İstiklal Caddesi’ni ve Taksim’i ilk kez ne zaman gördüm hatırlamıyorum. İlk hatıra komik. 4-5 yaşlarında olmalıyım. Bir resmi bayramda annem ve babamla gece çıktığımız Taksim’de Sular İdaresi’nin duvarlarından akan suya hayranlıkla baktığımı hatırlıyorum. Sular İdaresi’nin duvarından akıtılan su mavi, kırmızı, yeşil, sarı (demek ki o zamanlar bu renklere alerji yoktu) ışıklarla renklendirilmişti. Ben o suların şerbet gibi bir şey olduğunu sanıyordum. Çocukken İstiklal Caddesi daha renkliydi. Gazinoların, pavyonların, mağazaların renkli neon tabelaları nedeniyle öyleydi galiba.
Beyoğlu’nda doğdum. İstiklal Caddesi ve Taksim en sık gittiğimiz yerdi ve hep öyle kaldı. Hasköy’den ayrılıp Avcılar’a taşındığımızda bile neredeyse her gün İstiklal’e gittim.
Sinemalar, konserler, barlara dönüşen birahaneler, meyhaneler, kafelere dönüşen kahvehaneler, her yaşa uygun hatıralar. Tabii ki politika, tanık olunan ilk katliam, ilk korsanlar, Cumartesi Anneleri…
Covid bariyerleri
Yaklaşık bir yıldır, yani salgın günlerinde her gittiğimde ise içimi büyük bir hüzün kaplıyor. Evet, cadde salgının ilk günlerindeki gibi değil, hala hareketli. İnsanlar bir aşağı, bir yukarı yürüyor. Ya da aldıkları kahvelerle Tünel’e yeni konulan banklarda oturup sohbet ediyorlar.
Tabii bir de uzun bir süredir Taksim’in ve İstiklal Caddesi’nin değişmez figürleri olan polisler... Caddeye çıkan her sokağın başında bariyerler duruyor. Caddeye yönelik ilk salgın kısıtlamaları çerçevesinde ara sokaklardan giriş yasaklanmıştı. Şimdi izin veriliyor ama bariyerler duruyor. Herhangi bir covid saldırısı ihtimaline karşı!
Bir de bizim mekanımız, yani Galatasaray Meydanı, hala bariyerle çevrili. İçinde Cumhuriyet Anıtı, bir veya iki zırhlı araç ve otomatik silahlı polisler duruyor. Ama bu önlemlerin corona ile alakası yok, meydan Cumartesi Anneleri’nden korunuyor.
Mekanlar kapalı ya çalışanlar….
Tüm dünya gibi Türkiye de salgınla boğuşuyor. Bu işi bilenler salgını durdurmanın en önemli yollarından birinin (yaygın bir aşılama yapılana kadar) kapanma olduğunu söylüyor. Ama herkes biliyor ki ilk günden bu yana kapanma, yarım yamalak uygulanıyor. Fabrikalar, iş yerleri açık, toplu taşıma yine izdiham içinde yapılıyor ama hafta sonları ve akşam sokağa çıkmak yasak. Aslında hafta sonları da birçok işyeri, fabrika, şantiye faaliyetlerini sürdürüyor.
Ama kahvehanelerin, kafelerin, meyhanelerin tümü kapalı. Açık olan paket servisi yapmaya çalışan lokantalar, büfeler ise iflasın eşiğinde. Salgının ikinci dalgasında alınan ilk önlem yine kahvehane ve lokantaların kapatılması oldu. Bir anda onbinlerce insan işinde oldu.
Kahveciler Federasyonu’nun internet sayfasına göre 120 bin üyeleri var. Her kahvehanede ortalama 3 kişinin çalıştığı söyleniyor. Bu hesaba göre 360 bin sadece kahvehanelerde çalışan işsiz sayısı. Hiçbir verinin doğru dürüst tutulmadığı memlekette bu rakamın çok daha fazla olduğu geliyor insanın aklına.
Müdavimi olduğum meyhanenin sahibiyle konuşuyorum. Çalışanları kısa çalışma ödeneği alıyormuş. Ama alınan para ev kirasını bile karşılamayacak durumda. Bir kısmı taksi şoförlüğüne, kuryeliğe başlamış, bir kısmı ise memleketlerine dönmüş. Mekan sahibi dükkanın kirasını ödemediğini, ne olacağını da bilmediğini söylüyor.
Kapanma değil kapatma
Geçen Mart’tan bu yana birçok mekan tamamen kapandı. Sadece Beyoğlu’nda değil, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de, İstanbul’un ve ülkenin her yerinde durum aynı. Onbinlerce aşçı, garson, komi, işsiz kaldı. Bunların çoğu zaten sigortasız çalıştığı için kısa çalışma ödeneğinden de yararlanamıyor.
İki aydır işsiz kalanlar ve kaderlerine terk edilenler sadece ‘eğlence yerleri’ olarak anılan bu mekanlarda çalışanlar değil. Bu mekanlara hizmet sağlayanlar da. Mesela müzisyenler… Mesela mekanlara buz, kuruyemiş, meze vesaire satanlar.
Kaç kişinin işini kaybettiğini hesaplamak çok güç. İş yerleri kapalı olanlar ve o mekanlarda çalışanlar zaman zaman yaptıkları açıklamalarla seslerini duyurmaya çalışıyor. Bu eylemlerde konuştuğumuz genç bir garson evinin elektrik ve doğalgazının kesik olduğunu söyledi. Büyük bölümü ailesinin evine geri dönmüş durumda. Zaten geçen Mart’tan bu yana kredi kartıyla geçindiklerini, tam o borçları kapatmaya çalışırken yeniden işsiz kaldıklarını anlatıyorlar. “Neden başka işyerleri, fabrikalar, şantiyeler açık, orada virüs bulaşmıyor mu?” diye soruyorlar. Eğer gerçekten salgına karşı önlem alınacaksa en azından faturalarının devlet tarafından ödenmesini istiyorlar. Ama en sarsıcı olanı bazı arkadaşlarının intihar ettiklerini söylemeleri.
Başta hüzün dedim ya hafif kalıyor, geri alıyorum. Durum gerçekten vahim.