Google’a sorduğunuz zaman aldatıcı reklam ile ilgili, “Reklamın hitap ettiği kitlede orta seviyedeki tüketiciyi aldatması veya aldatma ihtimalinin bulunması” bilgisi geliyor. “Orta seviyedeki tüketici” tanımını çok beğendim ve anlamlı buldum. Meselemiz tam da o çünkü AKP hep onlarını hedef aldı.
AKP’deki değişimi “AKP, öz AKP, hakiki AKP” yazımda parti tüzüğü ve programı üzerinden anlatmıştım. Şimdi elimize aldığımız metinler seçim beyannameleri. Partinin rotasındaki değişimi somut ve şahane anlatan metinler bunlar. Ama bunu anlamanız için önce okumanız lazım. Okunması biraz sıkıntılı. Hele benim gibi art arda okuduğunuz zaman sıkıntı hayli büyüyor. Bu metinleri, özellikle son metni, genel başkan dahil parti yönetiminden pek çok kişinin okumadığından da eminim.
Seçim beyannamelerinin ilki 2002 tarihli ve sadece 46 sayfa. Son beyanname ise 2018 tarihli ve tam 360 sayfa. 2007’deki 105, 2011’deki 160 sayfa. 7 Haziran 2015’de 189 sayfa olan beyanname 6 ay sonra yapılan seçimler için 288 sayfaya çıkmış. İlk beyannameden sonrakiler birbirlerini genişleyerek takip eden metinler halinde. Devlet adına yapılan her iş kayıt altına alınmış. Bugünden bakılınca dikkat çeken çok konu var. Örneğin hiçbir beyannamede faizlerin düşürüleceğinden bahsedilmiyor, “faizin neden enflasyonun sonuç” olduğu gibi bir bilgi(!) de yok. Tam tersine ekonomin uluslararası kurallara uygun işleyeceği Merkez Bankası’nın bağımsız karar vereceği sözüne sıkça yer veriliyor. Bir de enflasyonun nedeni var beyannamede; “Yüksek enflasyonda etkili olan temel unsur, yüksek kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarından veya çok yüksek maliyetli iç borçlanma yoluyla finansmanıdır."
Hiç bahsedilmeyen bir mesele de bugün tamamen susturulmaya çalışılan -özgür ya da değil- medya olmuş.
Her seçim beyannamesinde AKP’nin bir başlığı var. 2002 “her şey Türkiye için”, 2007 “güven ve istikrar içerisinde, durmak yok, yola devam”, 2011 “Türkiye hazır, hedef 2023” ve 7 Haziran 2015 “yeni Türkiye yolunda daima adalet, daima kalkınma” 1 Kasım 2015 “Huzur ve istikrarla Türkiye’nin yol haritası” olarak belirlenmiş. 2018 seçimlerinin sloganı da “güçlü meclis, güçlü hükümet, güçlü Türkiye” Oysa bu seçimin ardından meclis devreden çıktı, komik bir biçimde hükümetin güçlü olmasını bırakın yazılı metinlerde bile hükümetin adı yok. İşte bir “aldatıcı reklam” daha.
Bugün yaşanılan ekonomik krizin kaynağı olarak hep iktidarın dışındaki yerler gösterilse de 2002 beyannamesinde, ekonomik krizlerden ülkeyi yönetenler sorumlu tutulmuş, çare olarak da seçim gösterilmiş:
“Krizin sorumlusu halkımız değildir. Krizin sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir. Milletimizin bu kötü gidişe dur demesi için 3 Kasım seçimi önemli bir fırsattır. Kronik hale gelen yüksek işsizlik ve enflasyonu, sürekli artan iç ve dış borçları, ekonomideki istikrarsızlık ve tehlikeli daralmayı, yüksek faiz oranlarını, tasarrufları kamu açıklarının finansmanına yönlendiren borç yönetimi anlayışını aşarak ülkeyi düze çıkaracak bir siyasi iradeye ihtiyaç vardır."
Aynı beyannamede AKP için bir de ilginç politik kimlik tarifi yapılmakta:
“AK PARTİ, demokrat, muhafazakâr, yenilikçi ve çağdaş bir partidir”
Bu tarif aslında ciddi bir analizi de gerektirmektedir. Biraz yol aldıktan sonra bu tariften sadece “muhafazakâr demokrat” niteliklerin kaldığı da gözükmektedir. Yani bu tarifle bile “orta seviyedeki tüketici” bir nevi aldatılmıştır.
