Bekleyiş de artık bir üretim biçimi

Zamanımızın bir kısmını bile olsa kendi deneyimimizle doldurmak, sessizliğimizi değerli kılmak, dijital üretim çarklarının dönüşünü yavaşlatmanın ilk adımı olabilir.

Sosyal medyada hiçbir şey yapmadan gezindiğimiz, yani aslında beklediğimiz anlar, bu platformlarda yaptığımız en yoğun üretim süreçlerinden biri. Bir paylaşımın altına gelecek yorumları, bir hikayenin kimler tarafından izlendiğini ya da bir mesajın görülüp görülmediğini beklerken, farkında olmadan bir veri ağının üretim kısmında yer alıyoruz.

Bu görünmez üretim, yalnızca platformların algoritmalarına hizmet etmekle kalmıyor; aynı zamanda kendi zihinsel ve duygusal kaynaklarımızı da sürekli bir gözlem ve değerlendirme modunda tutuyor. Merak ve beklenti, pasif gibi görünen anları bile görünmez bir işlevle dolduruyor.

Dikkatlerimiz sürekli platformlarda!

Bir bildirim sesi, bir hikayede görünen göz, bir beğeni artışı…Bu küçük sinyaller beynimizin ödül merkezini harekete geçiriyor ve dikkatimizi sürekli platformda tutuyor. Zihnimiz, hiçbir şey olmadan bile dopamin döngüsüne dahil ediliyor. Her an bir gelişme olabileceği varsayımıyla tetikte kalıyoruz. Bu durum, farkında olmadan sürekli bir beklenti ve uyarılma hali yaratıyor; boş zaman diye bir kavram neredeyse ortadan kalkıyor. Ekranların başında geçirdiğimiz her dakika, bir üretim alanına dahil oluyoruz; hiçbir eylem yapmasak bile bekleyişimizin kendisi üretim haline geliyor.

Pasif davranışlarımızın ölçümü, yalnızca bireysel alışkanlıklarımızı değil, toplumsal eğilimleri de görünür hale getiriyor. Hangi içeriklerin yaygın ilgi gördüğü, hangi tür paylaşımların daha fazla dikkat çektiği, kullanıcıların duygusal ve bilişsel tepkileri üzerinden modelleniyor. Bu sayede her birimiz, kendi davranışımızla hem kendi deneyimimizi şekillendiriyoruz hem de platformun veri tabanında birer parametreye dönüşüyoruz.

Neyi bekliyoruz ekranların başında?

Birinin çevrim içi olup olmadığını görmek, paylaşım yapıp yapmayacağını merak etmek, hikayede görünmek… Bize masum gelen bu bekleyişler aslında tam da platformların şekillendirdiği bir zihin yapısı. Başkalarının hareketlerini, varlıklarını ve görünürlüklerini gözlemlerken, sürekli gönderilen küçük sinyaller, zihnimizde olası olaylarla büyüyor, sanki her an bir şey olacakmış gibi bir tetikte olma hali yaratıyor.

Hiçbir bildirim gelmese bile zihnimiz, olasılıklarla meşgul; bir paylaşım gelir mi, kim görür, kim tepki verir soruları ile arka planda bekleme modunda çalışıyor. Bu bekleyişin altında umut değil; kaçırma korkusu (FOMO) yatıyor. Sessizlik artık huzur değil, beklenti halinde olmanın ve potansiyel kaybı hesaplamanın bir biçimi. Ekran başında geçirdiğimiz zaman, görünmeyen bir gerilim yaratıyor ruhumuzda.

Zihnimizin boş zamana da ihtiyacı var

Oysaki zihnimizin kendi başına kaldığı ve hiçbir şeye odaklanmadığı anlara ihtiyacı var. Boş vakit yalnızca dinlenme fırsatı değil bizim için; düşünmenin, gözlemlemenin ve farkındalık yaratmanın da temel kaynağı. Ekranları kapatıp yürüyüş yapmak, sessizce bir kahve içmek veya okumak, yazmak, çizim yapmak gibi aktiviteler ile bu hiç durmayan üretim ve görünürlük baskısından küçük kaçışlar yaratabiliriz kendimize. Sürekli değer yaratmak yerine, kendi sessizliğimizi ve dikkatimizi geri almayı seçebiliriz.

Zamanımızın bir kısmını bile olsa kendi deneyimimizle doldurmak, ritmimizi yeniden kurmak ve sessizliğimizi değerli kılmak, dijital üretim çarklarının dönüşünü yavaşlatmanın ilk adımı olabilir.

Üstelik küçük bir dijital mola vermek bize iyi gelirken, bazı sistemlerin işleyişini temelden sarsabilir.

Köşe Yazıları Haberleri