Turgut Özal’ın Cross kalemini izleyicilerin gözüne sokarak konuştuğu “ulusa sesleniş” yayınlarını siyasette yeni bir dönemin işareti olarak gören çoktu. Medyayla güçlendirilmiş siyasetin bir figürü Bülent Ecevit’ti. Ulus gazetesinin başyazarı, gazetecilerin sonsuz kredisiyle önce İsmet İnönü’yü devirdi, ardından “Karaoğlan” şiarıyla başbakanlığa yürüdü. Gazete patronlarının tam da sermayedar olmadığı zamanlardı, ve daha çok meslek dayanışmasıydı. CHP’nin oy oranlarında tarihi bir zirve yakalamasını sağlayan “Karaoğlan” imajı, Güneş Motel’de bakanlık karşılığı ayartılan 11 milletvekiliyle kurulan hükümetten sonra yerle bir oldu.
Turgut Özal’dan önce Adalet Partisi medyayı fark etmiş, 1977 seçimlerine Cenajans’ın hazırladığı seçim kampanyasıyla girmişti. “Muhteşem Süleyman” imajı seçimleri etkilemedi ama o günden sonra siyasi reklam politikanın bir parçası oldu.
Medya her zaman tuttuğunu koparamadı, Günaydın’ın patronu Haldun Simavi ile Başbakan Süleyman Demirel arasında “bir yat klozeti ithalatı” nedeniyle çıktığı söylenen kavga, Günaydın gazetesi Demirel ailesinin kredilerini ve mal varlığını ortaya döküp yıpratsa da Süleyman Demirel’i koltuğundan edemedi.
Büyük sermaye medyaya Asil Nadir’le girmişti. Nadir’in İngiltere’deki soruşturmalar yüzünden batması, imparatorluğunu önce ortada kalmasına sonra yağmalanmasına yol açtı. Ansiklopedi ve onu izleyen promosyon savaşlarıyla oluşan medya, yeni makinelerini, devasa plazalarını ve kaçak televizyon kanallarını inşa ederken politik destek karşılığı kamu bankalarından yağmalanan kredilerle semirdi. Yetmedi, her biri kendi bankalarını satın aldı, devlet ihalelerine göz dikti. Yağmanın büyüklüğü 2001 yılında kamunun sırtına yıkılan milyarlarca dolarla anlaşıldı ve patronları yönetim kurullarına aldığı paşalar bile kurtaramadı.
Bu milyar dolarlık iflasın topluma maliyeti Sabah Gazetesi ile Mesut Yılmaz’ın flörtü, Hürriyet’in “Leydinin Topuk Sesleri” başlığıyla müjdelediği Çiller felaketi oldu. Mesut Yılmaz enerji ihaleleri yüzünden Anayasa Mahkemesi’nde görevi kötüye kullanmaktan mahkûm oldu ama Rahşan Affı nedeniyle hükmün açıklanması geri bırakıldı. Tansu Çiller’i yolsuzluk soruşturmalarından kurtaran Refah Partisinin “Bosna yardımı” karşılığında uzattığı can simidiydi.
Medyatik siyaseti mafya da keşfetti, Çakıcı’nın seri halde sızdırdığı ve Türkban ihalesi için politikacılarla konuşmalarını, pazarlıklarını içeren bant kayıtları Mesut Yılmaz hükümetinin sonunu getirmişti.
Yine de CHP’nin 1998 kurultayını ayrı bir yere koymak gerekir. Genel Başkan Deniz Baykal yüksek bir merdivenden dönemin hit şarkıcısı Ricky Martin’in “Go Go Go Ale Ale Ale”si eşliğinde sahneye inip buram buram gençlik ve dinamizm kokan mesaj vermişti.
Fakat Türkiye bu kadarına hazır değildi, ya da seçmen mesajı alamadı. Bir yıl sonra yapılan seçimlerde CHP seçim barajının altında, parlamentonun dışında kaldı.
Kartel medyasının güzel günlerinde genel yayın yönetmenleri sadece karton fabrikası için teşvik pazarlığı yapmaz, hem Bilgin hem Doğan grubundan birer-ikişer isim “temsilen” milletvekili seçilirdi. Fakat ne ihaleye ne de güce doymadıkları için iktidarı istiyor, hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı.
Hava bulandığında farklı kurtarıcıları sahaya sürdüler. Medyaya, köşe yazarlarına bakılırsa Yeni Demokrasi Hareketi ve Cem Boyner gümbür gümbür geliyordu, tek başına iktidar olması an meselesiydi. Sandıklar açıldığında oyu binde 48’de kaldı.
Başka formüller de denendi. Patronların tenis arkadaşı, 28 Şubat’ın kudretli generali Çevik Bir sivil elbisesiyle Cumhurbaşkanlığı’na soyundu. Adaylığını açıkladığı canlı yayında, bir gazetecinin gollük pas niyetine sorduğu “İlk 100 günde üç önemli projeniz nedir?” sorusunu yanlış anladı, “bana dirsek atma” diye celallendi.
Siyasi hayatı o anda bitti.
Darbe fırsatı kollayan generallerle “kim kor, kim or olacak” pazarlığı yapan, aynı generallerin “Ecevit hastalık nedeniyle çekilsin” önerisine arabuluculuk yapan gazeteciler olacaktı.
