Bugün, Marx’ın ünlü cümlesi "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor—komünizm hayaleti” ifadesini "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor—aşırı sağ” şeklinde uyarlamak belki indirgemeci bir yaklaşım olabilir. Ancak mevcut durumun ciddiyetini yazarken aklıma bu cümlenin gelmesi tesadüf olmasa gerek. Düzenli olarak farklı ülkelerin iç siyasetlerini incelerken, özetlerken, sağ ve sol politikaların yer değiştirdiğini, mevcut küresel krizlerin etkisiyle siyasi spektrumun uçlarına yönelen partilerin güç kazandığını gözlemliyorum. Örneğin, Fransa’da sol blok bir araya gelmişken, Macron henüz hükümetin kurulmasına onay vermedi. Bu durum, Macron’un aşırı sağa karşı cephe oluşturmaktan ziyade daha pragmatik bir yaklaşım sergilediğini gösteriyor. Oradaki gelişmeleri de izlemeye devam etmek gerek.
Yazıya neden Marx ile başladım?
Geçtiğimiz hafta ise Almanya'nın doğusunda yer alan Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde yapılan seçimler, ülkedeki aşırı sağın yükselişini gözler önüne serdi. Bu seçimlerde, özellikle AfD’nin (Alternative für Deutschland / Almanya’nın Alternatifi) elde ettiği başarı, sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın siyasi dengelerini de etkileyecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
AfD'nin ardındaki olası dinamikler
AfD’nin Thüringen’de yüzde 32,8 oy oranıyla birinci, Saksonya’da ise yüzde 30,6 oy oranıyla ikinci parti olması, partinin halk arasındaki popülaritesinin ciddi şekilde arttığını gösteriyor. Bu sağ başarı, büyük ölçüde partinin milliyetçi ve göçmen karşıtı söylemlerine dayanıyor. Özellikle doğu eyaletlerinde yaşayan halkın, küreselleşmenin getirdiği ekonomik zorluklar ve sosyal sorunlar karşısında AfD’nin söylemlerine yöneldiği düşünülüyor. Göçmen karşıtı politikalar, bu bölgelerdeki seçmenler arasında geniş bir destek buluyor ve AfD’nin milliyetçi söylemleri bu destekle birleşerek yeni bir başarıya dönüşüyor. Örneğin, CDU, Saksonya’da birinci parti olmasına rağmen, Sol Parti ile koalisyon yapmayı reddettiği için zor bir durumda kalmış durumda. SPD ise Thüringen ve Saksonya’da ciddi oy kaybına uğradı. SPD’nin lideri ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz, seçim sonuçlarını "acı" ve "endişe verici" olarak nitelendiriyor. Scholz, AfD’nin Almanya’ya zarar verdiğini, ekonomiyi zayıflattığını, toplumu böldüğünü ve ülkenin itibarını zedelediğini vurgulayarak, diğer demokratik partileri AfD’yi dışlayacak istikrarlı hükümetler kurmaya çağırıyor.
AfD’nin yükselişi, Almanya'nın tarihsel travmalarını yeniden gündeme getirdi. II. Dünya Savaşı sonrasında, yaşanan büyük trajedilerin ardından demokratik ve ilerici değerlere dayalı bir toplum inşa eden Almanya, bugün aşırı sağın yeniden güç kazanmasıyla yüzleşiyor. Thüringen, 1924’te Nazilere ilk desteğin verildiği eyalet olarak biliniyor. Dolayısıyla bugün AfD'nin birinci parti olması, tarihsel açıdan da endişe verici bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Bu durum, Almanya'nın Nazi geçmişini hatırlatarak, toplumda derin bir huzursuzluk yaratıyor.
Bu seçimlerde dikkat çeken bir diğer unsur ise, yeni kurulan Bürger für Sachsen und Thüringen (BSW) partisinin başarısı. Henüz 8 aylık bir parti olmasına rağmen, BSW Saksonya’da yüzde 1,8, Thüringen’de ise yüzde 8 oy alarak önemli bir çıkış yakaladı. BSW, zenginlere daha yüksek vergi, göç ve iltica politikalarında daha sert bir çizgi ve Ukrayna’ya askeri desteğin sona erdirilmesi gibi politikalarıyla öne çıkıyor. Bu siyasi söylemler, özellikle doğu eyaletlerinde geniş bir yankı buluyor.
AfD ve BSW’nin bu yükselişi, Almanya’daki yerleşik partiler olan CDU ve SPD için büyük bir kriz anlamına geliyor. Yerleşik siyasi partilere karşı aşırı sağın yükselişi, dünyada neredeyse her ülkede yaşanan bir trend niteliğinde. AfD’nin elde ettiği başarı, sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın siyasi geleceği için de ciddi bir uyarı niteliğinde. AfD, federal düzeyde hükümet kurma şansına sahip olmasa da mecliste güçlü bir muhalefet olarak varlığını sürdürebilir. Bu durum, Almanya’nın demokratik yapısını ve Avrupa’nın siyasi istikrarını uzun vadede tehdit edebilir. AfD’nin yükselişi, Avrupa genelinde aşırı sağın güç kazandığı bir dönemde, bu hareketlerin sadece Almanya’yı değil, tüm Avrupa’yı etkileyecek bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.
Almanya'da aşırı sağın bu yükselişi, gelecekteki seçimler ve siyasi dinamikler için belirleyici nitelikte.. Almanya’daki yerleşik partiler, AfD’nin ve BSW’nin yükselişine karşı nasıl bir strateji geliştirecekleri konusunda bir yol ayrımındalar. Bugün Almanya’da aşırı sağın bu denli güç kazanması, ülkenin demokratik yapısı ve Avrupa’nın siyasi dengeleri için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Yerleşik partilerin bu tehdide nasıl yanıt verecekleri, sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın da geleceğini şekillendirecek nitelikte.
Almanya’daki seçim sonuçlarını, ulusal ve uluslararası politikaların bir yansıması olarak ele almak mümkün. Özellikle Ukrayna'daki savaş ve federal hükümetin göç politikalarına yönelik memnuniyetsizliğin, AfD’nin güçlenmesine yol açtığı düşünülüyor. Doğu Almanya'daki seçmenlerin federal düzeydeki bu politikalara tepki göstererek AfD’ye yöneldiği düşünülüyor. Burada, Ukrayna – Rusya savaşının Avrupa'daki siyasi dengeleri nasıl etkilediği daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Yeni bir dönemden geçiyoruz. Ukrayna – Rusya Savaşı, Avrupa’da ülkelerin iç siyasetine de etki ediyor. İsrail – Filistin Savaşı, Ortadoğu’yu yeniden zorlu bir döneme sokuyor. Bir yandan geçici ateşkes ilan edilirken, diğer yandan Netanyahu’ya karşı düzenli protestolar düzenleniyor. Irak’ın kuzeyinde çatışmalar devam ediyor. Dünya artık bir göçmen ülkesi. Yani, dünyada kazanan kimse değil, hala.
Evet, aşırı sağ yükseliyor ve yerleşik partiler güç kaybediyor. Bugün, Türkiye’den göçmek isteyenleri zorlu bir siyasi iklim bekliyor. Bu nedenle, gündelik kısır dedikodularda, insan isimlerinin birbirine girdiği iç siyasi sohbetlerde boğulmak yerine kendi siyasi geleceğimiz için eli taşın altına koymak şart.