6 Şubat 2023 günü ardı ardına gelen iki ayrı depremle birlikte Türkiye tarihinin en büyük felaketi ve aynı zamanda en büyük ve örgütlü suçu ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Ülkenin son yüz yıl içinde karşılaştığı kan davası, katliamlar, siyasi şiddet ve terörizm vb. gibi yıkıcı nitelikteki hiçbir suç fiili bu çapta toplumsal bir yok oluşa yol açmamış, bizi mutlak ve çıkışsız bir toplu ölüme mahkum etmemişti.
On binlerce insanın ölümü yıllar içinde sayısız fail tarafından birer birer hazırlanmış, yaşadığımız konutlar merkez ve yerel yöneticiler, siyasetçiler ve müteahhitlerin elbirliği ile birer ölüm tuzağına dönüştürülmüştür. Yapıların bizi toplu öldürmeye ayarlanmış birer tetik olarak inşa edildiğini artık çok daha net olarak görüyoruz. Bu itibarla yaşadığımız deprem uzun yıllara yayılmış olan hazırlıklara dayanan bir “toplu infaz”dır. Bir tür “katliam”dır.
Yasalar Uygulanmaz Kurumlar Çalışmaz ise…
Nitekim bilimsel ve teknik veriler konut ve işyerlerinin ve yapıların nasıl bir infaz aracına dönüştürüldüğünü açıklıkla ve ayrıntılarıyla ortaya koymaktadırlar. Yapı mevzuatı, yapıların hangi teknik gereklilikler ve malzemeye sahip olması gerektiğini, bunlar olmadığı taktirde içindeki tüm canlılarıyla birlikte alaşağı olup bir enkaz haline geleceğini öngören şartnameler ile doludur. Bunları denetlemek de Çevre Bakanlığı, AFAD, yerel yönetimler, kamu kurumlarının kullanımına bağlı olarak Sağlık Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı vb. başta olmak üzere çeşitli kurumların sorumluluğu olarak belirlenmiştir. Bu gerekliliklere uyulmadığı ve denetlenmediği taktirde on binlerce, hatta yüzbinlerce insanın hayatını kaybedeceği, milyonlarca insanın ocağını terk etmek zorunda kalacağı herkesçe kolaylıkla öngörülebilir durumdadır. Tüm bunlar geçmişte suç oluşturan tüm fiillerin taksirle işlenmediğini en yukarıdan en aşağıya kadar uzanan yetki ve görevler zincirinde yer alanların öngörülebilir kasıtla hareket ettiklerini de göstermektedir.
Diğer yandan suçun kapsamı, boyutu ve derinliğinin deprem sonrasındaki müdahale, yardım ve kurtarma süreçlerindeki yetersizliklere kadar uzandığını, kurumların ve yöneticilerin deprem öncesi yasaları uygulamaktan imtina ederken deprem sonrasında da halkın çaresizliğine seyirci kalarak görev ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getiremediklerine şahit olmak, yaşadığımız depremi hazırlayan siyasal ve ekonomik faillerin çokluğunu apaçık ortaya koymuştur.
Bir Yurttaşlar İnsiyatifi Geliştirmeliyiz!
Bir noktayı daha özellikle vurgulamak isterim: Yaşadığımız depremler ve depremlerin bir felakete dönüşmesini engelleyecek önlemlerin alınmaması gelecekteki muhtemel depremlerde bizleri nelerin beklediğine dair ibret verici dersler sunmaktadır. Yasaların uygulanmadığı, kurumların işlemediği noktada yurttaşlara özel bir sorumluluk düşmektedir. Henüz yaşadığımız depremlerin bundan sonraki depremler için açık uyarılar olduğu göz önüne alındığında artık bu sorunun bir can güvenliği sorunu olduğunu kabul etmek zorundayız. Yurttaşların bu en temel sorun karşısında yeni bir müdahale ve itiraz alanı geliştirmek zorunda olduklarını, bunun bir yanının depremlerle yaşanan “toplu infaz”ların hesabının sorulması diğer yanının ise halen kullandığımız yapıların ölüm tuzağı olmaktan çıkarılmasına kadar uzanacak sorumlulukları üstlenmeyi gerektirdiğini öncelikle belirtmek gerekir.