2002 beyannamesi bir demokrasi manifestosu gibi, işte bugünle kıyaslayacağımız bazıları:
- Avrupa ile bütünleşmemize karşı çıkan çevrelerin, milli egemenlik, milli güvenlik, milli çıkar, milli ve yerel kültür konularındaki ideolojik yaklaşımları, Kopenhag Kriterlerinin hayata geçirilmesini geciktirmektedir. PARTİMİZ, bürokratik devletçi yönetim anlayışını sürdürmeyi amaçlayan bu kavramların, bireyin hukukunu gözeten, halkın katılımını esas alan demokratik, sivil ve çoğulcu bir anlayışla yeniden ele alınmasından yanadır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanması, teşebbüs özgürlüğünü sınırlayan engellerin kaldırılması, yönetimin şeffaf hale getirilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde atılacak cesur adımlar, toplumun kendi gücüyle çağdaşlaşmasının önünü açacaktır
- Ülke iç şartlarıyla bağlantılı düşünülemeyecek kadar önemli olan temel hak ve özgürlükler, uluslararası düzenlemelere konu olmaktadır. Bir ülkenin sadece kendi şartlarını dikkate alarak düzenleme yapamayacağı alanların başında, temel hak ve özgürlükler gelmektedir.
- Demokratik rejimlerde, siyasi iktidarların ve bürokratik yapıların temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına müdahale edemeyeceğini; uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin eksiksiz olarak hayata geçirilmesini savunan PARTİMİZ, Temel hak ve özgürlükleri ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, özellikle Kopenhag Kriterlerinde belirtilen seviyeye yükseltmek için Anayasa ve yasalarda gerekli değişikliği yapacaktır. Temel hak ve özgürlüklerin, sadece anayasal ve yasal güvenceye alınması ile yetinmeyip, fiilen uygulanması ve siyasal kültürümüzün yerleşik bir boyutu olarak güçlenmesi yönünde çaba sarf edecektir. Yaşama ve mülkiyet hakkını, düşünce, ifade, inanç, teşebbüs ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan hükümler, evrensel hukuk ve özgürlük anlayışı dikkate alınarak yeniden düzenleyecektir.
- Yönetimin demokratikleşmesi, toplumun olduğu kadar, devletin de lehinedir. Devlet demokratikleştikçe halkını yönetme meşruiyeti de güçlenir ve uluslararası alanda saygınlık kazanır. Gücünü halktan ve sivil toplum örgütlerinden alan yönetimlerin, bölgelerinde ve Dünyada etkileri ve pazarlık güçleri artar. PARTİMİZ, farklı görüş ve kesimleri temsil eden sivil toplum örgütlerine eşit mesafede duracak, sivil toplum örgütleri arasında diyalogu ve iş birliğini destekleyecektir
- AK Parti, temel yasal düzenlemelerin ve anayasal değişikliklerin yapılmasında, meclisteki sayısal üstünlüğü yeterli olsa bile, mümkün olabilecek en geniş toplumsal mutabakatı arayacaktır
- PARTİMİZ hukuku, korkutmanın ve cezalandırmanın değil, adaleti sağlamanın aracı olarak görmektedir.
- Mevzuatımızdaki yasakçı hükümler nedeniyle, ülkemiz hukuk devletinden çok kanun devleti görüntüsü vermektedir. Türkiye, kanunlarını hukuka, hukukunu evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırarak ve temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sınırlayan yasakçı hukuk sistemini değiştirerek gerçek anlamda hukuk devleti olacak ve uluslararası camiada saygın bir yer kazanacaktır.
- İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği ilke ve standartlarda temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlayacaktır.
- AK Parti, yargı yetkisini kullanan kişi ve kurumların bağımsız ve tarafsız karar vermelerini sağlayacak bir yargı reformunu gerçekleştirmek için; Anayasa ve yasalardaki yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ile bağdaşmayan hükümler yeniden düzenlenecek, hakimlerin tarafsızlığını ve hukukun siyasallaşmasını engelleyen önlemler alınacaktır.
