İki yıl önce 30 Mayıs 2020'de koronavirüs bahanesiyle getirilmişti canlı müzik yasağı.
2 Haziran 2020 ve 21 Aralık 2020 tarihlerinde de yayınlanan genelgelerle yasak devam etmişti.
Salgının etkisini yitirdiği belirtilerek getirilen pek çok yasaklama kalkarken müzik yasağı sürmeye devam ediyordu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, normalleşme adımlarını açıklarken "Müzik yasağıyla ilgili Bilim Kurulu'nun aldığı bir karar yok. Onun da yakın zamanda kalkacağı kanaatindeyim" diyordu.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise "Kültür Bakanlığımız ve Sağlık Bakanlığımızla konuyu değerlendireceğiz" diyordu.
Noktayı Cumhurbaşkanı Erdoğan koymuştu.
"Kusura bakmayın, gece kimsenin kimseyi rahatsız etme hakkı yoktur" diyerek yaz sezonu ve turizm sektörünün talebiyle canlı müziğe saat 24.00'e kadar izin verileceğini söyledi.
Virüsle ilgili neredeyse bütün kısıtlamalar kaldırıldı ama müzik yasağı en fazla 01.00'e çekildi. O da her yerde değil tabii.
Elbette bu yaşam tarzına müdahale değilse virüsün notalarla yayılma hızını tespit etmiş olmalıydı Saray yönetimi.
Ortaya çıktı ki müzik gerçekten de tüm kötülüklerin anasıymış.
Dün İstanbul Valisi Ali Yerlikaya İstiklal‘deki bombalı saldırı nedeniyle caddede müzik ve performans gösterileri yapılmasını yasakladı.
Hem de süresiz.
Sadece bu da değil, "herhangi bir amaçla cadde üzerindeki işletmeler tarafından caddeye masa, sandalye, pano, seyyar tabela vb. konulması; stant kurulması; sergi açılması; seyyar satış yapılması ve satış tezgahı konulmalı; sosyal, kültürel veya ticari etkinlikler düzenlenmesi; hanutçuluk faaliyetleri" de yasak.
Yasaklar arasında dikkat çekici bir madde daha var. "Ve benzerleri“ diyor o maddede.
Herhalde akıllarına gelmeyen bir şeyle karşılaşırlarsa bu maddeye dayanarak onu da yasaklayacaklar.
Daha önce de caddedeki bankları, beton saksı ve ağaçları da kaldırtmıştı Vali Bey...
Öyle etkili ki bu yasaklar, başlar başlamaz “pandemi ortadan kalkıyor“, “ terörün kökü kazınıyor“.
Bunlar elbette duyulan, konuşulan yasaklar.
Bir de pek duyulmayan, duyulsa da konuşulmayan yasaklar var.
Mesela Türkiye'nin Rojava'ya yönelik hava harekatından sonra Diyarbakır, Van, Bingöl ve Bitlis'te getirilen 7 ile 15 gün arasında değişen yasaklar.
Bu kentlerde türlü toplantı, açık ve kapalı alan eylem ve etkinlikler (toplanma, yürüyüş, basın açıklaması, açlık grevi, oturma eylemi, miting, stant açma, çadır kurma, bildiri/broşür dağıtma, afiş/pankart asma vb) yasaklandı. Geçmişte bolca örneğine rastladığımız gibi tabii ki iktidar ortakları bu yasaklardan muaf.
Aslında Doğu ve Güneydoğu’da pek çok kentte bu tür yasaklar 15 Temmuz 2016‘daki darbe girişiminden beri sürüyor.
Önce OHAL’e dayandırılan yasaklar ardından “kamu düzeni ve güvenlik“ bahanesiyle getirilmeye başlandı.
Yasak rekoru ise Van’da.
Tam 6 yıldır valilik çeşitli bahanelerle kentteki her türlü eylem ve gösteriyi yasaklıyor.
Van’daki yasaklar arasında bir madde daha dikkat çekiyor; anket yapılması! Kamuoyu araştırma şirketlerinin dikkatine; 29 Kasım’a kadar Van’da anket yapamazsınız.
Sonrasında nasıl bir yasak getirerek “kesintisiz OHAL“i sürdürecek Van Valiliği göreceğiz.
Bitlis Valiliği ise yasaklarına “dilek feneri/balon uçurtmak, drone, paramotor/planör vb. her türlü hava faaliyetleri, konser, şenlik, tiyatro, skeç, sinevizyon, pandomim vb. faaliyetleri de eklemiş. Ancak Mülki İdare Amiri izin verirse kentte bunlar yapılabilir.
Bingöl Valiliği de şöyle bir madde eklemiş genelgesine: 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü eylem ve etkinlikleri…
Bu günün “her ne kadar ülke genelinde bir takım eylem ve etkinliklerle kutlansa da müzahir kadın grupları ve oluşumlar tarafından düzenlenecek her türlü eylem ve etkinliğin amacı dışına çıkarılarak kanunsuz eylemlere dönüştürülebileceğine“ karar vermiş Valilik.
Aynı yasak dün İstanbul’da da vardı. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Taksim ve İstiklal Caddesi polis ablukasına alındı ve bizzat devlet eliyle kadınlara şiddet uygulandı.
22 yılda AKP iktidarının ülkeyi getirdiği nokta bu ne yazık ki.
Çözüm yok, yasak çok.