SEDAT BOZKURT
Cumhuriyeti kuran kadronun kurduğu ve uzun süre yönettiği partidir Cumhuriyet Halk Partisi. Halk Fırkası olarak kurulmuş, 1924 yılında, başına Cumhuriyet adı bizzat Atatürk tarafından eklenmiştir. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin devamıdır. Bir tür direniş hareketinin, yani “cephe”nin partiye dönüşmesiyle oluşmuştur. Bugüne kadar kurulan partilerin de anasıdır. Bir piramit olarak partileri ele alırsak piramidin tepe noktasında tartışmasız CHP yer alır. Bu çok normaldir, çünkü CHP uzun yıllar ülkenin tek partisidir. CHP içinden çıkan partiler de çok doğurgandır. Türk siyasetinde içinden yeni parti çıkmamış parti yoktur.
CHP, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında kapatılan partilerin arasında, son kurultay delegeleriyle toplanarak açılmasına karar verilen tek partidir. Yani bugünkü CHP, istiklal mücadelesinde kurumsallaşmış, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş, demokrasiyi inşa etmiş olan CHP’nin devamı değil, bizzat kendisidir. Partiler, içindeki insanlarla kimlik kazanır. Evet CHP Atatürk’ün kurduğu bir partidir ama onu yıllarca İsmet İnönü, Bülent Ecevit yönetmiştir. Her iki isim de partiden istifa ederek ayrılmıştır. Programı ve ilkeleri, sembol ettiği siyasi anlayış aynı kalsa da CHP’yi yönetenler değişmiştir ve bu partide de değişimlere neden olmuştur. Deniz Baykal dönemi başkadır, Kemal Kılıçdaroğlu dönemi daha başkadır CHP’de. Toplum değiştikçe siyasi partiler de değişir. Mesele partilerin bu değişime öncülük yapmasıdır.
Seçim yenilgisi sonrasında CHP içinde yine büyük tartışmalar yaşanıyor. Kurultaylar, genel başkan ve parti yönetiminin değişmesi ve tüzük değişikliği konuları tekrar gündemde. Tekrar diyorum çünkü bu konular CHP’de pek çok kez tartışıldı, tüzükler değişti, yönetimler değişti ve hatta her kurultay “değişim kurultayı” olarak adlandırıldı ama tartışmalar, değişim talepleri hiç bitmedi. 12 Eylül darbesinin kapatmasından sonra CHP açıldı ve Genel Başkanlık koltuğuna Deniz Baykal oturdu. Partinin açılmasına emek harcayan İsim Erol Tuncer’dir bunu hatırlatalım. SHP ile birleştikten 6 ay sonra parti içindeki örgütlenme yeteneğiyle CHP’nin Genel Başkanlık koltuğuna tekrar oturdu Baykal. (Birleşmedeki model “Kasım’a kadar Hikmet abi” ile Hikmet Çetin’di. Siyasi hayatımıza da bir model olarak kaydedildi bu)1999 yılında CHP, tarihinde ilk kez, baraj altı kalınca Baykal genel başkanlıktan istifa etti ama 15 ay sonra toplanan olağanüstü kurultayda bir kez daha CHP Genel Başkanı oldu. Bu süre içerisinde parti değildi değiştiğini söyleyen Baykal’ın bizzat kendisiydi. Ama hiçbir şey değişmemişti, baraj altı kalınması nedeniyle üzerinde Baykal’ın resmi bulunan “sen hep haklı çıktın” yazılı afişler yurt geneline asıldı ve öz eleştiri yerine seçmen suçlandı. SHP ve CHP içinde “hizip” hareketi olarak adlandırılan Baykal hareketinin politik bir kimliği olmadı hiçbir zaman. Değişim, dönüşüm gibi sloganlarının arkasında hep “Baykal genel başkan olsun, partiyi o yönetsin” niyeti ve hedefi vardı.
CHP’de genel başkanlıktan seçim yenilgisi nedeniyle istifa eden tek isim Baykal’dır. (Baykal 2 kez istifa etmiştir genel başkanlıktan. 2’ncisinin nedeni siyaset dışı bir müdahaledir ama istifa etmeyi gerektirmektedir) İsmet İnönü, 1972 yılında olağanüstü kurultayda, Ecevit’in parti meclisi listesine karşı kendi listesi kaybedince, hem 33 yıldır sürdürdüğü genel başkanlıktan, hem de partiden 88 yaşında istifa etmiştir. Bir kurultay sonucunda genel başkan değişimi için de ilktir bu. Tektir diyemiyoruz. Çünkü Baykal’ın istifasından sonra 1999 yılında Altan Öymen genel başkan seçildi. 15 ay sonra toplanan olağanüstü kurultayda Altan Öymen, Baykal karşısında 3’üncü tur oylamada kaybetti. Delege Baykal’daki değişime yeterince ikna olmamıştı yani. 3’üncü turda da olsa kurultaydaki seçimle CHP genel başkanı değişti. Doğrudan genel başkanın değiştiği ilk kurultaydır bu.
CHP üyesiyle, delegesiyle çok dinamik bir parti bunu unutmamak lazım.
Değişsin ama ne değişsin?
