Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı 17 Mart 2023 tarihinde 11 ili kapsayan Kahramanmaraş ve Hatay depreminin ardından raporunu yayınladı. 140 sayfa rapor aynı zamanda iktidarın sürece ne kadar hazırlıksız, plansız olunduğunun ve yanlış yönetildiğinin de iktidar tarafından ilanı olmuş. Depremin yol açtığı hasarın Türkiye ekonomisi üzerindeki toplam yükü 2 trilyon olarak ifade edildiği raporun, her bir satırını okurken alınmayan önlemler, geç gelen arama kurtarma sonucu yaşadığımız kayıpların maddi karşılığının olamayacağı düşüncesi aklınızdan, depremin 40.gününde Hatay Samandağ’ını çınlatan “helalleşmeyeceğiz, hesaplaşacağız” haykırışları gözlerinizin önünden geçiyor. Raporun satır araları hesaplaşma gününün iddianame başlıklarını da içeriyor.
İnsanlarımız iktidarın yönetememesinin kurbanı olarak, ağır betonun altında, bağıra bağıra, donarak öldüler.
Raporda bölgede 35.250 arama kurtarma personelinin çalıştığı ifade ediliyor. 35 bin 355 yıkılmış binada enkaz altında kalan canların kurtarılması için, gönüllüleri saymazsak nerdeyse her binaya bir arama kurtarma personeli düşüyor. İlk üç gün bölgeye gidilmediği aşikârken, enkazlarda arama kurtarma yapılmadığının göstergesi olan bu rakamlar hakikati dışa vuruyor. Bölgede 18.048 iş makinesi çalışmış. Günlerce vinç isteyen halkımızın ne kadarda haklı olduğu, arama kurtarma ekipleri gibi iş makinelerinin de yetersizliği dört işlem yoluyla yine raporun sayfalarında açığa çıkıyor.
İktidarın itirafı: teknik personel yetersiz, doğru plan kararları alamadık, afete açık kentsel dokular oluşturduk.
Deprem bölgesinde, konut, işyeri, kamu yapılarından oluşan 2 milyon 618 bin 697 binadan, 906 bin 515 binada hasar tespiti henüz yapılmamış. Teknik elemanların, yetişmiş elemanların yetersizliğinden bahsedilen raporda, raporu hazırlayan iktidarın, 21 yıldır sanki ülkeyi yönetmiyormuş hissiyatına kapılıyorsunuz bir anda. İmar süreçlerinin nasıl teknik yetersizlikler içerisinde yürütüldüğünü, bütüncül bir planlamanın yapılmadığını, finansman ve planlama adımlarının yanlış hesaplandığını okuyorsunuz. Sanki bütün bunları başkaları yapmış gibi yazmak etik bir durum değil. Kamunun ihtiyacı olan, teknik eleman, mimar, mühendis, şehir plancısı yerine 10 bin imam ataması yapan iktidarın hazırladığı raporda; “Teknik kapasite ve personel yetersizlikleri, kentsel verileri (bina, mülkiyet, plan, ruhsat, jeolojik etüt, dere yatağı vb.) içeren bilgi sistemlerinin yetersizliği gibi nedenlerle de imar planlarında doğru plan kararları alınamamakta, afet riskine açık yapılaşmaları içeren kentsel dokular oluşabilmektedir.” diye açıklaması aymazlık değil de nedir?
Raporda iktidar, kentsel dönüşümde yanlış yaptığını itiraf ediyor
Kentsel dönüşüm sürecini, rant odaklı planlayan iktidar tarım arazileri, ormanlık alanları, kentsel dönüşüm alanı ilan etmiş, bunu yargıya taşıyan meslek örgütlerini de neredeyse deprem sürecinin sorumlusu ilan etmeye çalışmıştı. Raporda kentsel dönüşümü mülkiyet ve finansman sorunları nedeniyle istenilen hızda gerçekleştiremedikleri ve bütüncül bir planlama yapılmadığı, finansmanı emsal artırımı ile çözme yaklaşımının, yüksek yoğunluk oluşmasına neden olduğunun altı çiziliyor. “Kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında riskli yapıların yenilenmesi, finansmanını emsal artırımına dayalı olarak oluşturan alanlarda parçacıl olarak gerçekleştirilmiştir. Bu durum yapı yoğunluğu yüksek yeni konut alanlarının oluşmasına yol açmıştır.” Satırlarını yazan Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı değil de sorumluluğu olmayan birileri yapmış sanıyorsunuz.
