak yani.
Erdoğan hemen hemen bütün il kongrelerine katılmayı planlıyor. Bununla hem parti tabanına moral vermeyi hem de parti tabanının nabzını yoklamayı düşünüyor. Her il kongresinde yapılacak “icraatın içinden” konuşması tüm televizyon kanallarınca da yayınlanacak. Kongrelerde edineceği izlenim uyarınca büyük kongreyi erkene alıp tüm parti yönetimini değiştirebilir. Bunun işaretlerini de vermiş.
Peki Erdoğan’ın katıldığı strateji ya da değerlendirme toplantılarında neler konuşuluyor? Muhalefet kendi içine kapanmış patinaj yaparken AKP anketlerde, “Değişimden beklentiniz ne? Yerelde sizce neden başarısız olduk? Genel Merkez ya da teşkilat yöneticilerine rahat ulaşabiliyor musunuz? Bakanlardan memnun musunuz? Siyasette kimleri görmek istersiniz?” sorularına yanıt arıyor.
Erdoğan’ın katıldığı bir toplantıda sunum yapılırken AKP’nin stratejisini net ortaya koyan bir değerlendirme de dillendirilmiş:
“Muhalefetin sağ bloğunu dağıttık. Kolay kolay toparlanamazlar. Şimdi sırada CHP var. CHP’yi de içindeki sert rekabet ve tartışmalar devre dışı bırakacaktır.”
AKP yönetimi ekonominin düzeleceğinden umutsuz. O nedenle tek umutları, içine kapanmış ve rotası belli olmayan, bulduğu seçmen kitlesini arttıramayan, taşıyamayan CHP. Bu toplantılarda açıkça dillendiriliyor. Yapılan değerlendirmelere bakılırsa en erken seçim 2027’nin Mart-Nisan aylarında. AKP’nin 25. yıldönümü... Bunu mahcup kutlamak istemiyorlar.
Ekrem İmamoğlu için özel planı var AKP’nin. Hakkındaki yargı kararı henüz kesinleşmedi. Dosya ele de alınmış değil. Beklemede. Neyi beklediğini doğal olarak biliyoruz. Dillendirilen iddiaya göre, parti içi denklemden de İmamoğlu’nu çıkarmayacak bir plan hazır. Yatarı olmayan bir ceza ve siyasi yasak. Ama siyasi yasağın süresi önemli, aldığı ceza kadar yani 26- 27 ay gibi. 2027 Mart ya da Nisan ayındaki seçime yetişecek ve CHP içindeki mücadele de var olacak şekilde yani. Görüldüğü gibi AKP’nin 2027 planı bile hazır, hem de muhalefetin bile dahil edildiği bir plan. Her seçim olduğu gibi…