Banu Alkan’ın bir şarkısının nakaratında, bir başka sanatçının sesini izinsiz kullandığı için, 5 yıla kadar hapis cezasıyla yargılandığı haberini okuyunca, doğrusu biraz ürktüm.
Sonra, geçen yılın verilerine göre Avrupa Konseyi ülkelere arasında en çok mahkumun olduğu ülkelere arasında, Türkiye’nin Rusya’dan sonra ikinci sırada yer almış olmasını düşündüm.
Sonucun böyle olmasının şüphesiz birden fazla nedeni var.
Sıralamada Rusya’yı birinci yapan etkenleri bilmiyorum ama, Banu Alkan haberini okuyunca, bizim insanlarımızı cezaevine tıkma konusunda özel bir çabamızın da olabileceğini düşündüm.
Gerçekten de öyle, toplum olarak cezaevleri ile kurduğumuz ilişkinin, neredeyse şizofrenik denilebilecek bazı özellikler taşıdığı görülür.
İnsanların önemli bir kısmında, kendisi ve yakınları dışında kalan herkesin hapishaneye düşmesinden özel haz duyan ciddi bir eğilimimiz var. Hapishaneye düşmek bir yana, tanımadığı kimse hakkında böyle bir ihtimal doğduğu zaman bile, birilerinin ellerini ovuşturduğunu görebiliyoruz.
Tam bu sırada, “ Yoksa biz sadist bir toplum muyuz?” diye kendimizi sorgulamayı gerektirmeyecek özelliklerimizin de olduğunu hatırlıyoruz.
Çünkü, hayatını dört duvar arasında geçiren mahpuslara karşı, oldum olası sempati beslemek gibi bir gerçeğimiz de var. Tel örgülerle çevrili abus binalarda cisimleşen hapishaneler, toplumsal hafıza içinde daha çok masum insanların çile çektiği mekanlar olarak yer tutar.
Müzik külliyatımız, bu ‘mapusane’ türkü ve şarkılarıyla doludur. Hapishanelere Güneş Doğmuyor, Mahpushane Çeşmesi, Dargın Mahkum türkülerinin çok sevilmesinin, bire bir hapishane yaşanmışlığının ötesinde, bir nedeni olmalı. Nezarethane bile nedir bilmeyen, hiçbir yakını hapishaneye düşmemiş insanların huşu içinde dinlediği Aldırma Gönül şarkısında, herkesin kendinden bir şeyler bulması anlamlıdır. Öyle türküler vardır ki, dinledikten sonra gidip, bir müddet mahpushanede yatasın gelir.
Bu çelişkinin oluşmasında medyanın da kurucu bir etkisini unutup, hakkını yememek lazım.
Bir yandan, tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinin insan haklarına aykırı koşullarından, başta sağlık olmak üzere, barınma, beslenme, eğitim ve iletişim gibi hak temelli sorunların varlığından, genel olarak medya üzerinden haberdar oluyoruz, amenna.
Ancak aynı medya, tahliye ile sonuçlanmış bir dava, yargılamanın tutuksuz sürmesi için yapılmış itiraz, kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin verilmiş kararlarla ilgili haberleri, genellikle şaibe vurgusu taşıyan başlıklarla kullanırlar.
Onlara göre, eğer bir kişi yargılanıyorsa, mutlaka tutuklanmalı… En ağır cezayı almalı, haksız tahrik, iyi hal gibi indirimler uygulanmamalı…
***
Onu diyordum, Banu Alkan 'Beyaz Orkide' adlı şarkısının nakaratında izinsiz olarak Nicole Peachey’in sesini kullandığı için hapis cezasıyla yargılanıyor, hem de 5 yıla kadar…
Bilirkişiden gelen raporda, şarkı içinde “Beyaz beyaz orkidem/Deli miyim sanki ben/Aşkından alev alev yanıyorum orkidem” sözlerinin geçtiği nakarat bölümündeki sesin Banu Alkan’a değil, Nicole Peachey’in olduğu tespit edilmiş.
Bu durumda, sesi kullanılan mağdur kişi, Alkan’dan maddi ve manevi tazminat isteme hakkı doğmuş olacağını az/çok herkes bilir.
