“Bak o zaman resmime”

Yarın, 22 Aralık Pazartesi günü “öksüz” dosyalardan birinin Gayrettepe Yangını’nın duruşması Çağlayan Adliyesinde. Ekmek parası peşinde, kapılar kilitli olduğu için dumandan boğularak ölen 29 kişinin ölümünün sorumluları aranıyor. Kulübün organize suçla dirsek teması içindeki patronlarıyla, olmayacak ruhsatlara imza atan kamu görevlileri yargılanıyor.

Binali Çayır 2 Nisan 2024 günü saat bire çeyrek kala sevgilisi Gül’ü görüntülü olarak aradı. 38 yaşına gireli altı gün olmuştu. Yoğun dumandan sadece sesi duyulabildi. “Burada yangın çıktı, çıkış biraz zor, köpekler sana emanet, seni seviyorum” dedi. Bu iki sevgilinin son konuşmasıydı. Binali Gayrettepe’de bir apartmanın bodrumunda derme çatma ruhsatlarla faaliyet gösteren Masquerade kulübünde, tadilat sırasında çıkan yangında boğularak ölen 29 kişiden biriydi. Binali ve Gül’ün dört yıl süren sevgilerinden geriye köpekleri Ares ve Elfa ile çektirdikleri bu son fotoğraf kaldı.

Cem Karaca 55 yıl önce ayrılıklarda pişmanlık duyanlara Mehmet Soyarslan’ın bestesi ve sözleriyle seslenmişti; “Belki bir gün hayattan, geçmişteki günlerden, bir teselli ararsan..” 1970 yılıydı, bugünden geriye bakıldığında toplumun masumiyet, tevazu ve özgürlük isteğiyle yüklü olduğu bir zaman.

Erken yaşta kaybettiğimiz Ulus Baker toplumun taşıdığı duygulardan, duyguların sosyolojisinden söz ediyor, görüntülerin önemini vurguluyor, Spinoza’ya atıfla “imajlar duyguları yaratmayı ve temsil etmeyi asla bırakmazlar” diyordu.

Kimse tam olarak tarif edemese de toplumun duyguları baş döndürücü bir hızla değişti. 55 yılda yaygın protestolarla, iç savaşı andıran şiddet dönemleriyle, üç askeri darbe, internet, piyasa ekonomisi, faiz, uyuşturucu, bahis, cep telefonu, plazma ekranlarla, neoliberal politikalar, sefih ücretler, sendikasızlık, cezasızlık ve kadın cinayetleri duyguları da sınırları da, bireylerin güvenlik kaygılarını da alt üst etti.

Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu narsistik bir dünyanın yerini sınırların ortadan kalktığı borderline bir dünyaya bıraktığını söylüyor. “Her şeyin mümkün olduğu” dillendirilen bir dünyada insanın sınırlarının ve güvence alanının olmaması.

“Öyle bir çaresizlik bir korku dünyası ki, değerlerin yok olduğu bu dünyada durmaksızın şu anda ve gelecekte korktuğumuz, kendimize ötekilere ve dünyaya yabancılaştığımız benliklerimizi, vücutlarımızı hissedemediğimiz, anlam yokluğunun karanlık kuyusunda dehşetle kaygılandığımız, geleceğin nasıl olacağını bilmediğimiz gibi bir geleceğin olup olmadığından da pek emin olmadığımız borderline zamanlar” diyor.

Sadece bireylerin birbirleriyle ilişkilerinde değil, Anayasayla, yasalarla çizilen sınırlar artık kağıt üzerinde. En tepede, muktedirlerin yaşama hakkından başlayarak, ifade özgürlüğünü, eğitim hakkını, çalışma ve barınma haklarını ihlal ettiği, yok saydığı bir düzen. Yolsuzluğa, kokaine, kara paraya bulanmış gündem.

Bu dünyayı sosyal medyada belirip kaybolan, hızla tüketilen hızla unutulan fotoğraflar tamamlıyor. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk yüzlerce, binlerce insan. Tren kazası, otel, gecekulübü, imalathane yangınları, gar ve havalimanı katliamlarında, izbe sanayi sitelerinde, tedbirsiz inşaatlarda hayatını kaybeden binlerce insanın, duyguları yaratmayı ve temsil etmeyi asla bırakmayan “resimleri”.

11 yılda ölen 800’den fazla çocuk işçinin resmi mesela, iş kazalarında her yıl yitip giden iki bin kişi. Peki ya duygular? Toplumun duyguları?