“Yurttaşlar Adalet Divanı” Oluşturulmalı
Daha açık söylemek gerekirse olağan mahkemelerin yargılama süreçleri bir yandan sıkı biçimde takip edilirken diğer yandan da Türkiye’nin yargı da dahil kurumlarının işlevlerini yerine getirmemek yönündeki gelenekleri de göz önüne alınarak bir sivil yurttaşlar insiyatifi oluşturulmalı, bu insiyatif veya çevre doğru bir yargılama ve hesap sormanın tüm toplumsal, kültürel ve hatta teknik hazırlıklarını yapmalıdır. Böylece bir “yurttaşlar adalet divanı” kurarak yaşayan bir etik ve ahlaki sorumluluk zemini yaratılmalı ve bir kınama süreci başlatılmalıdır…
Bu meselenin artık bir can güvenliği sorunu olduğu göz önüne alındığında bu görevin aciliyeti ve önemi daha kolay anlaşılacaktır.
Bu Artık Bir Can Güvenliği Sorunudur
Artık herkes için malumdur ki Türkiye’de depremler nedeniyle hiç kimsenin can güvenliği yoktur. Yaşadığımız depremler, alınmayan önlemler, yetki ve görevlerini yerine getirmeyen yöneticiler ve konutları birer ekonomik yatırım haline getiren müteahhitler eliyle on binlerce insanın hayatını kaybettiği yüzbinlerce insanın yerinden yurdundan olduğu, bazı şehirlerin artık varlığından bile şüpheye düşüldüğü bir toplumsal felakete dönüşmüştür. Can güvenliğimiz ile ekonomik ve siyasi nüfuz sahiplerinin kötüye kullanımları arasında ciddi bir sorun doğmuş durumdadır. Artık sorun yurttaşlık haklarımızın en temel ve asgarisi olan yaşama hakkı sorununa dönüşmüştür. Türkiye’de ekonomik ve siyasi nüfuz sahiplerinin çıkarlarını takip eden “devlet kültürü”nün değiştirildiği, “toplu infaz”ların durdurulduğu ve böylece can güvenliğinin sağlandığı bir ülke için yurttaşların kendi politik sorumluluğunu ele almaktan başka çaresi kalmamıştır.
Bu Artık bir Yurttaşlık Sorunudur
Yaşadığımız depremler nedeniyle gördük ki yetkili kişi ve kurumlar görev ve sorumluluklarını yerine getirmemişler ve ciddi bir yönetim ve denetim sorunu olduğu ortaya çıkmıştır. Devlet ve kurumları yasal ve kurumsal olarak vaadettiği görevleri yapmamış, on binlerce yurttaşın ölümüne giden sürecin bazen etkin bazen pasif faili olmuşlardır. Bu durum yasaların ve kurumların asıl sahibi olan yurttaşları her türlü iş ve eylemde öne çıkmak, gözlemek,, denetlemek ve hesap sormak konusunda birincil mercii haline getirmiştir. Bu itibarla “deprem suçları”na yönelik olarak yeni bir yargılama yolu bulmalı, yargılarken yurttaşlığımızı, haklarımızı ve özgürlüklerimizi de can güvenliğimiz ile birlikte kuracağımızı bilmeliyiz. Nitekim yaşadığımız depremin kapsamı, niteliği ve boyutu soruşturma ve yargılamanın artık yurttaşlık meselesi ile doğrudan ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu itibarla olağan mahkemelerin faaliyetleri yakından izlenmeli ve beraberinde yurttaşların bu süreçleri aktif biçimde takip edecekleri sivil bir hesap sorma süreci de başlatılmalıdır.
Aksi halde, her depremde ölülerimizi sayıp, son anda kurtarabildiklerimize sevinerek kendine hayat kırıntıları biriktiren bir yurttaşlar topluluğu olarak ölümle-yaşam arasında kalmaya devam edeceğiz…