Çözümü baştan yazarak başlayalım.
"Çok faşist bir yağmur yağıyor, sanırım artık kocaman bir şemşiyenin altında toplanmanın zamanı." (Ferhan Şensoy)
Geçenlerde uzun yıllardır İsveç’te yaşayan ablamla konuşuyoruz. “İsveç’te hükümet düştü” dedi.
Pek ilgilenmedim galiba söylediğiyle. Konuşmasının arasında bir daha söyleyince “Sizde bir mevzu yoktu. En son pandemi döneminde kilo alan kedi-köpek obezitesini tartışıyordu gazeteleriniz. Hayatınıza biraz hareket gelir. Hem size hükümet mi yok?” dedim.
Sonra hızla Türkiye gündemini kafamda kısaca listeledim. Aslında hiç de kısa olmayan gündemdeki konuları düşündüm. Bunlardan iki tanesi aynı hafta medeni bir ülkede olsa, ortalık çalkalanır ama biz şerbetliyiz yıllardır. Artık nasıl bir adrenalin bağımlısı olmuşuz ki Sedat Peker video çekmeyi bırakınca madde bağımlısı müptezeller gibi yoksunluk krizine girdi ülke insanı.
Mesela ayakkabı boya sandığıyla Kars’dan gelen ve yıllar içinde tek kelime İngilizce bilmeden ABD maliyesini dolandıran Digorlu “Robin Hood” Sezgin Baran Korkmaz’ın bağlantılarını duyduğumuzda en fazla 1 gün şaşırıyoruz.
Sedat Peker’e bulunduğu ülke BEA “Video çekme ama bağımlısı dayanamazsan nefsini köreltmek için tweet atabilirsin” diyor. Adam her gün hadi hükümeti sarsmak değil, en azından bir savcıyı titretecek onlarca tweet atıyor ama tık yok!
Aylardır dualarla, istiareye yatılarak, evrene enerji yollanarak beklenen Biden-Erdoğan görüşmesi yapılıyor. Sonuç: “Çok güzel bir F35 uçağı yaptık ama sizi bir tur bile bindirmeyeceğiz. Hele bi Kabil Havaalanı’nı koruyacak asker yollayın sonra bakarız.” deniyor ama memleketin TV kanallarında büyük başarı diye şenlik var.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum rektör atamasını protesto eden bazı öğrencilerin öğrenci kredileri kesiliyor. İBB “Sıkmayın canınızı gelin, biz size kredi veririz ” diyor. Sessiz sedasız anayasal bir hak olan protesto hakkı “Parayı ödeyen kahraman İmamoğlu” tuhaflığına dönüşüyor. İmamoğlu elbette iyi bir insiyatif alıyor ama temel mesele unutulup gidiyor.
LGBT Onur yürüyüşleri son yıllarda sudan sebeplerle yasaklanırken bu sene Maçka parkında LGBT onur pikniği düzenlendi. Polis, hükümet eliyle ısrarla şeytanlaştırılan gruba ebabil kuşları gibi saldırdı.
Hatırlarsınız ilk yasak “Ramazan’a denk geldi” diye uygulanmıştı. Sonra o iftar hiç açılmadı.
Aynı polis AFP muhabirinin boğazına basıp, ters kelepçeyle gözaltına aldı ve konu 3-5 tweetle geçiştirildi.
Tesadüf bu ya Amerika’da George Floyd’un nefessiz bırakarak öldüren polis aynı hafta 22.5 yıl hapis cezası aldı. Bizde mi? Bir özür bile fazla görüldü.
HDP için öncülü olan 8 parti gibi 9. defa kapatılma davası iddianamesi Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edildi. Kapatılıp kapatılmaması tamamen dava sürecinin son günündeki siyasi ortama bağlı.
İddianamedeki en tuhaf gerekçe “Çözüm sürecinde HDP milletvekillerinin Kandil ziyaretleri ve Nevroz törenlerinde okudukları mektuplar” Çözüm süreci yargılanacaksa bunun birinci aktörü kimdi sorusu üzerine kimse kafa bile yormak istemiyor. Devletin derin dehlizlerinde muhtemelen uygun gün için bekleniyordur “birileri”.