Yedi yıl önce 8 Temmuz 2018 günü Çorlu’da yoldan çıkan trende bulunan 25 kişi ölmüş, 317 kişi yaralanmıştı. Denetimi yapılmayan bir menfezin kaymasıydı nedeni. Yıllar süren davalarda dört sanığa 8 ile 17 yıl arasında ceza verildi, fakat sorumlular yargılanmadı. Çorlu’daki olayı en fazla iki bin kişilik bir kalabalık protesto etmişti.

Cumhuriyet tarihinin en büyük saldırısı, 109 kişinin hayatını kaybettiği Ankara Gar Katliamı, mahkemeler, taranmış pdf dosyaları, hiçbir yere varmayan üst yazılar, sevk evrakları arasında öksüz kaldı.

Üç yıl önce Yunanistan’da Teselya’ya bağlı Tempi kasabasında iki trenin çarpışması sonucu 57 kişinin ölümünü Yunanlar hiç unutmadı, üzerinde iki yıl geçtikten sonra“sorumlular yargılansın” diyen 180 bin kişi Başkent Atina’daki Sintagma Meydanı’nda toplandı, bütün ülkede çalışanlar greve gitti, trenler, uçaklar, vapurlar çalışmadı. Sırbistan’da Novi Sad’da bir tren istasyonunun çatısının çökmesi sonucu 15 kişi öldüğünde protestolar bütün ülkeye yayıldı, sadece Belgrad’da 300 bin kişi toplandı ve bu şehrin gördüğü en büyük kitlesel protestoydu.

Yarın, 22 Aralık Pazartesi günü bu öksüz dosyalardan birinin Gayrettepe Yangını’nın duruşması Çağlayan Adliyesinde. Ekmek parası peşinde, kapılar kilitli olduğu için dumandan boğularak ölen 29 kişinin ölümünün sorumluları aranıyor. Kulübün organize suçla dirsek teması içindeki patronlarıyla, olmayacak ruhsatlara imza atan kamu görevlileri yargılanıyor. 1535 metrekarelik ruhsata mekanı görmeden imza atan bir belediye görevlisi kendisini “İmza attığım ruhsatla yangın arasında illiyet bağı kurulamaz, yangın faaliyet sırasında değil, tadilat sırasında çıktı” diye savunuyor. Polisin “bir giriş üç çıkış” tespit ettiği mekanda üst katta bir dükkana açılan gizli geçitten dışarı çıkmayı başaran üç kişinin neden bu çıkışı anında gelen itfaiyeye göstermediği de konuşulacak.

Böyle zamanlarda gazetecilik kaybedeceğinizi bilseniz de yüreğinizi çıkarıp masaya koyduğunuz bir kumara benziyor. Tehlikeli, çünkü acının hissedilmesi ve aktarılmasıyla, toplumun bu acıyla empati kuramamasını, geriye fotoğraflara bakmaktan başka bir çare kalmayacağını göstermek arasında ince bir çizgi var.

Yaşları 17 ile 64 arasında değişen, geriye yarım kalan öyküler, eşler, çocuklar, dostlar, ana babalar ve resimler bırakan 29 kişi; Adem Özçelik, Ahmed Medhuş, Ahmet Kartal, Ahmet Sever, Ahmet Uzun, Akın Kıhrı, Alparslan Salih Derelioğlu, Atanur Aladağ, Barış Güngör, Binali Çayır, Cengiz Aksoy, Efe Demir, Emrah Demiroğlu, Fahrettin Korkut, Gökay Tevlek, Gökhan Akbulut, Gökhan Yıldırım, Hüseyin Ak, Kadir Orhanoğlu, Mahmut Emin Kaya, Mehmet Okumuş, Muhammet Ali Yıldırım, Onur Aladağ, Özkan Baş, Ramazan Alpan, Shir Agha Bigzade, Sinan Yılmaz, Şıvan Dolu ve Yılmaz Kıhrı.

Kahvelerde, metrobüste yan yana oturduğunuz, belki aynı okula gittiğiniz, aynı takımı tuttuğunuz, aynı semtin havasını kokladığınız insanlar. Hiç bir şey yapamasanız da binlerce kayıp fotoğrafı üreten bu dünyada, tam da Çağlayan’daki duruşma sırasında, mesela saat 10.00’da bir dakika durun ve fotoğraflarına bakın, kulağınızda da Cem Karaca’nın eski sevgiliye yazılmış karşılıksız bir sitem gibi yükselen davudi sesi olsun; “Bak o zaman resmime...”

Köşe Yazıları Haberleri