Çöpler iddianamesi analizi-4: ‘Taksirle’ mi işlendi, ‘olası kast’ mı?

Amacımız kimseye düşmanlık ya da hapishanelerde çürümesini sağlamak değil. Amacımız Çöpler türü faciaların tekrarlanmasının önüne geçmektir.

İliç Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 71 sayfalık iddianamede 43 sanık için taksirle ölüme ve yaralanmaya sebep olma suçundan 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Ayrıca şirket yöneticisi 3 kişi hakkında “Çevreyi taksirle kirletmek” suçundan adli para cezası ve 2 aydan bir yıla kadar hapis cezası talep ediliyor. Sanıkların TCK 85/2’den: “Taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet vermek” suçundan cezalandırılmaları talep ediliyor. Savcılık, siyasetçileri, kamu görevlilerini ve bürokratları ise yargılamanın dışında tuttu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, olayın yalnızca “taksirle” işlendiği iddiasının hukuki bir çelişki olduğunu belirtiyor, “Yargıtayın olası kast olarak değerlendirdiği benzer iş cinayetleri varken, burada bilinçli taksir mi, olası kast mı diye bir tartışma dahi yürütülmemiştir. Bu iddianame, suçun niteliğini basitleştiren, asli sorumluları koruyan ve cezai sorumluluğu işçilere yıkan politik bir kurguya sahiptir” diyor.

Bağımsız Maden-İş Sendikası Avukatı Mürsel Ünder’e göre ise, “Taksirle ölüme ve yaralamaya sebebiyet verme” suç isnadı, iş kazasından kaynaklanan ceza soruşturmalarında istenebilecek en alt düzeydeki bir ceza talebi. Ünder’e göre iddianamede yer alan sanıklar ve sorumluluk sahibi diğer kişiler için “olası kastla birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verme” suçundan cezalandırılması talep edilmeliydi.

“Olası kast” yani fail hareketinin belli bir neticeyi meydana getirebileceğini öngörür fakat olmasını umursamaz. Fail açısından önemli olan amacına ulaşmaktır. Bu amaç doğrultusunda muhtemel tehlikeli neticeleri göze almakta ve kabul etmektedir. İşte aynen Çöpler’de olduğu gibi. Daha doğrusu bugün Türkiye’de adına altın madeni denilen bütün ekokırım merkezlerinde olduğu gibi.

Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar: Dağları-yaylaları-meraları param parça ettiklerini; yüz binlerce ağacı bir çırpıda kestiklerini; dünyanın en tehlikeli kimyasallarını açık alanlarda su gibi taşın-toprağın üzerine boca ettiklerini; dünyanın en değerli varlığı olan su kaynaklarını acımasızca zehirlediklerini; gelip param parça ettikleri doğal ortamları asla eski haline getiremeyeceklerini; yüz milyonlarca tonluk pasa dağlarından, liç yığınlarından ve zehirli atık barajlarından çevreye sızacak ağır metalleri ve sülfürik asit sızıntılarını asla engelleyemeyeceklerini; bir deprem ülkesinde deprem fay hatları üzerine inşa ettikleri pasa dağlarını, zehirli atık barajlarını ve liç yığınlarını kontrol edemeyeceklerini; küresel iklim felaketinin yaşandığı dünyamızda ve ülkemizde en değerli şeyin ormanlar, su kaynakları ve tarım alanları olduğunu bile bile bu alanlara yönelik acımasızca saldırılar gerçekleştirdiklerini biliyorlar.

Taksir olamaz

Bu türden “çok tehlikeli sınıfta madencilik” yapılan bir tesiste dağlık ve engebeli bir topografya üzerine gökdelen gibi liç yığını inşa ederseniz, başlangıçta belirtilen parametrelerin dışında cevherin yapısında değişiklik yapıp gereğinden fazla siyanür solüsyonunu basarsanız, deprem fay hattı üzerine 80 milyon tonluk bir liç gökdeleni ve 47 milyon tonluk bir zehirli atık barajını inşa ederseniz, asit maden drenajı riskiyle en az 400 milyon tonluk bir pasa dağını Fırat Irmağı’nın kıyısına yığarsanız, böylesine bir riskli ortamda kumdan kaleler gibi inşa edilen liç yığınlarını ofislerin, tank liçlerinin, siyanür havuzlarının, zehirli kimyasal depolarının ve Çöpler köyünün üzerine inşa ederseniz bunun adı “taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma” olamaz.