Deprem sonrası da yönetilemedi: 631 kişiye bir mobil duş, 285 kişiye bir mobil tuvalet ünitesi
Raporda durum tespiti yapılırken, aslında satır araları detaylı okunmaya başladığında İktidarın tüm hatalarını görebiliyorsunuz. Rapor bir anda kendi suçlarını ifşa eden bir belgeye dönüşüyor. Depremin ardından hızlıca çözümlenmesi gereken acil barınma üniteleri ve hijyen altyapısının da yetersizliğini okuyorsunuz. Çadır ve konteyner çalışmalarının devam ettiğini, 631 kişiye bir mobil duş ünitesi, 285 kişiye 1 tuvalet konteyneri düştüğünü matematik bilen herkes rapordan çıkartabiliyor.
Çöken iktidarın betona dayalı yapı üretimi
Ülkemizin %93’ünün deprem bölgesi olduğu düşünüldüğünde, halkının sağlıklı konutlarda yaşamasını isteyen her yönetim, güvenli bir yapı üretim süreci ve depreme dayanıklı yapı teknolojilerini planlar. Deprem bölgesindeki binaların yüzde 86,7’si, dairelerin ise yüzde 95,4’ü betonarme olarak inşa edilmiş. Binaların yüzde 2,4’ü çelik, yüzde 3,5’i yığma, yüzde 3,6’sı prefabrik olarak sınıflandırılmış.
“Diğer yandan, maliyeti yüksek olmakla birlikte depremlere karşı dayanıklı olduğu genellikle kabul edilen çelik konstrüksiyon yapıların da oldukça düşük oranda olduğu görülmektedir. Depreme maruz kalan illerdeki yapı stokunun büyük oranda betonarme olması verisinin yorumlanabilmesi, hasarlı binaların taşıyıcı sistemi konusunda daha detaylı bilgi edinilmesiyle mümkün olabilecektir. Ayrıca, yapı izni olmayan binalar için de veri toplanması gerekmektedir. Yapı izni olmayan binalar proje ve yapım aşamasında herhangi bir kontrol ve denetime tabi tutulmadığından daha yüksek risk taşımaktadır”
Raporda bu satırları okuduğunuzda, acaba beton lobisine kimler teslim olmuş, kaçak yapılar için imar affını kimler çıkartmış, farklı yapı teknolojileri yerine neden hep betona dayalı bir yapı üretim süreci tercih edilmiş, kimler bunu teşvik etmiş diye düşünmeden edemiyorsunuz. İktidarın yapı üretim sürecinin beton üzerine şekillendiği, kaçak yapılara imar affı çıkarttığı, denetimin özelleştirildiği, 21 yıllık icraatının bir sonucu olarak gün gibi ortada.
Kültür varlıklarının %66’sında henüz inceleme yapılmamış
Raporda deprem bölgesinde bulunan 8444 tescilli kültür varlığından sadece 2863’ünün incelendiği not edilmiş. Bölgede bulunan kültür varlıklarının %66’sı yani 5581’i henüz incelenmemiş. İncelenmiş olan eserlerin sayısının, Kültür Varlıkları Koruma Kanunu olan 2863 sayılı kanunla benzerliği ise çok manidar. Sokaklarından, anıt abidelerine, idari yapılarından, kültürel yapılarına, şehitliklerinden askeri yapılarına, endüstri ve ticari yapılarından dini yapılarına, mezarlıklarından sivil imarlık eserlerine kadar, büyük bir kültürel zenginliğin olduğu bölgede, hala tespitlerin tamamlanamamış olması, kültür varlıklarının korumasız ve sahipsiz bir şekilde talana açık olduğunun da göstergesi.
Rantın yeniden inşası, depremzedelerin borçlandırılması
Deprem sırasında gerekli müdahaleleri zamanında yapamayan, acil barınma üniteleri talebini karşılayamayan ve çadırların konteynırların koyulduğu alanlardaki yer seçimleri ile yeni afetler yaşanmasına neden olan iktidarın tüm hedefi kalıcı konut yapımı furyasında. Bölgede 405 bin 5 adet konut yapılması gündemde. 24 Şubat’ta yayınlanan kararname ile planlama ve mimarlık süreçleri rafa kaldırılmış durumda, ormanlar meralar yapılaşmaya açılıyor. Mülkiyet transferleri ile mülkiyetin el değiştirilmesi bir kez daha deprem nedeniyle gündemde. İnsanların merkezdeki arsalarına el koyulacak, onun yerine orman ve mera alanlarında, yatakhane konutlar yapılacak ve bu yatakhane konutlar kredi borçlandırması ile halka satılacak. Yani enkaz altında evini, yaşamını, işini, parasını, canlarını kaybetmiş halkı kredi ile borçlandırarak ev sahibi yapacak bir iktidar anlayışı ile karşı karşıya kalmak böyle bir şey işte. Yaklaşık 608 milyara mal olacak yatakhane konut üretiminin kazananı yine inşaat sektörü, iktidar yanlısı holdingler, müteahhit ve müşavirlik firmaları, mimarlık ve mühendislik şirketleri olacak. Raporda daha ilk aşamada afet konutlarına 30 milyar ek ödenek ayrılmasının da anlamı bu olsa gerek.