- Ceza yargılamasında savunmayı temsil eden avukatın statüsü, iddia makamını temsil eden savcının statüsü ile denkleştirilecektir.
- Kişilerin idari kararlarla kamu haklarından mahrum bırakılmalarının önüne geçilecek, kamu haklarından mahrumiyette yargı kararı zorunlu hale getirilecektir.
- Hükümetin ve kamu yöneticilerinin hesap verme sorumluluğunu açıkça kabul etmektedir.
- Görevi başında kalması sakıncalı görülen belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılması, mahallin en yüksek mülki amirinin isteği üzerine ancak mahkeme kararı ile olacaktır.
- Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda belirtildiği gibi, “yerel yönetimler, kanun tarafından belirlenen yetki sınırları içinde kalan tüm konularda faaliyette bulunmak açısından takdir hakkına sahip” olacaktır. Merkezi idarenin görev ve yetkileri tek tek sayılacak ve bunun dışında kalan tüm görevler yerel yönetimlere bırakılacaktır.
- Kamu bankaları, ticari esaslara göre yönetilecek, finansal ve operasyonel açıdan yeniden yapılandırılarak, özelleştirilecektir
- Yolsuzlukla mücadele çerçevesinde AK Parti şu önlemleri alacaktır: Siyasetçilerin ve kamu yöneticilerinin mal varlıkları şeffaf hale getirilecek, görevden ayrıldıktan sonra yapılamayacak işler hakkındaki mevzuat geliştirilerek titizlikle uygulanacaktır. Siyasetin finansmanının şeffaf hale getirilmesi ve objektif kriterlere bağlanması için Siyasi Partiler Yasasında gerekli düzenlemeler yapılacaktır.
- Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldığı, yasakların ve sınırlamaların olmadığı özgür bir foruma dönüştürülecektir.
- Rektör, dekan, bölüm başkanı, ana bilim dalı başkanı, enstitü müdürü gibi her kademedeki akademik yöneticinin seçimle işbaşına gelmesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılacaktır.
- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ile getirilen ilkelerin uygulanmasına yönelik düzenlemeler yapılacaktır. Kadınla ilgili dernek, vakıf ve diğer sivil toplum örgütlerini destekleyecek, kadınları ilgilendiren yasal ve idari düzenlemeler yapılırken bu örgütlerle işbirliği yapacaktır. Kadına yönelik şiddetin, cinsel ve ekonomik istismarın önlenmesi, muhtaç durumdaki kadınların desteklenmesi ve korunması, öncelikli politikalarımız arasında yer alacaktır.
2007 seçimlerine 367 krizinin gölgesinde gidildi. Yaşanan gerginliklerin seçim beyannamesine yansıdığı görülüyor. Uzun uzun katılımcılıktan ve uzlaşmadan ve muhalefetin öneminden söz edilen beyannamede, yeni anayasa vaadi içeriğiyle birlikte bakın nasıl anlatılıyor:
“Yeni anayasa, Cumhuriyetimizin değiştirilemez temel nitelikleri olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini tam olarak hayata geçirmeli, bireylerin haklarını en etkili şekilde korumalı, temel hak ve özgürlükleri ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ve ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği ilke ve standartlarda güvence altına almalıdır.”
AKP devlette gücünü tahkim edene kadar demokrat bir yol izlemiş. Bunun, onu amacına kısa yoldan götüreceği sanırım ince bir biçimde hesaplanmış. Yoksa bu kadar katı bir dönüşün olması çok mümkün gözükmüyor.
AKP’nin 2007 seçim beyannamesinde de bugün ile çelişen pek çok vaat var:
- Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu Tasarısı Taslağı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına uygun olarak hazırlanmış olup, önümüzdeki yasama döneminde öncelikle kanunlaştırılacaktır.
- Partimiz hukuku, korkutmanın ve cezalandırmanın değil, adaleti sağlamanın aracı olarak görmektedir. Amacımız toplumumuzu suçun azaldığı, korkunun olmadığı bir barış toplumu haline getirmektir.
