İstos Sahne’nin ilk oyunu olan, yönetmenliğini İlyas Özçakır, yapımcılığını Anna Maria Aslanoğlu’nun yaptığı Büyük Zarifi Apartmanı’nı sezonun son ve 101.oyununda izleyebildim. Sezon biterken kaçırmadığıma çok memnunum.
Oyun üç ayrı hikâyeden oluşuyor. Büyük Zarifi Apartmanı’ını farklı üç dairesinde geçen hikâyeler için biz de apartmanın üç bölüme ayrılmış bir dairesindeyiz.
Bir ev ortamında bir köşeye yerleştirilmiş izleyiciler olarak, her bir odasında kapanmayan yaraların, dinmeyen acıların ince ince işlenmiş hikâyeler aracılığı ile aktarılışını izliyoruz.
İnsan hiç tanımadığı birini özlemez mi?
İlk hikâye olan “Bir Ev Hatırlıyorum”u H.Can Utku yazmış, Pınar Fidan ve Rasmi Tsopela oynuyorlar. Serap isimli genç kadın yüksek müzik eşliğinde evini temizlerken beklenmeyen bir misafir gelir. Dilini anlamadığı, daha sonra çat pat İngilizcesi ile iletişim kurmaya çalıştığı Elefteria’nın Yunanistan’dan geldiğini ve eski komşusu Tasula’yı sorduğunu anlar. Daha sonra teknolojinin yardımı ile telefonla yapılan sesli çeviri ile iletişim ilerler. Kadın rüyalarında pek çok kez bu evi gördüğünü söyler. Öyle ki daha önceki haline ilişkin birçok ayrıntı da bilmektedir. İki kadın arasında kısacık zaman içerisinde geçmişten de gelen duygusal bir bağ oluşur.
Serap onu doğururken ölen annesi için “İnsan hiç tanımadığı birini özleyemiyor” dese de, aslında bu çok da doğru değil. Tanımadığımız ama bir zamanlar bu topraklarda birlikte, karşılıklı evlerde yaşadığımız komşularımızı özlediğimizin kanıtı birbirini hiç tanımayan bu iki kadının kısacık zaman diliminde kurduğu duygusal bağ değilse nedir? İki kadının “İndim havuz başına” şarkısını karşılıklı Rumca ve Türkçe söylerken kültürlerin nasıl iç içe geçtiğini, bunu bir denizin bile ayıramayacağını hissediyoruz.
Rasmi Tsopela’nın tüm bölüm boyunca hızlı ve yüksek sesle konuştuğu Yunanca’nın tek kelimesini anlamasanız bile içinize bir sıcaklık yayıyor. Ege’nin iki yakasından iki kadının, kişisel geçmişlerinden gelen ama daha da çok toplumsal hafızanın aktarılmasıyla birbirlerine, hayatlarına, evlerine ne kadar aşina olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz.
“Bir Ev Hatırlıyorum”; mübadele, 6-7 Eylül olayları, zorunlu sınır dışı edilmelerle birbirinden zorla kopartılan halkaların yaşadığı acıları daha çok tebessüm ettiren bir hikâye ile aktarıyor.
Geçmiş ve günümüz; özlem ve pişmanlık
İkinci hikâye olan “Mavi Çiçekler”i Fulya Özlem, H.Can Utku, Sandra Penso, İlyas Özçakır ve Çağdaş Ekin Şişman yazmış. Çağdaş Ekin Şişman’ın tek başında sahnede yer aldığı bu bölümde Tasula’nın ahretliği Hrisula’nın hikâyesini izliyoruz.
1964 yılında Türk vatandaşı olmayan Rumların ülkeden kovulması nedeniyle kardeşini, sevdiğini, şarkı söylediği müzik grubundan arkadaşlarını kaybeden Hrisula’nın anılarına, sahnenin hemen önüne açılan perdedeki yansıtma sayesinde bizler de onun belleğinde yer alan misafir olarak şahit oluyoruz. Hrisula bölüm boyunca kâh anılarındaki, kâh günümüzdeki haliyle Rumca bazen de Türkçe şarkılar söylemektedir. Tasula’yı, anne ve babasının mezarını zorla bırakıp gitmek istemeyen Hrisula’nın “seçimi” tüm hayatını belirlemiş gözükmektedir.
Bölümün neredeyse tamamında önünde ince bir perde olmasına karşın sesinin tınısı, şarkılara kattığı hüznü, perdedeki anılarda 20'lerinde, perde arkasında 80'lerinde Hrisula’yı kalbimizi dağlarcasına canlandıran Çağdaş Ekin Şişman tüm oyunun en etkileyici performansını sergiliyor. Oyuncunun aksanını, Hrisula’nın perdedeki çekimlerde 20’lerinde, perde arkasındaki sahnede 80’lerindeki halini canlandırmasındaki gerçekçiliği, söylediği Rumca şarkılardaki hüznü ve yer yer öfkeyi aktarmadaki başarısını bir kez daha alkışlamak isterim.
İtiraf etmeliyim ki tiyatroda dijital kullanımından pek hoşlanmam. Bu kullanımların büyük çoğunluğunun anlattığı hikâyeye, anlatım diline bir katkısı olmadığını düşünürüm. Ancak bu bölümde perdeye yansıtılan anılarla, sahnede olan Hrisula’nun birbirine geçen, ahenk içindeki varlığı ve geçişleri oyunun seyirciyle kurduğu bağı güçlendiriyordu.
