CHP Lideri Özgür Özel, ağır hasta tutuklu Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’a yargı eliyle yapılan zulme isyan ederken “Bu Nazi Almanyası'nda olur, bu düşman hukukudur” diyordu.
Almanya’nın o karanlık döneminde yargı nasıldı, anımsayalım.
Nazi Rejiminin binlerce insanı idama yollayan Halk Mahkemesi’nin başyargıcı Roland Freisler, göreve geldikten sonra Hitler’e yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Führerim; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız, nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır.”
Öyle de oldu zaten. Mahkemeler, Führer gibi karar verdi. Yargıç Freisler, savaşın son günlerinde Berlin’de bombalanırken bir yargılama yapıyordu. Şehre atılan bombalardan birisiyle mahkeme binası da yıkıldı ve Freisler yıkıntılar arasında can verdi.
Führer gibi karar veren pek çok hakim, savcı ve hukukçu ise Nürnberg mahkemelerinde yargılandı. Mahkemeye göre onlar “yargı eliyle cinayet işlemişlerdi” ve “cinayet görünüşte hukuki olsa bile yine de cinayetti”.
Ve tarihe “Suikastçının hançeri, yargıcın cübbesinin altında gizlenmiştir” cümlesiyle yazıldılar.
Hasta olduğu bile bile nakledildi
19 Mart'ta gözaltına alınmıştı Murat Çalık, 23 Mart'ta da tutuklandı. Silivri'de kalıyordu, evine 40 dakika mesafedeydi, sağlık kontrolleri yapılıyordu. Hastaydı. İki kez kanser tedavisi görmüştü. Hastalığı yeniden nüksedebilirdi. Cezaevinde tutulmaması gerekiyordu ama pek çok diğer tutuklu gibi o da İstanbul’dan başka bir ile gönderildi.
4 Haziran’da sosyal medya hesabından bu sevki şöyle duyuruyordu Çalık:
“İzmir’e naklediliyorum.
Ailemden, sevdiklerimden koparılmak; en temel insani haklarımdan birinin daha elimden alınmasıdır. Silivri’de sağlık kontrollerim düzenli olarak sürerken, hiçbir gerekçe gösterilmeden alınan bu karar vicdani değildir.”
Oysa vicdan çoktan terk etmişti birilerini!
Avukatları hastalığı nedeniyle tahliyesini istiyordu Çalık’ın.
Hastane, cezaevi, İstanbul Adli Tıp Kurumu, cezaevi, hastane arasında mekik dokumak zorunda kalacağı bir zulüm daha onu bekliyordu.
Hakkında iddianame bile hazırlanmamıştı oysa. Bedeni güçsüz düşmüş, 20 kilo vermişti.
İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tetkikleri yapıldı. Kan kanseri hastasıydı; lösemi ve lenfoma hastasıydı. Daha önce iki kez tedavi görmüştü ve son tetkikler ışığında doktorlar lenfomanın nüksedebileceğine dikkat çekiyordu.
Normal koşullarda daha doğrusu Ceza İnfaz Kanunu'nun 16. maddesi gereği, özellikle tutuklu statüsünde olan bir kişinin cezaevinde kalamayacak derecede hasta olduğunun bir devlet hastanesi veya üniversite hastanesiyle belgelenmesi halinde, adli kontrol gibi tedbirlerle tahliye edilmesi gerekirdi.
Ne yazık ki uygulamada pek öyle olmuyor.
Murat Çalık için de öyle olmadı.
Avukatları savcılığa kapsamlı devlet hastanesi sağlık kurulu raporunu sundu.
Dosya savcısı ise "bu raporları tek başına yeterli görmedi" ve tahliye yönünde değerlendirme için Adli Tıp Kurumu raporunu beklemeye karar verdi.
Peki Adli Tıp Kurumu ne yaptı?
Hani sık sık "siyasi iradeye bağlı" olmakla eleştirilen Adli Tıp Kurumu.