- Yargının görevi, hukuki denetim yapmaktır. Hukuki denetim yerine, yerindelik denetiminin yapılması yargının siyasallaşması anlamına gelir. Yargı görevini yaparken bağımsız olduğu kadar tarafsız da olmalıdır. Bağımsız ve tarafsız yargı, adaleti sağlamanın ön şartıdır. Yargı gücünü kullananların görevlerini hukukun emrettiği doğrultuda tarafsız olarak kullanmaları kişi hak ve özgürlüklerinin de en önemli teminatıdır
- AK Parti özgürlük ile güvenliği çelişen değil birbirini tamamlayan ilkeler olarak görmektedir. Özgürlük adına güvenliği feda etmek anarşi ve kaosa, güvenlik adına özgürlüğü feda etmek ise otokratik ve diktatoryal rejimlere yol açar. Ülkemiz ve halkımız için bu iki temel ilkeyi birlikte hayata geçirmek önümüzdeki dönemin en temel hedefini oluşturmaya devam edecektir.
Hedefler konusu çıtayı çok yükseklere koymaya, ilk 10 ekonomi içine girme iddiasına AKP 2007 seçim beyannamesi ile başlanmış, demokrasi yanında ekonomi vurgusu da çok iddialı:
“2013 yılında; Kişi başına geliri 10.000 doları (satın alma gücü paritesine göre 15.000 doları) geçmiş, Milli Geliri 800 milyar dolara ulaşmış, Enflasyonu ‘düşük tek haneye’ indirmiş, İşsizlik oranını daha da düşürmüş, İhracatı 200 milyar doları aşmış, Turizm geliri 40 milyar dolara yaklaşmış, daha güçlü ve müreffeh bir Türkiye hedefliyoruz. 2023 yılında satın alma paritesine göre milli hasıla büyüklüğü bakımından ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde yer alması ana hedefimizdir”
Bu beyannamede benim yazı için çok iyi malzeme olacak bir de ironi var: “Tüketicilerin yanıltıcı ve aldatıcı reklâmlara karşı daha üst düzeyde korunması için gerekli tedbirler almaya devam edeceğiz”
AKP’nin 2011 beyannamesinde çıta biraz daha yükseğe çıkıyor, 2023 hedeflerin altı kalınca çizilirken yerli uçak ve savunma sanayi hamleleri dillendirilmeye başlanıyor. Yerli uçağa beyannameye göre de 2023 yılında biniyoruz.
Bu metinlerde söylem itibariyle çok iddialı oldukları Ortadoğu coğrafyası hep “diplomatik” yaklaşımlarla geçiştirilmiş. Detay yok. 2011 beyannamesinde çok kalın bir Erdoğan vurgusu var bunu bol bol kullanılan fotoğraflarda görüyorsunuz. Çözüm sürecinin başlangıcına denk gelmesi nedeniyle meseleye “Kürt meselesi” deniliyor ve dönemin “ustalık” dönemi olduğu dillendiriliyor. 2023 hedeflerinde 2011 beyannamesine göre kişi başı gelir 25 bin, büyüklük 2 trilyon dolar olarak yer alıyor.
2015 yılında AKP’nin 2 beyannamesi var, 7 Haziran ve 1 Kasım. İlginç bir biçimde 1 Kasım beyannamesi AKP’nin resmi internet sitesinde yer almıyor. Bu 2 beyannamede de Ahmet Davutoğlu’nu, kullanılan dil nedeniyle görüyorsunuz. Diğer beyannamelerin okunup okunmadığı konusunda şüpheleriniz varken, bu 2 beyannamenin Davutoğlu tarafından bizzat yazılmış olabileceğini düşünüyorsunuz.
Erdoğan tarafından bitirilen -ki aslında dolaba kaldırılan demek daha doğru çünkü dolaptaki varlığı her zaman politik olarak devreye sokulma ihtimalini de barındırıyor- çözüm sürecine Davutoğlu her 2 beyannamede de sahip çıkıyor ve bunda ısrarcı olacaklarını vurguluyor.
