Anketler ne diyor, ekonomi ne diyor?

Seçmenin tercihini en çok iki etken belirler; güvenlik kaygısı ve ekonomi. Maslow’un herkes tarafından kabul edilen “ihtiyaçlar hiyerarşisinin” de ilk iki sırasını bunlar oluşturur. 23 yıllık AKP iktidarının ikinci yarısından sonra, bu iki temel meseleye göre bırakın iktidarda kalmayı barajı bile normal politik şartlarda aşamaması gerekiyor. İşte o kocaman soru işareti de tam burada başlıyor, nasıl?

SEDAT BOZKURT

Galileo Galilei, dünyanın yuvarlak olduğunu ve hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında döndüğünü söylemeden ve başına onca iş gelmeden önce dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inananlar vardı. Bunlar biraz bekleyip kapitalizmin ortaya çıkışına tanık olsaydılar, mutlak olarak dünyanın paranın, ekonominin üzerinde durduğuna inanmakla kalmaz, buna iman edebilirdiler. Bu inançla da diğer insanlar arasındaki yerlerini alırlardı.

‘Her şey politiktir’ saptamasına ekonomi de dahildir. Her ne kadar Karl Marks’ın iktisadi görüşleriyle politik görüşleri ayrı ayrı değerlendirilse ya da kabul görse de sonuçta Marks’ın ekonomik tespitlerinin üzerine inşa ettiği politik bir tezi, İktisadi tezlerinin tamamının da politik nedenleri vardır. Marks da “her şeyin başı ekonomidir” tespiti ile yola çıkmış ve bugün halen dünyanın en çok tartışılan, alıntı yapılan, yararlanılan fikirlerin babasıdır. Bugünün Türkiye’sinde yaşasaydı muhtemelen yaşananlara bakınca, “saçını, sakalını” yolardı.

Türkiye ekonomisinin “kurtarıcısı” olarak Maliye Bakanlığı’na oturan Mehmet Şimşek, göreve başladığında enflasyon yüzde 38’di. Çok “başarılı” olarak bizzat kendisinin anlattığı 28 ay sonunda enflasyon yüzde 33’e ancak gerileyebildi. Arada yapılan yüzde 69,8’lik zirveyi de unutmamak lazım. (Bunlar TÜİK oranları.)

Türkiye, çok uzun yıllardır ekonomik krizlerle boğuşan Arjantin ile hep aynı listede yer alır. Yakın zamanda Arjantin o listeden çıkarsa şaşırmayın. Türkiye ile Arjantin’in son bir yılına bakınca bunun nedeni hemen ortaya çıkıyor.

2024 yılında Arjantin’de büyüme -1,7, enflasyon yüzde 292, Merkez Bankası faizi yüzde 60. Aynı yıl Türkiye’de büyüme 2,3, enflasyon yüzde 69,8, merkez bankası faizi yüzde 50.

2025 yılı Ekim ayına, yani bugüne gelindiğinde Arjantin’de büyüme 6,3, enflasyon 31,8, faiz yüzde 29. Bugünün Türkiye’sinde ise büyüme 4,8, enflasyon 33,3, merkez bankası faizi yüzde 40.

Bir yılda Arjantin’de katedilen mesafe ile Türkiye’yi kıyasladığınız zaman tablo size durumunu gayet net açıklıyor.

Hiçbir hedefi tutmayan bir bakandır Şimşek. İki yıl önce, 2023’te yani, orta vadeli programda (OVP) bu yıl, yani 2025’te, enflasyon tek haneli olacaktı. Geçen yıl, yani 2024’te, 2025 yılının enflasyon tahmini önce 15,2 olarak açıklandı. Daha sonra 24’e, ardından 27’ye, son olarak 28,5’a çıkarıldı enflasyon tahmin oranı.

Bakan Şimşek son yaptığı açıklamada 2025’i yüzde 30’un üstünde kapatacağımızı söyledi. Bakan’ın 2026 hedefi ise enflasyonda yüzde 10. Tek haneli enflasyon tahmini ise 2027 yılına ertelenmiş. (Masallar çok öğreticidir ve içinde gerçekler de barındırır. Bakan Şimşek’in açıklamalarına o nedenle masal demeyeceğim.)

