22 yıldır mutlak güçle iktidarda olan bir siyasi yapının devlet krizine muhatap olması gerçekten çok ilginç.
Anayasa Mahkemesi dahil yüksek yargının tamamı, sivil ve askeri bürokrasi, bizzat mevcut iktidar tarafından, yıllardır kılcal damarlarına kadar yapılan atamalar ile oluştu. Eski genelkurmay başkanlarını da bakan olarak atayarak oradaki hiyerarşiyi bile bozmak istemeyen bir siyasi iktidar ülkeyi yönetiyor.
Bu tablo üzerinden bir devlet ya da devlet içi krizden söz etmek hayli zor. Bir devlet ya da devlet içi krizden söz ediyorsak demek ki ortada homojen bir devlet organizasyonu yok, muhtelif koalisyonlar, ittifaklar var demektir. Ve ortaya çıkan her krizin de bu ittifakların herhangi birinin karşı tarafa hamlesi olarak görülmesi gerekir.
Süleyman Demirel’in “bu ülkede hükümet olabilirsiniz ama iktidar olamazsınız” sözü çok gerilerde kaldı. Recep Tayyip Erdoğan bu tezi çürüttü. Sabırla, adım adım uygulamaya koyduğu projesi ile tek başına hem hükümet hem de iktidar olmayı başardı. Devleti artık Erdoğan’dan ayrı tarif etme imkânınız yoktur. Özellikle 15 Temmuz sonrasında.
Bu ülkede bir genelkurmay başkanı “terör örgütü kurmak ve yönetmek” iddiası ile tutuklandı. Tutuklanan İlker Başbuğ’du. Erdoğan bunu değerlendirirken 2 yıl beraber çalıştıkları bir mesai arkadaşı olduğunu ve tutuksuz yargılanmasını daha doğru bulduğunu söylemekle yetindi. Oysa daha sonra örgüt suçu haline gelen “cemaat üyeliği” nedeniyle emniyet müdürlüğüne kadar gelen Ali Fuat Yılmazer, Başbuğ’un tutuklanmasını bizzat Erdoğan’ın istediğini açıklamıştı.
Taraflar arasında çatışma nedeniyle tüm bu iddialara mesafeli yaklaşmamız da gerekir. Ama siyasetin tam da Demirel’in söylediği gibi hükümet olup iktidar olamadığı dönemlerde bürokrasi bu kadar araçsallaştırılamazdı.Oradaki sıkıntılar daha başkaydı. Ama burada araçsallaştırılmış bürokrasi bir dönem sonra günah keçisi hatta tek sorumlu haline gelebiliyor. Bürokrasinin yaptıkları “darbe” olarak nitelendirilmeye kadar varabiliyor.
İktidarın önünde 2 dava dosyası var. Ayhan Bora Kaplan ve Sinan Ateş dosyaları.
Birisinin merkezinde açık bir biçimde iktidar içindeki pozisyonu ortaklık olarak tanımlanan MHP, diğerinde (kısmen MHP olsa da) eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile onun devlet içinde temsil ettiği politik pozisyon var. Yani kısmen muhafazakarlıktan uzak kalarak milliyetçi, hatta biraz da ulusalcı. MHP’ye de daha yakın.
Sinan Ateş iddianamesi pek çok eksik ile hazırlandı. Sonra sızdırılan bilgilerle iddianamedeki eksiklikler MHP’yi biraz daha içine alarak giderildi. Yani iddianamenin eksik hazırlanmış olması MHP’ye “kıyakmış” gibi yapılırken bir anda MHP’ye “operasyon” haline döndü. İddianamenin eksik hazırlanması nedeniyle cinayet daha fazla tartışmalı hale geldi, hatta yıllar sonra cinayetin görüntüleri bile ortaya çıktı.
Ayhan Bora Kaplan meselesinde de aynı tabloya tanıklık yaptık. Ortaya çıkan itirafçılar, onların itirafları, hayli mantıklı gelen iktidar mücadelelerine tartışmaları taşıyarak bir kriz potansiyeline dönüştü. MHP lideri Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı'na sahip çıkan açıklamalarla, Erdoğan da öznesi olmayan ama “bürokrasiyi” kasteden sert eleştirilerle tartışmaya müdahil oldular.
Tartışmalar, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın görevden alınacağına kadar götürdü işi. Ama Erdoğan’ı tanıyanlar bu operasyonların ondan habersiz yapılamayacağını bilirler. Bu iki dosyadan da Erdoğan’ın rahatsız olduğu bir sır değil. Erdoğan hoşlanmadığı ya da kendisine sıkıntı yaratacak yükü sırtında taşımayı sevmez. O nedenle biraz stresli görünse de Ali Yerlikaya’nın rahat hareket ettiğini görüyoruz. Mesele nereye kadar gidebileceğidir. Aynı soru Adalet Bakanı için de geçerlidir.
Bazı yönetimler krizi sever. Kriz dönemlerinde yönetim çok daha konforludur. Muhtelif sahici meseleler unutulur. Bizim ülkemizde sürekli olan haldir bu. Bu kriz ile iktidar paydaşlarına içinde durmaları gereken alan tekrar çizilmiştir ve bunun dışına çıkmamaları da hatırlatılmıştır. Bu siyaset sahnesi için de bürokrasi için de geçerlidir.
Ama unutmamak lazım, Erdoğan’ı çok sert eleştirdikten birkaç ay sonra Bahçeli Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni ona hediye etmişti…