Bana ayrılmış bu sayfada bazen güncel meselelere, bazen de tarihsel konulara değinmeye çalışıyorum. Bu hafta spor tarihine ilişkin sımsıcak, umutlu, aydınlık bir hikâyeden bahsedeceğim.
Böyle zamanlarda daha da iyi geliyor. Eğer siz de izlemek istiyorsanız bir önerim var. Sevgili arkadaşım Ethem Akdoğan’ın yapımcılığını, Erhun Altun’un senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği “Bir Tutkunun Hikâyesi” adlı belgeseli izlemenizi öneririm.
Uzun zaman bu belgeselin hayalini kuruyordu. Hayallerinin peşinden gitmeyi de, umutlu olmayı da becerebilen insanlardandır Ethem. 2000’lerde Hacettepe Spor Bilimlerinde eğitim gördükten sonra spor alanında profesyonel olarak çalışmadı. Uzun yıllar Ankara’nın İstanbul’un yoksul mahallelerinde, sendikal alanda mücadele etti. Yine çok sevdiği futboldan hiç kopmadı. Yoksul mahallerden futbolcu çıkarmayı, mahalle takımları kurmayı hayal ederdi. Çünkü futbol onun hayatının akışını değiştirmişti.
1990 yılında henüz orta ikideyken okulu bırakmıştır. Manavda çalışır, aynı zamanda DSİ’nin futbol takımında oynamaktadır. Okulun Beden Eğitimi öğretmeni yanına gelir, “Okula dön, okul takımında oyna” der. “Futbol sadece futbol değildir” sözünün sağlamasıdır olan.
Bu yüzden mezun olduğu, takımında oynadığı lisenin efsane hikâyesini insanların bilmesini istedi. Hayaline Erhun Altun ortak oldu.
Aynı liseden mezun olmuş ve okul takımın 11 numarasını giymiş Melih Gümüşbıçak gibi birçok insan hiçbir desteği esirgemedi.
Üç yıllık bir emeğin sonucu nihayet beyaz perdede.
Bir futbol hikâyesi
1980’lerin Ankara'sına, Seyran’a gidiyoruz. Gülten Akın’ın ne güzel anlatır Seyran’ı…
“…Kurtuluştan önce sardırın yokuşa
Bir yanınız Bülbülderesi
Altınız Bağlar Caddesi Sürün, dizleriniz iyice kesilsin
Aman dediğiniz yerde düze vardınız
Sağda sıra sıra apartımanlar
Solda, İncesu’yla Esat arası
Derede tepede kondularımız
Çorum’dan, Sivas’tan, Kastamonu’dan
Yozgat’tan, Ankara dolaylarından
Öteki kentlerden köylerden
Bir bir, sonraları onar on beşer
Geldik
Geldik Seyranı kurduk…”
50. Yıl Lisesi Seyran’dadır. 1973’te kurulmuştur. Mezun olanların gururla bahsettiği, aydınlık, ilerici öğretmenleriyle anılan bir eğitim kurumudur.
12 Eylül karanlığı başkentin üzerine kalmamacasına çökmüştür. Caddelerde, sokaklarda, insan avı vardır. İçerde olanlar işkencehanelerdedir. Dışarda olanların birbirine selam vermeye korktuğu zamanlar…
Böyle bir zamanda 50. Yıl Lisesi’nin Beden Eğitimi öğretmeni Sabahattin Gürhan, onlarca gencin hayatına ışık olacak bir hayal kurar. Uzun uzun düşünür. Hayal bir süre sonra somut plana dönüşür. Gürhan, Ankara’da başka bir okulda Beden Eğitimi öğretmenliği yapan Okay Çelik’i arar, kafasındakini anlatır. “Tamam” der Okay Hoca. Çalışmaya başlarlar.
Okul takımı kurulur. Sabahattin Hoca, “Hamur hazır ama yoğrulmamıştı. Yetenekleri vardı ama üstü örtüktü” diyor. Hamur yoğruldukça yetenekler açığa çıkmaya başlar. Ekip ruhu oluşur, okul yönetimini ve diğer öğretmenleri de ekipten saymamak haksızlık olur
Böylelikle 1997 yılına kadar sürecek muazzam bir hikâye başlar.
Bir örnek vereyim, takım 1981’de İsveç’te yapılan Liselerarası Dünya Futbol Şampiyonası’na katılır. Şampiyonanın ilk gününde Ağca Papayı vurur. “Konuyla ne alakası var?” diyeceksiniz. İzleyin, belgeselde cevabını bulacaksınız.
Başardıklarını, başaramadıklarını ama ne olursa olsun hedeften dönmeyenlerin öyküsüdür 50. Yıl Lisesi Futbol takımı.
Bu arada, tıpkı Ethem’in hikâyesinde olduğu gibi, öğretmenler pek çok öğrenciyi futbol aracılığıyla okula döndürürler.
Dünya şampiyonluğu
50. Yıl 1997’de Dünya Şampiyonası için Peru’ya gider. Zorlu maçları geçerek finale yükselir. Finalde rakip Peru’dur. 3-0’lık bir skorla kupayı alırlar. Ülkemizin ilk Dünya şampiyonluğudur.
Ama öyle güzel centilmenlik, tevazu örneği ki bu maç, "Futbol böyle de oynanabilir" diyorsunuz.
Sabahattin ve Okan Hocalar anlatırken yüzlerindeki tatlı tebessümün size geçtiğini hissediyorsunuz.
Hem Sabahattin, hem de Okay Hoca en baştan beri, insan olmanın erdemlerini anlatmışlardır öğrencilerine. Bıkmadan, usanmadan.
50. Yıl ülkemizin Dünya Şampiyonu olmuş ilk lise takımıdır. Ama başarı bunlardan da ötesidir. “İyi insan olmalarını, insanlarla iyi ilişkiler kurmalarını istedim çocukların” diyor Sabahattin Hoca. Talebelerinin çoğu hocalarının yüzünü ağartmış bu hususta.
Sadece yaşayanların ve yakınlarının anılarında olan bu güzel hikâyeyi belgeselleştirmek de bir başarı öyküsü. İnsanları bulmak, röportaj yapmak, maddi olanaksızları aşmak hiç kolay olmamış. Belgeselin galası geçtiğimiz günlerde yapıldı. Şimdi festivalleri dolaşıyor. Umarım yakın zamanda çok daha fazla insanın izleme olanağı olur.
Güzel hikâyeler izlemeye, okumaya, yazmaya ve yaşamaya ihtiyacımız var.