HDP İzmir il binasına giren adı, kimliği, siyasi bağlantıları gayet açık olan bir kişi. Deniz Poyraz adlı genç bir kadını 6 mermiyle öldürdü. Öldürecek başka kimse bulamayınca sinirden duvarlara ateş etti. 40’a yakın mermi izi tespit edildi. Devlet Bahçeli öldürülen “Deniz Poyraz teröristti” dedi. Erdoğan “Benzer saldırıları kınadık, kınıyoruz ve benzerlerini de kınayacağız” diye ekledi. Bunu ileride de olacağı muhtemel görülen saldırılar için mi söyledi bilmek imkansız ama artık söz bitti. Ne desek nafile.
“24:00 sonrası müzik yasak çünkü kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” ile başlayan tartışma. İletişim başkanlığının “Özlem duydukları eski Türkiye alışkanlıklarını terk edemeyenlerin sahte yaşam tarzına yaygarası” suçlamasıyla zirve yaptı. Mesaj netti; 30’u geçmeden evlenin, en az üç çocuk yapın, Yatsı namazından sonra da uyuyun.
Kanal İstanbul inadı konusunda fikir beyan eden, ömrünü denize ve uluslararası deniz teamüllerine veren emekli amiralleri elektronik kelepçeyle evlerine hapsetmek mümkündü ama müsilaj pek laf dinlemiyordu. Gölü yoğurtla mayalamak isteyen Nasrettin hocanın torunları olarak pipetle müsilaj temizlemeye çalışmak gibi bir sürece girildi. Gayretullah yardımcıları olsun.
Tecrübeli gazeteci Serdar Akinan Suriye Halep’e gitti. Dönüşünde şöyle bir haber yaptı. “Halep Sanayi sitesindeki fabrikalar sökülerek Türkiye’ye getirilmiş ve haraç mezat makinalar satılmış. Bu işin başında bir gazetenin Ankara temsilcisinin eşi var. Temsilci kadın bir gazeteci”
Gözlerin döndüğü gazeteci çok şahane bir açıklama yaptı. “Fransız koleji mezunuyum, babam da eşim de zaten zengin, ne alakası var?” Çocukken abimin güvercinlerini çok uçurdum ben böyle takla görmedim desem yeridir.
“Pandemide vatandaşına en çok yardım eden ülke biziz, Japon esnafı zor durumda (Vallahi şaka değil) haberi yaparak Göbels’e rahmet okutan aHaber’i arada izleyin. İzleyin ki nasıl bir kafayla uğraştığımızı hiç unutmayalım. Pandemi döneminde vatandaşa 21 milyar TL ceza kesilirken esnafa yalnızca 4,5 milyar TL yardım yapıldığını unutmadan tabi. Sonra bir de sizin “Gerçeklikten kopma terapisi” masrafınızla uğraşmayalım. Hasar büyük, bunlar gittiğinde hesap etmediğimiz daha çok masraf kalemi çıkacak.
Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı (Oturan Boğa gibi bir unvan galiba) Oğuzhan Asiltürk uzun zamandır AKP-SP mürüvvetini görmek isteyen huzursuz bir dede gibi mekik diplomasisi yürütüyordu. En büyük motivasyonu da İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırtmaktı. AKP tarafından bu izdivaç için yüz görümlüğü olan sözleşme sonunda iptal edildi.
Hiç bu konuyla alakası olmamasına rağmen konun baş mimarı Oğuzhan Asiltürk’ün 52 yıl önce Durmuş Durduryan olan adını Oğuzhan Asiltürk olarak değiştirdiği iddiası sosyal medyada gündem oldu. Yalçın Küçük veya Soner Yalçın gibi köken avcılığının gereği yok elbette ama “Oğuzhan Asiltürk” Tanrı dağı kadar Türk bir isim bir çok insana acaba dedirtti? Sakın Ermeni olmasaydı?
