Çağımızın kolektif bilinçaltı: Algoritmalar

Belki de bugün algoritmayı sorgulamak, teknoloji eleştirisinden çok daha fazlasıdır: İnsanın kendi izini nasıl ticarileştirdiğini fark etme biçimidir.

“Algoritmalar…”
Sanki çağın yeni mitolojisi.
Bir şeyi neden gördüğümüzü, kimi neden hissettiğimizi, hatta bazen neden sustuğumuzu bile açıklayan büyülü bir kelime haline geldi. Eskiden insan davranışlarını anlamak için psikolojiye, toplumu anlamak için felsefeye başvururduk.
Şimdi ise aynı soruların yanıtını verileştirilmiş bir dijital dünyada arıyoruz; her duygu, her tercih, her tesadüf sayılara, grafiklere indirgenmiş durumda.

Algoritmalar nasıl çalışıyor?

Son yılların en popüler sorusu: “Bu algoritmalar nasıl çalışıyor?”
Herkes o görünmez formülü çözmeye çalışıyor.
Ama aslında çok da karmaşık bir formül yok arka planda.
Bu algoritamayı kim eğitiyor? Cevap net: Biz.
Kaydırma hızımızdan, beğenme refleksimizden, hangi videoda ne kadar kaldığımıza kadar her şeyden öğreniyor.
Yani algoritamalara insan davranışını öğreten veri seti, tabi ki bizzat insanın kendisi.
Dolayısıyla algoritmayı anlamaya çalışmak, bir bakıma insanı anlamaya çalışmak demek.
Sistem, bizim arzularımızın, korkularımızın ve dikkatimizin matematiksel hâli.

İnsanın dijital yansıması

Algoritma teknik olarak karmaşık bir dizi matematiksel model olarak görünüyor.
Ama özünde, bir kültürün dijital izdüşümü. Hangi içeriklerin görünür olduğu, hangi davranışların ödüllendirildiği; toplumun hangi duygulara prim verdiğini gösteriyor.
Bir postun neden viral olduğunu anlamak, o toplumun neyi arzuladığını anlamakla eşdeğer.

Sosyal medya platformlarında duygusal yoğunluğu yüksek içerikler öne çıkıyor mesela.
Öfke, şaşkınlık, merak, çekicilik gibi duygular algoritma tarafından ödüllendiriliyor. Ama o ödülü veren sistem değil, kullanıcı kitlesi aslında. Biz hangi duygulara daha uzun süre bakıyorsak, algoritma da onları “önemli” sanıyor. Sonuç: sürekli dikkat isteyen, duygusal olarak aşırı yüklenmiş bir dijital atmosfer.

Gerçekliğin pazarlanması

Kapitalist estetik burada devreye giriyor ve gerçekliği “pazarlanabilir bir deneyim”e dönüştürüyor. Veriye dönüştürülen her davranış, her duygu, her ilgi birilerinin kazanç hanesine yazılıyor. Shoshana Zuboff’un Gözetim Kapitalizmi Çağı’nda söylediği gibi, artık kapitalizm üretimden değil, öngörüden kâr ediyor.

Yani birinin neyi tıklayacağını bilmek, neyi üreteceğini bilmekten daha değerli hale gelmiş durumda. Algoritmalar bu öngörüyü mümkün kılıyor: davranışını kaydediyor, gelecekteki eğilimlerini tahmin ediyor, sonra da bizi o tahmine uygun bir kullanıcıya dönüştürüyor.
Bu nedenle algoritmalar, sadece öğrenen sistemler değil; yönlendiren sistemlere dönüşmüş oluyor. Biz onlara öğretiyoruz, onlar bizi yeniden biçimlendiriyor. Bu noktada da duyguların ekonomisi başlıyor.
Beğenilerimiz birer pazarlama sinyali, ilgilerimiz birer hedefleme aracına dönüşüyor. Algoritma yalnızca bizi izlemiyor; neyi isteyeceğimizi, neyi özleyeceğimizi, hatta neyi unutmamız gerektiğini bile öngörüyor. Sonra da dikkatle kurgulanmış duygusal manipülasyonlar ile bu öngörüleri kazanca çeviriyor, üstelik bizim gönüllü katılımımızla..

Değişken sistem, değişken insan

Algoritma sürekli değişiyor diyorlar; doğru, çünkü insan davranışı da sürekli değişiyor.
Bugün sade, doğal içerikler popüler; yarın abartılı, teatral sunumlar. Bu dalgalanma, insanın yönelimlerindeki istikrarsızlığın dijital karşılığı. Algoritma, insanın aynası. Hangi yönümüzü öne çıkarırsak, o yönü büyütüyor. Hangi duygularımızı bastırırsak, onları silip arka plana atıyor.

Bir bakıma, algoritma çağımızın kolektif bilinçaltını yansıtıyor. Görmek istediklerimizi büyütüyor, görmezden geldiklerimizi gizliyor. Bu yüzden dijital dünya bazen gerçek hayattan daha tanıdık, ama aynı zamanda daha yüzeysel geliyor.

Geriye kalan: Dijital bir yankı odası

Elimizde kalan, kendi davranışlarımızın yankısıyla dolu bir dijital dünya.
Biz veririz, onlar işler; biz yaşarız, onlar ölçer; biz hissederiz, onlar satar.
Ve bir süre sonra, kendi gölgemizi bize “trend” adıyla geri sunarlar.

Ama unutmamak gerekir: Algoritma bir makine değil, bir kültür ürünüdür.
Her satırı bizim elimizden çıkmıştır; ama kimin elinde nasıl bir biçim aldığına dikkat etmek gerekir.

Belki de bugün algoritmayı sorgulamak, teknoloji eleştirisinden çok daha fazlasıdır: İnsanın kendi izini nasıl ticarileştirdiğini fark etme biçimidir.

Köşe Yazıları Haberleri