Bir başka kurtarıcı, ABD’den gönderilen “Dervişti”. Kemal Derviş, Türk politikasında deneyimli olmasa da medyanın gazına ihtiyaç duymayacak kadar güç sahibiydi. Ecevit hükümetinde bakanlık koltuğuna oturdu, Bahçeliyle ters düşünce istifa etti. Medya rüzgarını arkasına alan Hüsamettin Özkan’lı, İsmail Cem’li Yeni Türkiye Partisi’nden son anda CHP’ye dümen kırdı. Yeni Türkiye Partisi sandığa gömülürken Derviş üç yıl milletvekilliğinden sonra Birleşmiş Milletler’deki görevine geri döndü.
Derviş’ten sonra Washington’daki müsteşarlık görevini bırakıp Türkiye’ye gelen Mehmet Ali Bayar da medyanın “kurtarıcılığa” atadığı isimlerden biriydi. Daha havalimanında bir gazeteci ordusu tarafından karşılanmıştı, öksürse haber oluyordu. DYP’den kopanların kurduğu ve 1999 seçimlerinde yüzde 1,5 civarı oy alan Demokrat Türkiye Partisi’nin başına geçti. Parti 2002 seçimlerinde ittifak yaptığı DYP ile birlikte barajın altında kalınca istifa etti.
Medyanın bisiklet pompasıyla şişirdiği bütün lastikler, yola bile çıkamadan patladı.
Patronlar itibarsızlığı hiç umursamıyordu. Bu yüzden “El Tayyip” ve “Muhtar bile olmaz” gibi başlıklara rağmen Tayyip Erdoğan seçimleri kazandı.
“Medyaya rağmen” iktidara gelen AKP ve Erdoğan, köprüyü geçene kadar liberallerle ve patronlarla iş birliğini sürdürdü, zenginleşmelerine destek oldu. Ama ilk fırsatta elindeki kamu imkanlarını devasa bir medya imparatorluğu inşa etmeye seferber etti. Sermayenin önemli isimleri, medya patronları önlerine konan kredi yolsuzlukları, sahte imzalar, vergi ve benzeri tehditlerle birer ikişer gazete, televizyon ve dergilerinden vaz geçmeye ikna edildi. Yerlerini alan nöbetleşe patronlu yandaş medya düzeni, kamu kaynaklarıyla beslendi, usulsüzlüğü bir yana hiç geri ödenmeyen kredilerle büyütüldü.
Siyaset medya desteğiyle saf bir gösteriye dönüşüyordu. Bu gösteri giderek yoğunlaşan bir baskılama mekanizmasını da besledi ve gizledi. Siyasetçiler, “meşru şiddet tekelini” denetimlerinde tuttukları bu ölümcül gösteride bir gün gelip kendilerinin de buharlaşabileceğini kabullendiler. Üretimin gözden düştüğü, sanallaştırıldığı, tüketim temeline dayanan “pazarlama” ideolojisinin üniversiteleri bile piyasaya göre ticarileştirdiği bu süreci popüler politika ve kamu kaynaklarının yağmalanması izledi.
Kamu yayıncılığının yerini özgür özel kanallar almış, politikacıların imajı bir mesele haline gelmişti. Politikacılar gösterinin son kullanma tarihinden sonra da “tüketilebilir” bir ürününe dönüştürürken, siyasi lider denilen şey “dizayn edilebilir” bir aktör oldu.
Şimdilerde, siyaset aşırılığın yerini “doğruluk-gerçek ötesi” söylem, gerçekler karşısında duyguları allak bullak olan kamuoyu ve eninde sonunda gerçekliğin kendisini de boğan o duygu şelalesi aldı.
Buhran, şiddet, çılgınlık ve devrim getiren gerçek siyaset yerine, politikacıların yerini “danışmanların” aldığı umutsuz bir devinim, acıklı bir gösteri.
Politikacılar danışmanlar eliyle yaratılan bu hayal dünyasının şehvetine çabuk kapılıyor.
Taşlarında “medya sevdası yüzünden” yazan politikacılar mezarlığının üzerinden geçip gideceklerini, ikbal günlerini arayan ama oy oranları ancak bindelik rakamlarla seçilebilen zombi politikacıların arasından sıyrılıp zirveye çıkacaklarını zannediyorlar.
Bir yerlerden devşirilen sermaye, o sermaye ile biçimlendirilen medya, medya sayesinde otobüs üzerinde kalabalığı duygulara boğacak bir nutuk yeter diye düşünüyorlar.
Üye, delege, parti meclisi, milletvekili, genel başkan silsilesi yerine medyayla bir kısa devre yeterli gözüküyor.
Ne kadar çok haber, röportaj, gazeteci o kadar oy formülüne güveniyorlar.
Hem beşli çeteyi, hem de bütün atlara oynamayı bilen, medyayı biçimlendirmiş, biçimlendiren ve biçimlendirecek olan o beşli çeteden fazlasını umursamıyorlar.
Oysa artık yoksulluk da, adaletsizlik de duygu yüklü söylemlerle, bu gösteri sahnesinin aktörleriyle, o aktörlere güç veren medyayla örtülemeyecek, boğulamayacak, geçiştirilemeyecek kadar gerçek.
Meraklısına not: Bu yazıda Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinden Ali Ergür’ün 2002 yılında Toplum ve Bilim Dergisi’nin 93. Sayısında yer alan “Gerçeklik tamamlayıcısı olarak görsellik ve Türkiye’de siyasetin gösterileşmesi” başlıklı makalesinden yararlandım. Şiddetle tavsiye ederim.