“Arabalar renk renk geçerdi çalımlı
En güzeli seni getiren otobüstü…”
Hasan Hüseyin
Hasan Hüseyin Korkmazgil Anadolu’nun yetiştirdiği en önemli ve güçlü dizeleri olan ozanlarından biridir. Okurken, su gibi akan sayfalar dolusu şiirler yazmıştır. Alıntıladığım dize bir sevgili için yazılmıştır, bu belli. Bu dizenin anlamını anlatmak için birkaç sayfa metin yazılabilir. İki dizeden oluşan büyük anlam, şairin büyüklüğünün de net göstergesidir.
Her sabah uyandığımızda karşımızda, değerleriyle çürümüş, kurumlarıyla çökmüş bir memleket tablosu duruyor. Hasan Hüseyin’in dizelerindeki gibi garibanlığın diz boyu olmasına karşın sevdiğimizi bize getiren ve gözümüze de çok güzel gözükecek bir otobüs gibi memleket maalesef karşımızda yok.
AKP’den ayrılarak onun karşısında pozisyon alıp muhalefet eden siyasetçiler 23 yıllık iktidarı, içinde kendilerinin de yer aldığı bir bölümü ayrı tutarak, eleştiriyorlar. Bu hatalı bir değerlendirmedir. Bu iktidar, tüm aktörleriyle tam 23 yıllık bir sorumluluk taşımaktadır. Karşımızdaki Erdoğan rejimi 23 yılda inşa edilmiştir.
TMSF holding
Her sabah bir sermaye grubuna operasyon yapılmakta, muhtelif şirketlere TMSF el koymaktadır. Çok bilinen bir yöntemle, iktidara yaslanarak bir biçimde büyüyen, hatta korunan şirketlere, nedenini halen çözemediğimiz bir şekilde art arda operasyonlar yapılmakta ve el konulmaktadır. Kara para operasyonlarının ucunun üst düzey bürokratlara kadar uzaması da dikkat çekicidir.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) kuruluş amacı “bankacılık ve finans sistemine olan güveni korumak ve tasarruf sahiplerinin haklarını güvence altına almak” idi. Bu amaçtan ne kadar uzaklaşıldığının farkındayız, TMSF bugün artık Türkiye’nin en büyük holdingi. Elinde 1050’ye yakın şirket var. TMSF ülkenin en büyük medya patronu da aynı zamanda. 34 televizyon kanalı, 38 radyo ve 73 gazete, dergi ve matbaa ile 6 haber ajansına sahip bir medya patronu. TRT’nin yanına bunları koyduğunuz zaman hayli acayip bir devlet medyası ortaya çıkıyor.
TMSF, memleketin tablosunu anlayabilmek için gerçekten hayli açıklayıcı bir tablo koyuyor önümüze. Bu şirketler yılarca faaliyet gösterdiler, neden o zamanlar bunlara müdahale edilmedi? (TMSF’nin elindeki bu 34 televizyon kanalından birisinin de TELE1 olduğunu unutmayalım. Onun nedenini çok kolay anlayabiliyoruz.)
İktidarın “otobüsü” hayli farklı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan son yaptığı açıklamada “Barış denince, huzur denince istikrar denince akla ilk Türkiye geliyor” dedi. Bu tür açıklamalara AKP döneminde hayli alıştık. Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla bu açıklamalara itiraz, en azından cezaevi tehdidi olmayacağı için onlardan gelmeye başladı. Bu hepimizi biraz da olsa rahatlattı.
AB ülkelerine sığınma başvuru sayısında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Suriye, Afganistan ve Venezüella’nın ardından 4’üncü sırada. Kanada’ya yapılan başvurularda 5’inci, Yunanistan’a yapılan başvurularda ise 6’ncı sırada bulunuyoruz. Liste üzerine söz söylememize imkân bile vermiyor. Yani içinde bulunduğumuz ya da inecek olduğumuz “otobüs” hiç de söylenildiği gibi değil.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da “en iyimser” siyasetçilerimiz arasında. Yılmaz son yaptığı açıklamada “Dünyada çalkantı var, biz çok güçlüyüz” dedi.
İnan Mutlu hocanın hesaplamalarına göre son 4 yılda dünyada enerji fiyatları yüzde 21 düşerken Türkiye’de yüzde 471 arttı. Gıda fiyatları son 4 yılda dünyada yüzde 97, Türkiye’de ise yüzde 684 oranında yükseldi. OECD ülkelerinde Eylül ayı gıda enflasyonu ortalaması yüzde 5 iken Türkiye’de yüzde 36. “Keşke biz de çalkantıda olsaydık” dememiz gerekiyor galiba.
İktidarda oldukları 2009 yılında çıkan 200 TL’lik banknot, 133 dolardı. Aralıksız iktidar oldukları 16 yıl sonra 2025 yılında 200 TL’lik banknot sadece 4,7 dolar. “Dünya çalkalanıyor ama biz güçlüyüz” tablosu da bu işte!
Milli gelirin yüzde 3’ü faize gidiyor. 2024 yılında 1,3 trilyon TL faiz ödemesi yapıldı bütçeden. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek katıldığı televizyon programında teknik bilgi olarak aktardı, borcun faizini ödemek için de borç alarak bir nevi “faizin faizini” ödediklerini. Çok acayip bir şey söylediğinin farkında olsaydı bunu açıklamazdı. Aynı programda 23 yıldır iktidarda olduklarını unutarak bu döngüyü kıracaklarını anlattı uzun uzun. Nasıl kıracaklarını anlatmadı ama hepimiz biliyoruz, vatandaşın sırtından.