Avukat Mürsel Ünder, iddianameye itirazlarını madde madde sıralamış. Avukat Ünder’in tespitlerine, kendi tespitlerimi de katarak ve bazı eklemeler ve yorumlar da yaparak şu şekilde aktarmak istiyorum:

1. Savcılığın en temel yanlışlarından birisi, sistemin olay günü uyarı verdiği yönündeki değerlendirmesidir. Oysa Mayıs 2024 tarihli bilirkişi raporunda; 8 Şubat 2024’ten itibaren liçteki çatlaklara ait hareket hız grafiğinin olması gereken değerlerin üstünde olduğu, turuncu uyarı verdiği, olay günü sabah saatlerinden itibaren ise çatlakların gözle görülür büyüklüğe ulaştığı görülmektedir. Sadece bu veri dahi olayın öngörülmez olmadığını, uzun sürelere yayılan sistematik yanlışların, umursamaz bir şekilde, sadece fazla üretime odaklı, insan ve çevre sağlığının hiç dikkate alınmayarak hareket edildiğinin kanıtıdır. Bu nedenle sanıkların taksir değil olası kastla cezalandırılmasının talep edilmesi gerekir.

2. Madende 13 Şubat öncesinde de iki önemli kaza yaşanmış ve gereken dersler çıkarılmamıştır. Mart 2022 tarihinde yaşanan olayda, liç sahasının batı yakasında küçük çaplı bir çökme yaşanmış ve olay kamuoyuna intikal etmeden kapatılmıştır. Haziran 2022 tarihinde ise liç sahasına siyanür solüsyonu taşıyan borular patlamış, 20 tondan fazla siyanürlü solüsyon açık alanda taşın toprağın üzerine akmıştır. Bu iki olay bile gereken ciddiyetle ele alınmamış ve para cezalarıyla geçiştirilmiştir.

3. Liç sahasının doğu kısmında radar sisteminin olmaması. Şirket yöneticilerinin en az iki yıldır radar sistemiyle ilgili üst yönetimden talepte bulunmasına rağmen, üst yönetimin, “bütçe yok” gerekçesiyle bu eksikliği gidermemiş olması ve yöneticilerin radar alımını 2024 bütçesine koyduklarına dair savunmaları bir arada değerlendirildiğinde, liç sahasındaki yüksek riski umursamamış olmaları taksir değil olası kasttan yargılanmalarını gerektiren başka bir delildir.

4. Liç sahasındaki yarılmanın nedenini anlayan bir tane dahi personel bulunmaması sebebiyle, yarılmanın nedenini ve alınacak önlemleri öğrenebilmek için Amerika’daki tasarımcı GRE Şirketi aranmış, mailler atılmış, ABD’deki çalışanların uyanmaları beklenmiştir. Aradaki saat farkı nedeniyle olduğu iddia edilerek saatlerce hiçbir şey yapılmamıştır. İnsanı yutacak çatlakların oluştuğu bir liç sahasına siyanür basılması bir türlü durdurulamamıştır. Fırat nehrinin büyük bir zehirlenmeyle karşı karşıya kalabileceği büyük bir risk alınmış, Türkiye’nin gıda güvenliği ABD’den gelecek talimatlara ve tavsiyelere bırakılmıştır. Bu durum ülke güvenliği ve vatandaşlarının yaşamı için kabul edilemez bir risk durumudur. Vatandaşlarını ve ülkesini böylesine büyük bir riskle karşı karşıya bırakan siyasi karar vericiler ve devletin ilgili bürokratları iddianamede yoktur.