Çünkü 100 yıllık “Türklük sözleşmesi” gereği bir Ermeni Türkiye’de siyaset yapacaksa ya açık kimliğiyle yapar ve bedelini öder, ya tamamen gizlenir ya da “yanaşma vitrin Ermenisi” olmak zorundadır.
Tüm cepheler birbirine amansızca saldırırken hiç beklenmedik bir şekilde “Mustafa Kemal’in askerleri” Yılmaz Özdil ve Uğur Dündar arasında kavga çıktı. Kavganın detaylarına girmeye gerek yok zaten bir gün sonra barıştılar. Burada şu tespiti yapıp geçelim. Her ultra ulusalcının sonu AKP-MHP yerli milli ittifakıdır. Bazıları yalnızca biraz zaman alır. Yılmaz Özdil’i de ileride AKP-MHP ittifakını savunurken bulursanız şaşırmayın. Bu konuda Perinçek, Nedim Şener, Hulki Cevizoğlu, Metin Fevzioğlu gibi yeterince örneğimiz var.
Mevzu bahis yerli-milli “vatansever” olmaksa gerisi teferruat sonuçta.
Biz arada sırada böyle cambaza bak kavgalarına bakarken öte yandan sistem tıkır tıkır işlemeye devam ediyor tabi. Türkiye iki maaşlı, üç maaşlı bürokratları konuşurken, AKP Bilecik eski milletvekili ve halen Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Fahrettin Poyraz’ın 11 maaş, danışmanı AKP eski Gençlik Kolları Başkanı Davut Arpa'nın 5 maaş aldığı iddia edildi. Hep Robert kolejini kazanan Dersimli öğrencileri takdir edecek değiliz ya. Şimdi de alkışlar Bilecik gibi küçücük bir şehirden çıkıp bu kariyeri inşaa eden arkadaşlara.
Tüm bu meseleler yaşanırken konunun yine gelip “Konulu seks kasetlerine” dayanması da gerçekten çok garip.
Böyle uzar gider memleketin yalnızca iki-üç haftalık gündemi.
Ben de isterdim İsveç’li bir köşe yazarı gibi “Bu hafta ne yazsam?” diye şımarık karın ağrıları yaşamayı ama memlekette mesele konusuzluk değil bilakis aşırı konu. Yazamadıklarımı da aşağıya bırakayım da halimiz ahvalimiz iyice belli olsun.
- Avrupa Birliği’nin bir yandan mültecilere Türkiye baksın bize yollamasın diye sırt sıvazlayıp bir yandan samimiyetsizce Demirtaş’ı ve Kavala’yı serbest bırakın “baskısı” yapması.
- Berkin Elvan’nın “kilosu kadar” ceza alan güvenlik görevlisi
- Her gün bir yerlerde “yakalanan” uyuşturucu gemileri. (Kargoda varış adresi olmayan)
- Kars Digor’lu Robin Hood’la yemek yerken fotoğrafı çıkan Yargıtay Üyesi
- Devam eden İkizdere doğa katliamı
Bunca gam kasavet ve cinnet içinde yukarıda kendimce bazı şakalar, komiklikler yaptım.
Bu şartlarda yadırganabilir ki yadırgayanlara da haksız diyemem.
Sevgili Zülfü Livaneli geçen hafta çok yerinde bir tweet atmıştı “Titanik batarken espri yarışı yapılmaz. Bir ülke, bir şehir, bir deniz yitirilirken şakalar, bilinci körleştirmekten başka bir sonuç doğurmuyor.” Çok doğru ama hepsi delirmemek için Zülfü abi, emin ol hepsi delirmemek için.
Yoksa çözümü baştan Ferhan Şensoy’un öngörüsüyle söylemiştim.
''Çok faşist bir yağmur yağıyor, sanırım artık kocaman bir şemşiyenin altında toplanmanın zamanı.''