Seçimlerde yaşanan yenilgi üzerinden CHP’de tekrar “değişim” talepleri dile getiriliyor. Talep çok dillendiriliyor ama bu talebin altı da üstü de doldurulmuyor. CHP’nin ihtiyacı bu değil. Bu değişim somut olarak tarif edildikten sonra bunu kimin yapacağının da ortaya çıkması lazım. Yani CHP’de bir değişim olacak ise bunu kim yapacak? Ya da değişimle kastedilen genel başkanın değişmesi mi? Öyleyse Kemal Kılıçdaroğlu’nun yerine kim gelsin? Bu biraz da Baykal üzerinden yaşanan tarihsel pratiği tersten anlatıyor. Oradaki talep “partiyi Baykal yönetsindi” buradaki talep ise “partiyi Kemal Kılıçdaroğlu yönetmesin” galiba.
Bu dönem dile getirilen tüzük değişiklikleri dahil her şey ama her şey CHP’de denendi. Genel başkanlar gitti geldi, demokratik hatta çok anti demokratik tüzük değişiklikleri yaşandı. Parti organlarına genel başkanlara rağmen, kurultay iradesiyle giren isimler oldu ve bu isimler parti yönetiminde söz sahibi oldular. Blok liste de denendi çarşaf liste de.
70 yıldır iktidar olmamasına karşın devletin yaptığı her hatanın, yanlışın hesabı CHP’den soruldu. Kurduğu devlet, yakasından hiç ama hiç düşmedi. Bu nedenle de CHP’de tartışma hiç bitmedi hem içinde hem de dışında.
Ülkenin geneli ve yönetimi ile birlikte Siyasi Partiler Yasası değişmeden partilerde köklü değişiklik mümkün değil. (Medyadan yargıya kadar her şey için geçerlidir bu) Baykal 2008 yılında yaptığı tüzük değişikliği ile kendisini birkaç kez genel başkanlık koltuğuna oturtan parti içi demokratik katılım yollarını daralttı. Genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra da bu değişikliklere en çok kendisi itiraz etti. Bu tüzük değişikliği nedeniyle CHP, Yargıtay’dan uyarı bile aldı. Tüzüğü bile değiştirirken niye değiştireceğinizi ortaya net koymanız gerekir.
Güçlü TBMM
Erdoğan 2002 yılında, genel başkanı olduğu AKP iktidar olmasına karşın siyasi yasağı nedeniyle milletvekili bile olamamıştı. Erdoğan o yıl, pek çok Avrupa ülkesine ve ABD’ye giderek, “siyasi yasağım nedeniyle bir tür manevi işkence görmekteyim” diye yakınmış ve bu konuda destek talep etmişti. Şimdi sık sık dile getirilen “bizi başka ülkelere şikâyet ediyorlar” ya da “bizde yargı bağımsızdır onların verdiği karara saygı gösteririz siz de gösterin” açıklamalarına bakmayın.
Can Atalay seçilme yeterliliğine sahip olduğu için cezaevinde olmasına karşın aday oldu ve milletvekili seçildi. Ama anayasa hükmüne rağmen tahliye edilmiyor, nedeni de açıklanmıyor. Keyfi bir durum söz konusu yani. TBMM Başkanlığına seçilen Numan Kurtulmuş demokrasi ve özgürlükler konusunda AKP’nin çıtasının üzerinde bir yerdedir. Meseleyi kucağında buldu, net tavır alamadı. Sorun devam ediyor. Oysa TBMM’nin, bugün örnek alacağı tarihsel deneyimleri var.
TBMM antetli kâğıtla 14 Ocak 1992 tarihli bir cevap yazısı gönderildi Başbakanlık’a. Bir yazıya cevaptı bu. 22 milletvekilinin yargı dokunulmazlığının kaldırılmasını talep eden savcılık yazısına cevaptır. TBMM’yi koruyan, güçler ayrılığının ve anayasanın sınırlarını net çizen bir cevaptır. Yazıda milletvekillerinin yaptıkları konuşmaların içeriğinin kabul edilemez olduğu belirtilerek, “milletvekili bağışıklığını kötüye kullananların cezadan kurtulması milletimizi üzebilir. Kamuoyunun tepkilerine de yol açabilir. Ancak bu bağışıklığın demokratik devlete ve milletimize sağladığı faydalar ve güvence vazgeçilmez bir denge ağırlığını taşımaktadır” deniliyordu. Yazıda Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran TBMM’nin, yargının denetimine ya da korumasına ihtiyacı olmadığı da belirtiliyordu. TBMM’yi koruduğunu savunan meclis başkanı söz konusu fezlekeleri geri gönderdi ve işleme almadı.
28 Ağustos 1994 tarihli yine TBMM antetli bir kâğıtla yine başbakanlık makamına bir cevap yazısı gönderildi. Konu RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmayla ilgili olarak TBMM Başkanlığına gönderilen dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili fezlekeydi. Buna gerekmemesine karşın “gizli” damgası da vurulmuştu. Bu yazıda, meclis başkanının, duygularının, partisinin, kamuoyu baskısının üstüne çıkabilmesi gerektiği kaydedilerek, “Meclis başkanı yetkisiz bir posta dağıtıcısı ya da havale memuru değildir” denilerek sert ifadeler yer alıyordu. Bir milletvekilinin TBMM’deki grup toplantısında yaptığı konuşmanın soruşturulmasının, anayasa tarafından yasaklandığının hatırlatıldığı yazıda, dokunulmazlığın kaldırılma talebinin yok hükmünde olduğu belirtilerek talep geri gönderildi.
Bu her iki metnin altında, TBMM Başkanı olarak Hüsamettin Cindoruk’un imzası vardır. Güçler ayrılığı ya da demokrasi konusunda her gün yaşanan tartışmalara örnek olması için bunları hem hatırlattım hem de siyasetçilerin yararlanması için paylaşıyorum…