Türbülans savunması

Ekonomi kısmında sürekli bütünlemeye kalsa da Şimşek politika kısmına hayli alışmış. Eylül ayında yüksek gelen enflasyonu kuraklığa bağlamasıyla sınırlı değil “mazeret” üretme becerisi. AKP’nin tipik özelliğini burada da görüyoruz. Bakan Şimşek, “Bu yıl hem içeride hem de dışarıda ciddi anlamda türbülans yaşandı” diyor ama bunların altını dolduramıyor. Dışarıdaki türbülans nedir ve neden sadece bizi olumsuz etkilemiştir? Arjantin’i anlattım, onların daha kırılgan olması gereken ekonomilerini neden etkilememiştir? İçerdeki türbülans nedir ve ne sebep olmuştur? Bu sorunun yanıtını katıldığı konferans tadındaki televizyon programlarında, adını vermeden sadece tarih olarak telaffuz ederek 19 Mart demişliği de var.

İstanbul’da vergi rekortmeni genelev patronu Manukyan olduğu zaman bu aylarca konuşulmuştu. Ülkeyi yönetenler de bundan gurur duymadıklarını bir biçimde açıklamışlardı. Hatta nedeni konusunda da uzun uzun tartışmalar yapılmıştı. Türkiye’nin sanayi, tarım ve ticaret hacmiyle 7’nci büyük kenti Adana’nın vergi rekortmeni teknik direktör Vincenzo Montella oldu. Durum tam da Bektaşi fıkrasındaki “Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu” gibi. Manukyan’ı dert edenler olmuştu, bunu dert edene rastlamadık.

Seçmenin tercihini en çok iki etken belirler; güvenlik kaygısı ve ekonomi. Maslow’un herkes tarafından kabul edilen “ihtiyaçlar hiyerarşisinin” de ilk iki sırasını bunlar oluşturur. 23 yıllık AKP iktidarının ikinci yarısından sonra, bu iki temel meseleye göre bırakın iktidarda kalmayı barajı bile normal politik şartlarda aşamaması gerekiyor. İşte o kocaman soru işareti de tam burada başlıyor, nasıl?

1 Ocak 2009’da 200 liralık banknot tedavüle girdi. 3 tane çeyrek altın ediyordu. Şimdi 3 çeyrek altın için 150 tane 200 liralık banknot gerekiyor. 2009’da asgari ücret ile 8,5 çeyrek altın alınabiliyordu, şimdi ancak 2,2 tane. Altın tüm dünyada yükseliyor. Doğru. 2009 yılında 200 lira ile 133,3 dolar alınabiliyordu şimdi sadece 4,7 dolar. “Batan Batı’nın” nasıl oluyor da parası bizim paramız karşısında değer kazanıyor? “Yoksullaşmanın fotoğrafını çekseler” bundan daha net kare yakalayamazlar.

Enflasyondaki zirve

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da her “makam sahibi” politikacının yaptığı gibi açıklamalar yaparak “üst gelir ligine” çıkacağımızdan bahsediyor her toplantısında. Buna da “masal” dememek lazım. 2026 yılı bütçesinde daha bugünden 2 trilyon 713 milyar lira açık var. Bütçenin toplamı 18 trilyon. Bunu Bakan Şimşek de “kabul edilebilir sınırlar içinde” buluyor. Bu bütçenin 2 trilyonu da faize gidiyor. Bakın, bu faiz, borç ödemesi değil. Acaba bu da o “kabul edilebilir sınırlara” dahil mi? Kaldı ki bu faiz yükü bütçe açığını kapatmak için alınacak yeni borçlarla da artacak. Bu yük doğal olarak yine vatandaşın sırtına yüklenecek.

Avrupa, o “dış etkilerin” yaşandığı dünyada bir kıta. Türkiye bu kıtadaki enflasyon oranında yüzde 33,3 ile birinci. İkinci sırada 13,2 oranı ile savaş halindeki Ukrayna var. Üçüncü sırada demokrasi ve hukuk konusunda sıkıntılı bir AB ülkesi Romanya 9,9 oran ile bulunuyor. (Romanya’nın bu üçüncülüğü, aslında enflasyonun nedenleri açısında hayli öğretici.)

Listenin dördüncü sırasında yıllardır listenin ikinci sırasındaki Ukrayna ile savaşan Rusya var ve oranı sadece yüzde 8,8.

Yılı yüzde 31 ile kapatabilirsek, Dünya’da da Venezüella, Sudan ve İran’ın ardından dördüncü sırada bitireceğiz. Bu tabloya başarı demek için sadece Türkiye’de devlette iyi bir makam sahibi olmak gerekir.

