1990’ların sonuydu. El yordamıyla İstanbul’u öğreniyor, üniversite hayatına alışmaya
çalışıyor, bolca deneyip çokça yanılarak hayat denilen kavganın ucunu aralıyorduk.
Fakültelerimiz Beyazıt’taydı. Biz üç arkadaş ise devlet yurdu sıramız gelmediği için Kredi
Yurtlar Kurumu tarafından Avcılar’daki kurumun yarı özel yurduna yerleştirilmiştik. Her gün
gidiş dönüş toplam 48 km yol yapıyorduk ki bu, bizim gibi küçük şehirlerden gelenler için
düpedüz karabasandı.
İki ay göz açıp kapayana kadar olmasa da bir biçimde geçti ve yurt sırası bize de geldi.
Avcılar’daki yurtta kalabilir ya da hem fakültelerimize yakın hem daha ucuz Vezneciler
Yurdu’na geçebilirdik. Elbette Vezneciler’i seçtik. Lakin bizi yurttaki yangında zarar gören
odalara yerleştirip, “Biraz arkadaşlarınızda kalıverin de odalar yapılsın oldu mu ablacım?”
diye kapı dışarı ettiklerinden ve henüz evinde kalabilecek arkadaşlarımız olmadığından
Avcılar’daki yurda dönmek zorunda kalınca, eve çıkmaya karar verdik.
Samatya, Cerrahpaşa, Kocamustafapaşa, Çapa, Şehremini... Ev bulabilmek umuduyla
haftalarca bu semtlerde dolaştık durduk. Depozito kira olasılıklarını hesaplayarak ev aramak
için gir(e)mediğimiz derslerin telafisini yaptık. Sokaklardan başka dersler çıkardık: Karton
ilanlara üç öğrenci birleşsek de paramızın yetmediğini öğrendik mesela. Pencerelerinde yırtık
bir harita metot sayfasında kargacık burgacık “sahibinden kiralık” yazılı daireler bizim
harcımızdı, lakin bu evler o kadar kötüydü ki sadece erkek öğrencilere reva görülüyordu,
bunu öğrendik. Ve bir ayın sonunda sahibinden ev bulamayınca gidilecek tek adresin emlakçı
olduğunu öğrendik sonra.
TEK KISTASIMIZ EVİN UCUZ OLMASIYDI
Karşımıza ilk çıkan emlak -ofisi demeye dilim varmıyor- dükkanından içeri girdik. Ne kadar
şanslıydık! “2 artı 1 şirin bir daire” vardı emlakçının elinde, üstelik depozito istenmiyordu. Kira
ve komisyon ücreti gerçekten üç kişinin devlet yurduna ödeyeceği tutara eş olduğundan evi
görmek üzere heyecanla emlakçının peşine takıldık. “Zam değil, fiyat ayarlaması” tanımının
önünü açtığına yürekten inandığım emlakçımız “Bodrum katı değildir, bahçe katıdır. En fazla
yarı bahçedir” diye yemin üstüne yemin diziyordu apartmanın merdivenlerinden inerken.
Ama bunun kendine sadece çatı arayan biz faniler için önemi yoktu. O zamanlar ne barınma
hakkından ne de bu hakkın insani koşullardaki barınmayı içerdiğinden haberdardık. İlk
evimizdi ve tabi ki bodrum katında olacaktı. Öylesi bir kabullenme hali! Duvardaki çatlaklara,
tek kişilik mutfağa, kırık dökük tahta zemine, rutubet kokusuna aldırmadık hiç.
SOBA VAR MI SİZDE?
Kontratı imzalamanın arifesinde, sigara dumanı altındaki sol kantine oturup hesap yapmaya
koyulmuşken masamıza oturan kıdemli arkadaş sordu: “Kira ne kadar?” “75 milyon” dedik.
“Kişi başı 25, iyiymiş” dedi ve sevinmemize izin vermeden ekledi: “Soba var mı sizde?” Soba
derken? Umursamaz bir sese tonuyla geveledi: Elektrikli soba işte…
O kadar ucuz bir evde kalorifer bulunmasının imkansızlığını o an idrak ettik. Yok artık,
şeh’rin göbeğinde kalorifersiz ev mi olur! Emlakçı kuvvetle muhtemel tecrübesizliğimizi daha
kapıdan girer girmez anladığından ısınma konusuna girmemiş, bizim ise kafalarımızdaki ev tanımında kalorifer temel unsur olduğundan peteklerin yokluğunu fark etmemiştik. Meğer
evin şirinliği vurgusu, olmayan kaloriferi (yerleştikten sonra tanışacağımız lağım farelerini ve
sürekli atan sigortayı) gizliyordu! Resmen kandırılmıştık. Demek o karton ilanlı evler
kaloriferliydi ve bizim asıl kaloriferli evlere paramız yetmiyordu! Hayat okulunun dersleri
ağırdı, kafamız basmıyordu.
KONUT SORUNU POLİTİKTİR
Tek benim değil, herkesin vardır illa buna benzer bir anısı. Demem o ki öğrencilerin barınma
hakkını hiçe saymak yeni bir yaklaşım değil. Zira David Madden ve Peter Marcuse’nin “Barınma Hakkını Savunmak” kitabında “Konut sorunu ‘teknik’ değil ‘politik’ bir sorundur” dediğini aktarıyor Şerife Geniş.
Türkiye’deki barınma sorununa, sırf bazı cemaatlerin yurt
üzerinden örgütlenebilmesine zemin hazırladığı için bile göz yumulmuş olma ihtimali politik
değil de nedir zaten? Ama mesele bunun da ötesinde. Yine Geniş’ten dinleyelim: “Konut
sorunu günümüz kapitalist toplumlarında iktidar, eşitsizlik ve adalet sorunlarından bağımsız
düşünülemez...
İşte tam bu çerçevede son 20 yılda toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliğin büyümesi,
pandemiyle ise politik ve ekonomik krizin derinleşmesi nedeniyle barınma hakkı ihlallerinin
daha da arttığını söylemek mümkün.
İşin kötüsü iktidar böylesi bir sorunun olmadığını
savunurken çözüm adına (!) tek cümleyi, üç öğrencinin birleşip faturalarla kişi başına 2 bin
liraya 5 bin liralık bir ev kiralayabileceğini savunan İstanbul Emlakçılar Odası Başkanı
Nizamettin Aşa kurdu: “Bu böyle gitmeyecek, benim iddiam 2 yıl içinde bu kiralar düşecek.”
Düşer mi bilinmez ama böyle gitmeyeceği aşikar.
Hadi gülümse.
BİR EVİM BİLE YOK! ANLIYOR MUSUN?
Öğrencilerin barınma hakkını hiçe saymak yeni bir yaklaşım değil. David Madden ve Peter Marcuse’nin “Barınma Hakkını Savunmak” kitabında “Konut sorunu ‘teknik’ değil ‘politik’ bir sorundur” dediğini aktarıyor Şerife Geniş.