O da elinde yeterli tetkik raporları olmasına rağmen tetkiklerin yenilenmesini istedi!
Oysa kemik iliği biyopsisi ve patoloji analizi yapılmıştı ve çıkan sonuçlar sağlık durumunun cezaevi koşullarına uygun olmadığını gösteriyordu; Lösemi nüksü riskinin yanı sıra bağışıklık sistemine ilişkin bozulmalar nedeniyle yüksek enfeksiyon riski de taşıyordu.
Çalık’ın avukatları haklı olarak Adil Tıp Kurumu’nun bu isteğini eleştiriyordu:
"Müvekkilimiz yaklaşık 15 gün boyunca bu işlemler nedeniyle fiziksel ve psikolojik olarak tükenmiş; sürekli kan alınmış, izlem altında tutulmuş ve cerrahi girişim hazırlıklarına maruz kalmıştır.
Şimdi yeniden benzer işlemlere tabi tutulmasının hem sağlık bütünlüğü açısından ilave riskler oluşturacağı hem de hastada ciddi bir yıpranma yaratacağı açıktır."
Yoğun fiziksel ve psikolojik stresin hastalığın nüksetme riskini arttırdığına da dikkat çekiyordu avukatlar:
"Cezaevi gibi yüksek stresli, izole ve tıbbi imkanların kısıtlı olduğu bir ortamda tutulmak, müvekkil açısından sadece sağlık açısından değil, yaşam hakkı bakımından da telafisi imkansız zararlar doğurabilir."
Vahim bir noktayı ise İYİ Parti Milletvekili Turhan Çömez dün Mecliste açıkladı. Çömez, Sağlık Bakanlığı İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yapılan tetkikler sonucunda Murat Çalık hakkında hazırladığı raporda yer alan verilerin Adli Tıp Kurumu’nca çarpıtıldığını söylüyordu:
"Adli Tıp kendisine eğitim araştırma hastanesinden gelen yüzde 4-5 blast oranını tahrif etmiş. Bu, korkunç bir skandal. Buradan Sağlık Bakanına sesleniyorum, buradan Adalet Bakanına sesleniyorum; bu bir skandaldır, bu taammüden birisini ölüme göndermektir. Bu, hata falan değil çünkü niye biliyor musunuz; blast oranını 3-4 yazmış. 3-4 olursa kanserin nüksetme ihtimali yok ama 4-5 olursa kanseri nüksediyor ve Adli Tıp kanseri nüksediyor dememek için belgeleri, bilgileri tahrif etmiş. Akıl alır gibi değil.
Buradan Adli Tıp ve onun başındaki Adalet Bakanına, Sağlık Bakanına sesleniyorum; bugün bunun için gereğini yapın ve Mehmet Murat Çalık'ı biran önce çıkartın. Aksi hâlde, üzülerek söylüyorum bu şartlar devam ederse Sayın Çalık cezaevinden canlı çıkamaz ve hepiniz onun vicdani sorumluluğu altında kalırsınız.”
Murat Çalık, yine hastanede. Annesi, kız kardeşi, sevdikleri hastane bahçesinde.
Herkes bir an önce Murat Çalık’ın tahliyesini ve sağlığına kavuşmasını diliyor, bekliyor.
Kendini bilmez gazeteci kisvesi altındaki kimileri ise sosyal medya hesabından “itirafçı ol özgür ol” şantajı yapıyor Murat Çalık’a.
Bugüne dek pek çok hasta tutuklu sağlığa erişim hakları engellendiği, yeterli sağlık hizmeti alamadığı, tahliye edilmediği için cezaevinde yaşamını yitirdi; kimisi ise geç kalan tahliyeler nedeniyle çıktıktan birkaç gün sonra yaşamını yitirdi.
Murat Çalık da onlardan biri olmasın.
O ve diğer tüm hasta mahpuslar bir an önce tahliye olsun.