5. Liç sahasındaki sorunun ne olduğunu tespit etmek için çalışanlar liç yığının üstüne çıkarılmış ve bu nedenle yığın üstüne çıkan beş kişiden üç kişinin ölümüne iki kişinin yaralanmasına sebebiyet verilmiştir. Bununla bağlantılı olarak “Jeoteknik ekipte personel eksikliği” konusunda şüpheli konumda yargılanan yöneticilerin dahi beyanları olmasına rağmen, iddianamede bu konunun hiç bir şekilde değerlendirilmemesi de çok büyük bir yanlıştır ve yapısal sorunun Savcılık tarafından görmezden gelindiğini göstermektedir.

6. Şirkette acil durum eylem planının olmaması ve acil durumlarda ne yapılması gerektiği, kimlerin ne görevi olduğunun bilinmemesi iddianamede hiçbir şekilde değerlendirilmemiştir. Liçin kayması halinde sonuçlarının ne olabileceği konusunda hiçbir planlama olmaması, yaşanan olayı taksir sınırlarından çıkarıp olası kasta yaklaştıran verilerdendir. Bu nedenle işçiler paydos ettirilmemiş ve konteyner içinde saatlerce bekletilmişlerdir. Risk doğru analiz edilip acil durum planı olsaydı, işçilerin paydos ettirileceği ve olay anında konteynerin içinde bulunan beş kişi hayatını kaybetmeyeceği açıktır. “Çok tehlikeli sınıfta madencilik” yapılan bir tesiste, acil eylem planının olmaması kabul edilebilir bir şey değildir. Olması gerektiği gibi bir acil eylem planı olsaydı ve madenin her bölümünde çalışan taşeron şirketler var olan acil durumdan haberdar edilseydi, kamyon şoförü Uğur Yıldız, çökmek üzere olan bir liç yığınının altından kamyonuyla geçmek zorunda kalmayacaktı. Yani kayma hızının 400 mm’ye çıktığı bir ortamda acil sirenler çalarak herkes liç yığınından uzak tutulur ve ardından bütün maden alanı, ofisler bölgesi dahil boşaltılırdı.

7. Şirkette “güvenli alan” tanımlaması doğru yapılmamıştır. Bu nedenle “güvenli alan” olarak tanımlanan yere konan konteynırlardaki beş kişi hayatını kaybetmiştir. Bu tanımlama doğru yapılsaydı ve doğru yapılacak tanımlamaya uygun olarak, güvenli alanın yeri, değişen şartlara uygun olarak değiştirilseydi bugün 5 işçi hayatta olacaktı.

8. İddianamede olayın meydana gelme sebepleri arasında gösterilen “Proje yönetim mekanizmasının doğru/işler şekilde kurulmamış olmasının; FAZ 4B olarak kapasite artışına gidilmiş olmasının ve hazırlanan projelerdeki tasarım eksiklik/hatalarının bulunmasının; işletme aşamasında proje tasarım kriterlerinin yetersiz takip edilmesinin; FAZ 5 inşaatı sırasında, yığın liçine yakın mesafelerde ve yüksek miktarda patlayıcı kullanılarak yapılan patlatmaların, yığın liçine olası hasar risklerinin belirlenmemesinin; uyarı sistemlerinin yetersiz olmasının, çatlakların uyarı vermesi sonrası olayın etkin şekilde yönetilmesini sağlayacak sistemin bulunmamasının etkili olduğu” gerekçelerinin her biri başlı başına yıllara yayılan yapısal sorunlardır. Yıllara yayılan yapısal sorunlara karşı şirketin kayıtsızlığı, sadece kâr ve üretim odaklı çalışma sistemi, olayı taksir suçlamasından çıkarıp olası kasta götüren çok önemli delillerdir.

9. Şirket çalışanlarının itiraf niteliğindeki çok çarpıcı açıklamaları görmezden gelinerek bir iddianame hazırlanmıştır. Bilirkişi raporlarında da yer alan ifade tutanaklarında, çalışanlar çatlamalardan ve yarıklardan haberdar olduklarını, defalarca uyardıklarını ancak her defasında “kontrol altında” yanıtı aldıklarını anlatmaktadır.