Gıcırdıyan parkeler; geçmişin tatlı anıları
Üçüncü hikâye “Çatlakların Arasında, Orada Bir Yerlerde”yi İlias Maroutsis yazmış, Gafur Uzuner ve Umut Çınar oynamışlar.
Bu bölümde ilk bölümdeki Serap’in komşularını anlatırken mendebur dediği Leandros’un evine konuk oluruz. Leandros, elinde telefon oğluna ulaşmaya çalışmaktadır. O sırada kapı deli gibi çalmaya başlar. Genç bir erkek sesi onu içeri alması için yalvarır. Bir eylemde kovalanmış ve biber gazı yemiştir, onun evine sığınmak ister. Leandros Arslan’ı istemeyerek de olsa evine alır. Leandros ters, huysuz tavırları ile Arslan’ı oradan bir an önce göndermeye çalışır. Kısa bir süre içinde aralarında gelişen diyalog görünenden daha fazlası olduğunu ortaya koyar.
Leondros, Arslan’ın evini tamirine yardım etmeye gönüllü olmasına verdiği tepkiyle duvardaki her çatlağa, yırtılmış duvar kağıdına, gıcırdıyan parkeye bağlanışı ile yaşadığı yalnızlığın ortasında hayatla olan kalan tek bağının o ev olduğu duygusunu bize ulaştırıyor.
Ancak şunu söylemeden de geçemeyeceğim, bu bölümde oyuncuların verdiği duygu ile hikâyenin bağlanışı arasında bir uyumsuzluk barınıyor. Hele ki ilk iki öyküdeki acıların, yoksunlukların, özlemlerin kimi zaman mizahi, kimi zaman içimize işleyen bir ince hüzünle aktarılışını düşündüğümüzde buradaki aşırı coşkun ve hatta yer yer abartılı anlatım dili hikâyenin sonundaki gerçeklikle örtüşmüyor.
Sürgün, zorunlu ayrılık; özlem
Büyük Zarifi Apartmanı mekâna özgü hazırlanmış bir proje. Dolayısıyla da başrol o ve diğer tüm oyuncular ona göre konumlanmış, hikâyeleştirilmişler. Ayrıca oyuna bir misafir olma hikâyeleri toplamı da diyebiliriz. Serap’a misafir olan Elefteria, Hrisula’ya misafir olan anılar, Leondros’a misafir olan Aslan ve hepsine misafir olan biz seyirciler.
İstanbul’da yaşayıp sürgünler yoluyla doğdukları evlerinden, komşularından, arkadaşlarından, yaşadıkları sokaklardan, anne ve babalarının mezarından ayrılan Rumların yaşadıklarına kısa bir bakış atmamız sağlanıyor. Bununla birlikte o dönem Rumlara dönük yapılan zorunlu göç, o günden bugüne özneler değişerek de olsa süregeldi. Bugünün özneleri ise çok da uzağımızda değiller; Suriyeli mültecilerin durumu yıllardır yanı başımızda yaşanırken, Gazze’ye dönük saldırılar nedeniyle başka bir zorunlu göç yine gözümüzün önünde gerçekleşiyor.
Daha önce başka oyununu maalesef izlemediğim İlyas Özçakır projeyi tasarlayanı ve yönetmeni olarak etkileyici bir oyun ortaya çıkarmış. Üç bölümün birbiriyle uyumu, akışkanlığı ve birleşerek ortaya koyduğu bütünsel hikâyesi, anlatımı ve mekâna kullanımdaki başarısı izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor. Sonraki oyunlarını takip edeceğim.
Dekor tasarımda Osman Özcan’ın sahnede yarattığı ince sadelik, uyum ve eskiliği ile zamanı dondurmasının yanı sıra, teknolojik ögeleri oluşturduğu güncelle yarattığı karşıtlıktaki derinliğin de altını çizmek isterim.
Sezon bitiyor, Büyük Zarifi Apartmanı sezonun son oyununu da oynadı. Ama önümüzdeki sezon için liste yapmaya şimdiden başlayıp ve bu etkileyici oyunu kaçırılmayacaklar kısmına ekleyebilirsiniz.
Künye
Projeyi Tasarlayan, Yöneten: İlyas Özçakır
Yazanlar: H. Can Utku, İlias Maroutsis, Fulya Özlem, Sandra Penso, İlyas Özçakır, Çağdaş Ekin Şişman
Yapımcı: Anna Maria Aslanoğlu
Oynayanlar: Çağdaş Ekin Şişman, Gafur Uzuner, Pınar Fidan, Rasmi Tsopela, Umut Çınar
Videoda Oynayanlar: Ali Baran Özcan, Andreas Sarantidis, Çağdaş Ekin Şişman, Oğulcan Arman Uslu, Yusuf Tan Demirel
Video Yönetmeni, Kurgu: Sandra Penso
Yardımcı Yönetmen: Melis Balaban
Dekor Tasarımı: Osman Özcan
Dekor Asistanı: Banu Güçlü
Kostüm Tasarımı: Müge Orhan
Kostüm Asistanı: Gizem Tuğan
Işık Tasarımı: Utku Kara
Ses Tasarımı: Berkant Kılıçkap
Video Ses Kayıt Teknisyeni: Orhan Koçalan
Video Işık Teknisyeni: Kemal Keçeci
Yapım Koordinasyon: Gülenay Koçak
Prodüksiyon Asistanı: İsmet Ekin Arı
Afiş Tasarımı: Gökhan Yeter - D’art Duvar
Sosyal Medya: Enver Sedat Kurubaş