7 haziran beyannamesinde çözüm sürecine ilişkin, “Çözüm Süreci, milletimizin esenlik projesidir. Çözüm Süreci, yüzüncü yılını idrak ettiğimiz, I. Dünya Savaşı’ndaki ve Balkan Harbi’ndeki acılarımızın bir daha yaşanmamasının teminatıdır. Çözüm Süreci, Türkiye’nin normalleşmesinin yol haritasıdır. Çözüm Süreci, eski Türkiye’nin anti-demokratik uygulamalarının bir daha tekerrür etmemesinin garantisidir. Çözüm Süreci, insan onurunu merkeze alan AK Parti’nin insani kalkınma ve 2023 hedeflerine ulaşmasının önemli dinamiklerinden birisidir. Çözüm süreci, Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere, tüm ülkemiz için aynı zamanda bir refah sürecidir. Çözüm Süreci, milletimizin ve devletimizin ayaklarına pranga vurmak isteyenlerin, maliyet ödetmek isteyenlerin, oyunlarını bozma hamlesidir. Çözüm Süreci, adaletin tesisi, kalkınmanın devamlılığı için hayata geçirilen insan hakları ve demokrasi odaklı yerli bir girişimdir. AK Parti olarak, 7 Haziran’dan sonra da ülkede birlik ve kardeşliği tesis etmeyi amaçlayan ve dönemsel bir mesele olarak bakmadığımız Çözüm Sürecini kararlılıkla sürdüreceğiz” denilirken, 1 Kasım’da bu söylem farklılaşıyor:
“2013’de verdiği sözleri tutmayan, tam anlamıyla bir eylemsizlik yerine her türlü baskı, şiddet ve illegaliteye başvuran örgüt, Türkiye’yi terk etmemiş, ‘silah bırakma’ taahhüdüne direnç göstermiştir. Çözüm sürecini varlığına tehdit gören örgüt yeniden terör eylemlerine başlamıştır. AK Parti iktidarı ilk günkü ilkesel duruşunu ve siyasi pozisyonunu korumaktadır. Ancak terör örgütünün eylem ve sabotajları süreci sürdürülebilir olmaktan çıkarmıştır. Halkın hakkını-hukukunu koruyabilmek için kamu düzenini tahkim ederek özgürlük-güvenlik dengesini kurmak mutlak gerekliliktir”
Ve sonunda AKP daha doğrusu Erdoğan geçmişte çok katı bir biçimde karşı çıktığı başkanlık sistemini ilk olarak Davutoğlu dönemiyle savunmaya -biraz da kendileri tarafından yaratılan sistemin ortaya çıkaracağı sorunlar üzerinden- başlıyor:
“Mevcut sistem, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın farklı siyasi geleneklerden gelmeleri durumunda, kriz üretme potansiyelini taşımaya devam etmektedir. AK Parti olarak, mevcut sistemin siyasi tarihimizdeki vesayetçi kurgusunu da göz önünde bulundurarak, Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesinin oluşturduğu bu yeni durumun yol açabileceği muhtemel yönetim sorunlarının başkanlık sistemiyle aşılacağına inanıyoruz”
7 Haziran beyannamesinde yolsuzlukla mücadele vurgusu çok güçlü. Bunun yarattığı rahatsızlık da biliniyor. Ayrıca Merkez Bankası bağımsızlığı da bütün metinlerde olduğu gibi burada da mevcut.
1 Kasım beyannamesinde Davutoğlu beyannameye fotoğrafını da koymuş. Erdoğan’ınki gibi her konu başlığı altında değil ama sadece kapak kısmında bir tane var. Burada da aslında bir “aldatıcı reklam” durumu söz konusu:
“7 Haziran sonrasında bu bilinçle sürdürdüğümüz koalisyon hükümeti kurma çabaları, diğer siyasi partilerin ‘hayır’ cevaplarıyla akamete uğradı. Diğer partilerin sorumsuz tutumlarına rağmen, hiçbir yönetim zaafının oluşmasına izin vermedik, ciddiyet ve titizlikle ülkemizdeki istikrarı korumaya devam ettik”
Oysa koalisyon görüşmeleri diğer partilerin hayır demesi üzerine bitmedi, MHP her şeye hayır dedi ama CHP ile görüşmeler sürerken Erdoğan ülkeyi tekrar seçime götürdü.