10. En başta siyasi iradenin ve ilgili bakanlıkların Fırat nehri gibi stratejik öneme sahip bir su kaynağının dibinde dünyanın en tehlikeli ve yüksek riskli böyle bir madene neden izin verdiği sorgulanmak zorundadır. Yani çok daha büyük bir facianın kıl payı atlatılmış olması ve hala çok daha büyük bir facianın olası olduğu bir madene izin veren ilgili bakanlıklar, bürokratlar ve kamu görevlileri yargılama konusu olmak zorundadır.

11. Madende 7 Ekim 2021 tarihli ikinci kapasite artışıyla birlikte kullanılan kimyasal oranları çok büyük oranda artırılmış ve madenin kapasitesi iki katına çıkarılmıştır. Kullanılan kimyasallardaki büyük orandaki artışlar madenin kapasitesindeki ve üretimindeki artışı da beraberinde getirmiştir. Yani şirket yönetimi fiziki gerçekliğin ötesinde hedefler koyarak, mevcut fiziki şartları aşırı zorlayarak faciaya adeta davetiye çıkarmıştır. Liç sahası bir gökdelen gibi 33’üncü kata kadar yükseltilmiş ve FAZ 4B aşamasında gereğinden fazla cevher alana yüklenmiştir. Bu noktada 13 Şubat 2024 faciasına giden süreçte Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un imzaladığı ve onayladığı 7 Ekim 2021 tarihli ÇED raporu önemli bir yer tutmaktadır.

12. Öte yandan facianın boyutları 9 işçinin ölümünden çok daha büyüktür. Adına “kaza” denilen madencilik cinayetlerinde çok daha fazla ölümleri yaşamış bir ülkede, 9 işçimizin ölümünü küçümseyenler olabilir. Ancak çöken siyanürlü liç yığını doğu-batı ekseninde değil de kuzeye doğru aksaydı, hiç şüphesiz dünya tarihinin en büyük maden facialarından birisi yaşanacaktı. Çöpler köyü sakinleri dahil olmak üzere yüzlerce insanımız hayatını kaybedebileceği gibi Fırat nehri inanılması güç bir zehirlenmeyle karşı karşıya kalacaktı. Bugün de bu tehlike devam etmektedir.

13. Liç sahasının ayakta kalan 1, 2 ve 3’üncü fazları hala madenin tepesinde demoklesin kılıcı gibi sallanmaktadır. 47 milyon tonluk bir zehirli atık barajı ağzına kadar doldurulmuştur. Bölge bir deprem bölgesidir. Böylesine tehlikeli bir madende hala yarısı çökmüş bir liç sahası ve zehirli atık barajı büyük tehlike arz etmektedir. Fırat Nehrine 300 metre mesafede bu risklerin oluşumuna izin veren bir siyasi irade söz konusudur.

Peki neden bütün bu değerlendirmeleri yapıyoruz? Amacımız kimseye düşmanlık ya da hapishanelerde çürümesini sağlamak değil. Amacımız Çöpler türü faciaların tekrarlanmasının önüne geçmektir. Çünkü bugün Türkiye’de Çöpler gibi büyük risk yaratan ve adına “maden” denilen ekokırım merkezleri bulunuyor. Uşak’ta, Balıkesir’de, Çanakkale’de, Ordu’da, Artvin’de, Kütahya’da, Kırşehir’de ve daha birçok yerde faaliyet halinde ve birçok yerde açılması içinde çaba gösteriliyor. İnsanlardan karşı karşıya oldukları büyük riskler ve tehlikeler saklanarak bir yalan dünyası yaratılmakta ve sonuçlar aynen Çöpler’de olduğu gibi çok acı olmaktadır. Bu nedenle Çöpler Faciası Davası Türkiye’deki sömürge madenciliği için çok önemli bir dönüm noktasıdır.

Köşe Yazıları Haberleri