Kalıcı konutların bilimsel olarak hızlı bir şekilde ele alınmaması gerektiği meslek odaları ve bilim insanları tarafından sürekli dile getirilmesine rağmen, ihalelerin dağıtılması, temellerin atılması büyük paylaşımın erkene çekilerek yangından mal kaçırma yaklaşımının işaretini, raporun satır ararlarında okumak anlamak mümkün. Üstelik yine raporda yazdığı üzere, 2014 yılında hazırlanan Türkiye Afet Müdahale Planı kapsamında, afet sonrası iyileştirme planları henüz taslak halinde ve hazırlık sürecinin devam ettiği ifade edilmekte. Yıllar öncesinde afet sonrası iyileştirme planlarının hazırlanmamış olduğu açığa çıkarken, ihalelerin hazırlanmış olduğu gerçekliği, neyi hedeflediklerini gün yüzüne çıkartıyor. Deprem bölgesinde yeniden inşa, rantın yeniden inşasına dönüşüyor.
Raporda iktidar görünmezlik elbisesi giyerek kendini gizlemeye çalışıyor. Oysa kral çıplak hem de çırılçıplak
Yukarıdan aşağıya yapı üretim sürecinin aktörleri ve bu yıkımda sorumluluğu olan yetkililere, bürokratlara, bakanlara, siyasetçilere, müteahhitlere, yapı denetim firmalarına, teknik elemanlarına dair bütünlüklü olarak tek bir kelime bile yok. Deprem bölgesinde yapılan 1/100.000 lik çevre düzenin planını yapan Çevre Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığına, plana olumlu görüş veren tüm kurumlara hakkında dava açılması gerekliliğine dair ise tabi ki hiçbir şey yok. İktidarın hazırladığı rapor kendisini ele verirken enkazın büyüklüğünün altını çiziyor. Hazırlanan raporda, kendisi yönetimde değilmiş gibi tavsiyelerde bulunuyor, görünmezlik elbisesi giyerek kendini gizlemeye çalışıyor. Oysa kral çıplak, hem de çırılçıplak, rapordan okunuyor.
Raporu bu haliyle hazırlayan, satır aralarında akrostiş gibi, kafa yorarak gerçekliği okumamıza olanak sağlayan bürokratların varlığı, bu ülkenin sigortası olarak oralarda duruyor.
Cumhuriyet’i yeniden imar etmek
Cumhuriyet’in ilanında ülkenin nüfusu, nerdeyse bugün deprem bölgesinde etkilenen nüfus kadardı. O gün savaştan çıkmış bir ülkede Cumhuriyet’in adanmış kadroları ile koca bir ülke, barajlarından fabrikalarına, demiryollarından limanlarına, karayollarına, kooperatiflerine, istasyonlarına, tünellerine, okullarına üniversitelerine, parklarına, stadyumlarına, hastanelerine kadar, bir ülkenin neye ihtiyacı varsa, nefes alınan özgür bir ülke imar edildi.Halkı iskan etsin diye iİmar ve iskan koyuldu bütün çalışmaların adı. İmar ve İskan Bakanlığı kuruldu. Bugünden baktığımızda da en doğrusunun bu olduğu ayan beyan ortada.
Binlerce yurttaşımızı kaybettiğimiz deprem bölgesinde, acılarımızı geçici ağrı kesiciler ile dindirmeyeceğiz. Acımıza neden olanlara neşter vurup hep birlikte iyileşecek bir süreci birlikte örgütleyeceğiz. Konutlarından, işyerlerine, okullarından, hastanelerine, enerjisinden bilgi teknolojilerine, demiryollarından, havayollarına, karayollarına, barajlarından kültür varlıklarına, köprülerinden tünellerine, viyadüklerine, istasyonlarından, sulama kanallarına, sondaj kuyularına tarımından, hayvancılığına, turizmine kadar yıkılmış, ağır hasar almış memleketin birlikte iyileşmeye, birlikte imar edilmeye, birlikte iskân edilmeye ihtiyacı var.
Ezan sesleriyle, çan seslerinin birbirine karıştığı kültürler coğrafyası deprem bölgesinde kentlerin ruhunu, hoşgörüsünü, birlikte kurmanın mimarı olmak için 14 Mayıs hepimizin ipi göğüsleyeceği büyük maraton. Maratonun heyecanını yüreklerimizde duyumsayalım. Zira Cumhuriyet’i yeniden imar edeceğiz.