1 Kasım beyannamesiyle başlandı “AKP’nin kaderini Türkiye’nin kaderiyle birlikte” anlatma meselesi.
24 Haziran 2018 beyannamesi 17 ay erken gidilen bir baskın seçime aitti. Erdoğan bir an önce anayasal yetkilerini kullanmak istiyordu. Beyanname 360 sayfa olarak yazıldı ve diğerlerinde yer alan konuların detayları ve uzun listeleri ver alıyor. İlk cümleden itibaren Cumhurbaşkanlığı sisteminin şahane bir demokratik rejim inşa edeceği savunuluyor ama bu paragrafta bile bugün kıyaslandığında bunun tam tersinin olduğu hemen anlaşılıyor:
“Yeni dönemde Meclis daha itibarlı, Hükümet daha güçlü, bağımsız ve tarafsız yargı daha etkin olacaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle birlikte yürütme erkinin kendi içerisindeki fonksiyonları derli toplu ve etkili bir nitelik kazanırken, kuvvetler ayrılığı prensibi daha sağlıklı bir şekilde uygulanma zemini bulacaktır. Yürütmenin daha bütüncül bir yapıyla daha hızlı ve kaliteli hizmet vermesine dayalı yeni yönetim modelinde güçlü bir Meclis yasama faaliyetlerini daha iyi yaparak yürütme üzerindeki sorumluluklarını yerine getirirken, bağımsız ve tarafsız yargı vatandaşlarımızın adil ve etkin bir şekilde adalet hizmeti alabilmesinin hukuki zeminini oluşturacaktır”
Bu beyannameyi hazırlayanlar hızlarını alamamış olacaklar ki “yerel yönetimler” başlıkla bölüme girerken çıtayı hayli yükseltmişler; “Yerel Yönetimlerde büyük dönüşüm, 1994’te Recep Tayyip ERDOĞAN’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması ile başlamıştır”
Çok iddialı hazırlanan bu beyannamenin tam da 2 önceki beyannamede sözü edilen “aldatıcı reklam ile mücadele” kapsamına girmesi gerektiği de açık. İşte bazı örnekler:
- Yargının bağımsız ve tarafsız olması tüm vatandaşlarımız ve uluslararası kamuoyuna hukuk güvencesi sunması, tüm süreçlerinin uluslararası standartlarda ve demokratik usullerle işlemesi temel prensibimizdir.
- Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sayesinde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı tam güvence altında olacaktır
- Kadına Yönelik Şiddet ve Ayrımcılıkla mücadelede daha etkin olabilmek için uluslararası sözleşmelere imza attık. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni çekincesiz imzalayan ilk ülke olduk.
- AK Parti, enflasyonla mücadelede çok başarılı bir sicile sahiptir. Uygulayacağımız kararlı politikalar ile enflasyonu yeniden tek haneye indireceğiz.
- Belediye çalışmalarının daha verimli ve etkin bir hale getirilebilmesi için ilk olarak, belediyelerin icrai gücü artırılacaktır. Bu amaçla yerel yönetimlere yeni yetki ve görevler verilecektir. Merkezin görev alanında olan bazı işler yerel yönetimlere devredilecektir. Belediyelerin mali kaynakları güçlendirilecektir.
- Belediyelerimiz ile bu ilgili merkezi idare arasında güçlü koordinasyonlar kurulması yoluyla, sağlıktan eğitime, istihdamdan ekonomik hayatın gelişimine kadar şehri ve şehirliyi ilgilendiren her alanda belediyelerimizin daha etkin görev almaları sağlanacaktır.
Bu beyannamede rafa kaldırılmış projelerden de uygulaması başarısız olanlardan da hep pozitif ve uzun uzun bahsedilmiş. İşte onlardan birisi, sadece kısaltmasının adının Fatih olması için “fırsatları artırma ve teknolojiyi iyileştirme hareketi” denilen ve temelde öğrencilere tablet dağıtılan proje. Beyannamenin devamında, cumhur ittifakının ilk çıkış sloganı olan “beka” kavramına uygun olarak savunma sanayi hamleleri çok uzun bir liste halinde yer alıyor. Bu kısmı bir uzman incelemeli doğal olarak. Ama ilk yerli otomobilin 2021 yılında piyasaya sürüleceği bilgisini atlamamak lazım. Bir de benim de ilk kez duyduğum milli elektrikli tren seti projesi var dikkat çeken.
Geçen hafta ve bu yazımın ortaya çıkardığı somut sonuç, Erdoğan’ın artık “yeni Türkiye” demeyi bırakıp “yeni AKP” demesidir. Böylelikle bugün hoşlanmayacağı cümleler de barındıran AKP’nin geçmişinden kolayca kurtulabilir…
Birileri eski beyannameleri okuyup hatırlatıncaya kadar yani…