Fakat meselenin bir başka boyutu da var:
Mesela normal şartlarda, kişiler arasında meydana gelen zarar ziyan işlerine devlet karışmaz, hakkınızı gidin hukuk mahkemelerinde arayın, der. Ancak, toplum olarak hukuk mahkemelerinin verdiği sulh kararlarını yeterli bulmama gibi bir eğilimimiz de var. Eğer bir mahkemeden karşı taraf için hapis cezası verilmemişse, yeteri kadar tatmin olmayız. Diyelim, bir alacak-verecek davasının sonunda, mahkemenin doğal olarak para ile ölçülebilen bir karar verdiğinde duyulan memnuniyet, genellikle biraz buruk kalır. Ruhun derinliklerinde “ Keşke hapse de girseydi” şeklinde yankılanan bir iç ses, kendimizi yiyip bitirmemiz için sürekli benliğimizi dürtükleyip durur.
***
Böyle olunca da, toplumsal hissiyata her zaman çok duyarlı (!) olan devlet, mümkün olduğu kadar kanunların kıyısına-köşesine, insanları hapse girmesinin önünü açacak küçük dokunuşlarda bulunmayı, kendisinde ödev olarak görmeye başlıyor.
Aslında, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu fazlalıkları olmasa, eksiksiz olduğu söylenebilir.
İçerik olarak müzik, sinema, radyo ve TV dünyası içinde yer alan sanatçıların, yapımcıların ve stüdyoların her türlü haklarını korumayı hedefliyor. Bu kanun sayesinde, eseri izinsiz şekilde kullanılan insanların hakkı havada kalmıyor.
Ama hakları korumakla kalmıyor, haksız olan tarafın yaptığı eylemin suça dönüştüğü hallerde bazen toptancı bir yaklaşım içinde oluyor.
Gerçi, özellikle korsan yayıncılık yaparak kazanç sağlamak uğruna toplumsal düzeni bozan kişilerin faaliyetlerini ceza yaptırımı altına alınması anlaşılır bir müdahaledir ama, Banu Alkan olayında olduğu gibi , 5 yıllık bir hapis cezasına varabilecek kadar ifrata kaçma hakkını da kendinde görebilir. Toplumda zaten var olan cezaevi seviciliğini, sık sık tetiklemekten hiç geri kalmaz..
Çünkü, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu öyle bir düzenleme ki, Nicole Peachey’e maddi ve manevi tazminat isteme hakkı sağlamakla kalmıyor, ayrıca kulağına eğilip “ Eğer şikayette bulunursan, ben onu hapse de atarım” diyor.
Bir başka deyişle, yukarıda sözünü ettiğim, hukuk mahkemelerinin verdiği kararla tatmin olmayan yaralı ruhlara merhem olmaya çalışıyor.
***
Kanunun iyi tarafı ise, eseri izinsiz olarak kullanan kişiler hakkında ceza davası açılabilmesini, mağdurun şikayetine bağlamış olması.
Örneğin yıllar evvel Bambi Cafe, oyuncu Selçuk Yöntem’in mekanında tost yerken çektiği bir fotoğrafını kendinden izinsiz olarak kullandığı için, yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalmıştı.
Yöntem’in Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi açtığı davada, cafe hakkında 100 bin lira maddi ve 50 bin lira manevi tazminata hükmedildi.
Öte yandan, kişilerin fotoğraflarının izinsiz olarak kullanılması, ayrıca ceza hukuku alanına giriyor. Türk Ceza Kanunu'nda, kişisel verileri hukuka aykırı olarak yayma suçunun cezası için 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.
Ancak Selçuk Yöntem ceza davası açılması için ayrıca şikayette bulunmadı, sadece tazminat davası açmakla yetinmişti.
***
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun bazı maddelerinin suç kapsamına alınması ve hapis cezasıyla yaptırım altına alınması, belki de kanun yapma tekniğinin zorunlu bir sonucudur.
Öyle de olsa, kanunları yapanların suç konusundaki zihniyeti, önemli bir etken oluyor.
Sonuç olarak, amacım bir kanun analizi yapmak değil. Kanun yapmak, başlı başına bir uzmanlık alanı.
Ben sadece, bir suçun tanımlanmasında veya onu bir şikayet konusu yapılmasının altında, toplumsal düzeyde var olan psişik, sosyal ve kültürel nedenleri ve sonuçlarını biraz irdelemeye çalıştım.