Avrupa’daki bir otomobil firması milyonlarca dolar yatırım yapıyor, binlerce insan çalıştırıyor ve otomobil üretiyor. Bu otomobili 1,5 milyon TL’ye satıyor. Hem üretim maliyeti hem yatırım maliyeti çıkıyor hem de kar ediyor. Bu aracın Türkiye’deki satış fiyatı 5,85 milyon lira civarında. Otomobili üreten firmanın gerçekten kıskanacağı bir kar var burada ve hepsi durmadan bütçesinde açık veren devlete gidiyor. Aynı durum cep telefonları için de geçerli. İPhone’un dolar bazında en pahalı olduğu ülke Türkiye. Aynı otomobilde olduğu gibi üreticinin sattığı fiyattan fazla vergisi var. Bu otomobil ile telefona sahip olma ihtimaline bile girmiyorum Türkiye’deki asgari ücretlinin. Çünkü o ihtimal yok.

Yıllık enflasyon ortalamaları Türkiye’nin aylık ortalamasına denk gelen batıda seçmen, yüzde 10’luk bir yoksullaşma anında hemen iktidarı değiştirir. Hatta iktidardaki parti ya da partiler hemen çekilirler. Çünkü olmamıştır, yapamamışlardır. Demokrasi kurumsal olarak da böyle işler.

Anketler ne diyor?

Eylül ayında “Bu pazar seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusunun yöneltildiği anketlerin tamamının ortalaması, bu memlekette siyasetin normal olmadığını da anlatıyor. Aslında bu normal olmama hali artık kalıcı hale geldi bile denilebilir.

Yukarıda sadece ekonomi üzerinden verdiğim örneklerin mimarı iktidardaki AKP, bu anketlerin ortalamasında yüzde 31,3 oy oranına sahip ve ikinci sırada.

CHP ise birinci sırada ancak oy oranı 32,2.

Yani bu ekonomik tablonun sahibi olan AKP’nin sadece binde 9 kadar önünde.

DEM Parti, her “barış sürecinde” olduğu bu dönemde de oylarını yavaş da olsa arttırıyor. Oy oranı yüzde 9,1.

MHP’nin durumu hayli ilginç. Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına milliyetçi çevrelerden gelen sert eleştirilere karşı oy oranı anketlerin ortalamasında yüzde 7,8. Bu seçim zamanı yüzde 10’u aşacağının da göstergesi.

İyi Parti’deki toparlanma anket sonuçlarına yansımış, yüzde 5,7 oy oranı.

Zafer Partisi konumunu muhafaza ediyor uzun zamandır, yüzde 4,5.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri zamanında yapılırsa, bugünkü tabloya göre aday olması mümkün gözükmeyen 2 politik isim Recep Tayyip Erdoğan ile Ekrem İmamoğlu anketlerde hep karşı karşıya getiriliyor. Eylül ortalamasına göre İmamoğlu’nun oy oranı 52,4, Erdoğan’ın ise yüzde 47,6. CHP’nin, İmamoğlu’nu adaylaştırmak için devreden çıkardığı Mansur Yavaş da Eylül ayında 4 anket firması tarafından Erdoğan ile yarıştırılmış. Yavaş’ın bu 4 anketin ortalamasına göre oy oranı yüzde 55,1 Erdoğan’ın ise sadece 44,9.

Maslow’a dönersek sadece ekonomi değil ülkede ciddi bir de güvenlik sorunu da var. Küresel Barış Endeksi’nde Türkiye 163 ülke arasında Filistin ile Irak’ın arasında 146’ncı sırada. Son 8 ayda işsizlik fonuna 1 milyon 184 bin 652 kişi başvurdu. Yani işsiz kaldılar.

İşte mesele de tam bu, bir iktidardan seçmenin vazgeçmesi için bu iki temel konudan başka ne lazım?

Mesele Erdoğan karşısında ya da AKP karşısında birinci olmak değil, halen bu oyu nasıl alabildiklerini anlamak. Toptan muhalefetin dert edinmediği ama edinmesi gereken konu da bu aslında…

Not: Yurtdışına çıkmak için devlete 1000 lira haraç verdiğiniz zaman ekonomiye ilişkin iyi cümle kurmanız mümkün olmuyor. Önümüzdeki hafta bu nedenle yurtdışında olduğum için yazım olmayacak…

Köşe Yazıları Haberleri