Milli Görüş hareketinin önemli isimlerinden, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk, bir süredir AKP lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmelerle gündeme geliyordu.
Asiltürk, 15 Haziran günü sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. Bolca dinsel mesaj içeren ve Kuran’a göndermeler yapılan 53 maddelik paylaşımda muhalefet blokunda yer alan partisinin siyaset dilini eleştirdi, kendi belirleyeceği bir ekibin parti yönetimini devralması için harekete geçtiğini ilan etti.
Saadet Partisi’nin toparlayıcı, yol gösterici olması gerektiğini belirterek “Mü’minlerin kardeş olduklarına inandığımız için, kardeşler arasında iyi ilişkiler olmasını arzu ediyoruz. Siyâsi çekişmelerin oluşturduğu olumsuz ortamdan etkilenmeden, kardeşliğin oluşmasına ve gelişmesine çalışırız” dedi.
Son zamanlardaki görüşme trafiği ve yayınlanan bu uzun mesaja bakıldığında Asiltürk’ün ‘mü’min kardeşlerden’ kastının AKP olduğu ve partisi Saadet’in AKP’ye karşı yürüttüğü muhalefetten rahatsız olduğu ortada.
Erbakan ekibinin önemli isimlerinden birinin, Milli Görüş’ten koparak yeni bir parti kuran ve iktidara gelenlerin partisi AKP’ye karşı bu kadar ‘ılımlı’, ‘koruyucu’ bir dili kullanmasını bu dönemde olağan bir tutum olarak görmek çok zor. Hele hele de AKP’nin gücünü iyice yitirdiği, Erdoğan iktidarının normal görev süresinin sonunu görüp göremeyeceği bile tartışılırken…
Oğuzhan Asiltürk’ün bu tavrına ilişkin ‘siyaset dışı’ iddialar da gündeme geldi. Yeniçağ yazarı Orhan Uğuroğlu, Asiltürk’ün açıklamasını ardından yeğeninin İçişleri Bakanlığı’ndan aldığı ihaleyi gündeme taşıdı. Uğuroğlu’nun yazısına göre Asiltürk’ün yeğeni Cemal Asiltürk, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı'nın yaptığı bir ihaleyi almıştı. Üstelik ihalede 3.8 milyon dolar vererek birinci olan ve 10 yıldır bu ihaleyi alan başka bir firmanın diskalifiye edilmesi sayesinde.
Asiltürk’ün AKP’ye olan sıcak yaklaşımını sadece bu ihaleye yormak çok iddialı olur. İhalede gerçekten bir şaibe varsa bile, bu olsa olsa AKP’nin Asiltürk’e bir ‘jesti’ olabilir.
Düşecek uçağa binme ısrarı
Peki, AKP içindeki çatlaklar bu kadar açığa çıkmış, medya ve yeraltı dünyası ile girilen kirli ilişkiler bu kadar ortaya serilmişken Asiltürk’ün Erdoğan’a bu açık desteğinin nedeni ne?
Bu sorunun yanıtı aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz pazartesi yaptığı açıklamada gizli. Pandemi kısıtlamalarının konuşulduğu Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıklama yapan Erdoğan, “Müzikle ilgili sınırlamayı 24.00'e çekiyoruz. Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” dedi.
Bu sözler, çok başka şeylerin tartışıldığı ülke gündemine aslında AKP açısından hiç de yeni olmayan bir şeyi yeniden taşıdı: Siyasal İslam.
Pandemi yasaklarının içine içki yasağını sıkıştırmayı başaran Erdoğan iktidarı, yasakları gevşetirken de müzik yasağını gündeme getirdi. Yani AKP’nin devleti ve toplumu daha da dinselleştirme, dinsel referansları hayatın her alanına hakim kılma çabası kendisini bir kez daha açığa vurdu. Erdoğan, müzik yasağı ile seküler hayat tarzını bir kere daha hedefe koydu, bağnaz İslamcı kesime bir kez daha mesaj verdi.
Ekonomide, diplomaside köşeye sıkışan, bakanlarının bürokratlarının kirli ilişkilerine dair her gün yeni şeyler öğrendiğimiz AKP, 18 yıllık iktidarı boyunca siyasal islamcı kimliğinden hiç ödün vermedi.
İktidara gelir gelmez, devletin dilinde, uygulamalarında dinsel referansları öne çıkaran AKP hükümetlerinin ilk hedefi eğitim kurumları oldu. ‘Seçmeli’ adı altında okullarda din dersi zorunlu hale geldi. Milli Eğitim Bakanlığı’nda yönetici olmanın görünmez kriteri, İlahiyat Fakültesi mezunu bir din dersi öğretmeni olmak haline getirildi. 'Sıbyan Mektebi’ adı altında okul öncesi yaş çocukları cüppeleriyle sokaklarda dolaştırılır oldu. İmam Hatip okullarının sayısı o kadar arttırıldı ki, bu okulları promosyonlarla bile doldurmak mümkün olmadı.
Önce FETÖ, sonra diğerleri
Kamuda -17-25 Aralık öncesi FETÖ’nün de desteğiyle- liyakatın yerini sözde ‘müslüman kardeşliği’ aldı. Dini referansa öyle bir alan açıldı ki cemaatler açıktan bakanlık ve koltuk yarışına girişti. Her bir bakanlık kadrosu bir dini cemaatle anılır oldu. Üniversitelerin, bilim kurumlarının tepesine ilahiyatçı atamak bir gelenek, bu yöneticilerin tüm yakınlarını bu kurumlara doldurmak da sıradan bir uygulama haline getirildi.
Devlet kurumlarının, yargının gözettiği tek hassasiyet ‘dini değerler’ haline getirildi. Haksızlığa uğrayanın hayat tarzı tercihi, hakkını ararken mutlaka karşısına çıkartılan bir olgu haline getirildi. 90’lı yıllarda, üniversitelerdeki başörtüsü yasaklarını özel hayata, inanca müdahale olarak gündemden hiç düşürmeyen AKP kadroları, Boğaziçi Üniversitesi örneğinde olduğu gibi hayat tarzları kendileri ile aynı olmayan gençlere her türlü baskıyı reva gördü.
AKP ile birlikte siyasal İslam da kan kaybediyor
Asiltürk açısından AKP’yi bu kadar önemli kılan şey tam da yukarıda özeti çıkartılan, devleti, toplumu ‘laiklikten’ uzaklaştırma çabası. Asiltürk, “dostlarımızı eleştirirken insaflı olalım, müslümanlara eleştirilerimiz acımasız olmasın” derken, AKP’nin yaşadığı kan kaybından duyduğu endişeyi açığa vuruyor aslında. Asiltürk, Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesinin siyasal İslamın devlet içindeki örgütlülüğünün sonunu getirmesinden endişe ediyor.
Ortada siyasi, ilkesel bir tutum yok. Saadet Partisi içinde bile ‘eskilerde’ kalmış bir siyasal İslamcı kafa yapısının çırpınışları var. Saadet Partisi tabanının Oğuzhan Asiltürk’ün bu çabasına ne ölçüde destek vereceğini zaman gösterecek. Fakat partinin mevcut yönetiminin her alanda hızlı bir çöküş içinde olan AKP ve Erdoğan’a destek olmayı düşünmedikleri ortada. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Halk TV’de katıldığı programda, “İslamcı değil, müslümanım” dedi. Eğer Karamollaoğlu’nun bu tanımının parti tabanında bir karşılığı varsa, Erdoğan ‘siyasal İslam’ adına aradığı desteği burada bulamayacak.
Bu durumda da Asiltürk’ün tek kârı, yeğeninin almayı başardığı ihale olacak.