Bakan Şimşek vergi toplayamadıklarından yakınıyor. Bu nedenle asıldıkları gelir kalemi dolaylı vergiler. Vergi gelirlerinin yüzde 66’sı dolaylı vergilerden. Bu oran o “çalkantılı” AB’de sadece yüzde 30.
1937 tarihli Ulus gazetesi manşet atmış, “Bütçe 17 milyon lira fazla verdi” diye. Altta da detayları var fazla bütçenin nerelere aktarılacağına ilişkin. 2,3 milyonu eğitime, 1,5 milyonu sağlığa, 900 bini orman ıslahına, 8 milyonu sanayiye… O beğenilmeyen ve “toplu iğne bile üretilmeyen” yıllar bu yıllar. 2025 yılında öngörülen bütçe açığı ise 2 trilyon liraya yakın. Ya bir de toplu iğne yapamıyor olsaydık!
Bildiğiniz gibi “Türkiye bir hukuk devleti”. En azından Adalet Bakanı öyle söylüyor. Hukukun üstünlüğü endeksinde 10 yılda Türkiye tam 38 sıra geriledi. 143 ülke arasında 118’inci. Temel haklar konusunda ise 137’nci sırada. Adalet Bakanı’na göre bu raporları yayınlayan kurumların “destek ve fon” talepleri karşılanmadığı için Türkiye kötü gösteriliyor. Bu iddiayı destekleyecek hiçbir veri yok. Ve işin en kolay kısmı, “bunu” tam da öyle halletmek aslında.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı bir hukuk sistemini “iyi” göstermek için ne talep ettiklerini de merak etmemek elde değil.
Adalet Bakanı, AİHM kararlarını uygulama konusunda Avrupa’dan iyi noktada olduğumuzu söyledi. Ona yanıt İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’ndan geldi. Bakanın verdiği oranları düzeltti önce. Sonra da meseleye oransal değil sayı olarak bakılması gerektiğini anlattı. Mesela Türkiye’nin dosya sayısı 456. Yüzde 10’u 45 dosya ediyor. Belçika’nın dosya sayısı 27. Onun yüzde 10’u 3 dosya ediyor. Yani siz 45 kararı uygulamıyorsunuz Belçika ise sadece 3. Ama uygulama oranlarınız hemen hemen aynı. Bundan övünmek ya da bunun arkasına saklanmak da gerçekten övünülecek bir şey değil.
Cezaevlerindeki kapasiteyi aşan doluluk oranına ve yargı sisteminin pratiğine baktığımız zaman bile bu “otobüs” hiçbir kurum tarafından karşılığı ne olursa olsun güzel gösterilemez.
Paylaşım ahlaksızlığı
Ülkelerin gelirlerinin dağılımı hep adaletsizlik üzerinden ifade edilir. Oysa bu gelir dağılımdaki adaletsizlik aynı zamanda çok büyük bir ahlaksızlık üretir. Bölüşümü de ahlaksız bir hale de getirir.
Türkiye nüfusunun yüzde 71’inin varlığının toplamı ortalama 10 bin dolar bile etmiyor. En yoksul yüzde 90’lık nüfus toplam servetin sadece yüzde 32’sine sahip. En yoksul yüzde 30’nun mal varlığı ise negatif, yani borçlu. En zengin yüzde 20 tüm varlıkların yüzde 50’sini elinde bulunduruyor. En yoksul yüzde 50’nin elindeki varlık miktarı ise toplamın sadece yüzde 2’si.
Bu tabloyu yönetmek için başvuracağınız otoriter yönetimler iki yüzlülük, ahlaksızlık ve zafiyet üretir. Bu sisteme rıza üretmek de kolaydır. Muhalefetin içinde bulunduğu durum ile iktidarın ortaklaştığı alan da burası zaten. Parti değiştiren belediye başkanları da milletvekilleri de bu rızanın tekil örnekleridir.
17/25 Aralık sonrasında iktidar, sahip olduğu kurumlar ile kendisinin hiçbir koşul altında denetlenemeyeceğini açıkça hem söyledi hem de gösterdi. Karşısına koyduğu ve olumsuz olarak etiketlediği yapı ile mücadele ettiğini gerekçe göstererek ortaya saçılan iddiaların hiçbirinin tartışılmasına olanak tanımadı. Bu yaşandı. Bu süreç ülkedeki “yolsuzluk” algısıyla beraber yargı sisteminin algısını da değiştirdi.
Rejimin evrildiği yerde ona direnmek, değerlerdeki çürümeye ve kurumlardaki çökmeye karşı çıkmak tam da burada başlar. Siyaset için araçsallaştırılmış yargıya da ortaya çıkan iddiaların tamamına da mesafeli kalmak gerekir. Otoriter yönetimlerle mücadele etmek kadar onunla nasıl mücadele ettiğiniz de önemlidir. Yoksa çürüyen, çöken kurumların arasında kalıyorsunuz.
Bu yapıldığı zaman, o “otobüs” gerçekten en güzeli olur…