Rahmetli annem “Bazısı hafızasını zeka zanneder” derdi.
Şu aralar aklıma hep Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin bundan 7 ay önce söylediği şu söz geliyor: “Hani hep hayal edersiniz ya, şöyle bir uyusam da 6 ay sonra uyansam diye; bir uyuyun 6 ay sonra uyanın… Çok farklı noktalara gideceğiz, çok farklı noktalara…”
Haklı çıktı Bakan Nebati. Gerçekten de Türkiye ekonomik olarak çok farklı noktalara gitti. Artık toparlanması çok zaman alacak bir dibe doğru serbest düşüş yaşıyor memleket.
Hafızamızı zeka zannetmeden AKP’nin 2002’de aldığı Türkiye’yi nasıl 1990’lara götürdüğüne bakalım.
Özellikle Gezi ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra şirazesi kayan AKP, izlediği fantastik ekonomik ve siyasi uygulamalarla geri viteste hız rekoru kırdı. Elbette bu durum ekonomiyle sınırlı kalmadı.
40 yaşın altındaki insanların zar zor hatırladıkları 90'ların kahramanları en kanlı ve en karanlık halleriyle yeniden sahne almaya başladılar. Hem de Çiller, Ağar, Çakıcı, Peker, Evcil gibi en sembolleşmiş kötüler. Derin bağlantılı uyuşturucu ticareti, işkence, cezaevlerindeki insan hakları ihlalleri, HDP’ye de öncülü partiler gibi kapatılma davası açılması, binlerce siyasi tutuklama, Yunanistan’la gerginlik, sınır ötesi operasyonlar ve ekonomik krizle 90'lar fotoğrafı tamamlandı.
Doksanlardan 1993’ü örnek olarak alalım ve biraz geçmişin karanlık sularına dalalım.
Yaşı müsait pozitif insanlar 1993’ü Guns’n Roses, Elton John, Metallica, Sting, Bon Kovi, Scorpions, Michael Jackson, Madonna'nın İstanbul konserleriyle anmak istese de o yalnızca İstanbul’da yaşanan lokal ve geçici bir halüsinasyondu.
Güneydoğu'da JİTEM ve Hizbullah el ele binlerce faili malum cinayet işliyordu.
Yalnızca 1993'ü karanlığını çözen ülkenin 100 yıllık karanlığını çözecekti ama olmadı.
AKP biraz da o iddiayla gelmişti iktidara. Cemaatle yaptıkları ortaklıkta yanlarına liberalleri de almışlardı. İlk birkaç yıl hariç bir güç ve iktidar sorunları yoktu, fakat 1993’ün bile perdesini kaldır(a)madılar, tuğlasını çek(e)mediler. Halbuki yalnızca 1993’te İstanbul’da o konserler olurken Uğur Mumcu cinayeti, Eşref Bitlis’in şüpheli ölümü, Özal’ın ani vefatı, silahsız 33 erin katli, Sivas ve Başbağlar vahşeti olmuştu.
2002 - 2010 arası takiye dolu yıllardı. "mış" gibi yaparak 3Y ile mücadele ettiklerini söylüyorlardı. Bunun gerçek olduğuna geniş kesimleri inandırmışlardı. Sonuç olarak 3Y şöyle nihayet buldu:
Y-olsuzluk = Çok şükür duble yollarımız oldu 5 müteahhidi zengin ederek
Y-oksulluk = Onların Doları varsa bizim Allahımız var noktasına geldik
Y-asaklar= Yasakları konuşmak bile yasaklandı artık
Ele geçirdikleri medya organlarıyla ,olmayan bir geçmişten sürekli bahsedip (Abdülhamid), olmayacak bir geleceği gösterip (2023 Lozan’nın gizli maddeleri yalanı) bugünümüzü yaşanmaz hale getirdiler hikayelerinin sonuna yaklaşırken.
Şimdi seçim yaklaştıkça “Titriyorlar mücrim (suçlu) gibi baktıkça istikballerine”.
Onun için de kendileri dışında herkesi hain ilan ediyorlar. Muhalefetin seçim kazanmak istemeye dönük her hareketini “darbe” diye yaftalıyorlar. Muhalefetin tek amacının iktidar olmak olduğunu bilmediklerinden değil başka çareleri yok.
Kısa hayatlarımızda kötülüğün sembolü olmuş ve artık normal şartlarda unutmuş olmamız gereken Çiller ve saz arkadaşı mafya figürlerini piyasaya sürüyorlar. Geçmişi hatırlatıp gelecek için tüm topluma şantaj siyaseti yapıyorlar.
Nikita Kruşçev dediği gibi: “O kadar çok yaşadım ki önümde yalnızca geçmişim duruyor...”
Biz de 20 yıllık AKP iktidarında o kadar çok şey yaşadık ki önümüzde 2023-2053 hedefleri değil geçmişin karanlık günleri duruyor.
Bu terse giden zaman tünelinden çıkmazsak 90’ların karanlık yıllarıdan sonra 80’lerin askeri rejim yıllarına, 70’lerin sokak çatışmalarına…40’ların kıtlık ortamına kadar yolu var bu geriye gidişin. “Benjamin Button'’un tuhaf hikayesini ” ülke olarak yaşıyoruz.
İktidarının en şaşalı ve en takiyeli yıllarında Hz. Ömer’in sözüne ithafen “Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır” diyenler Çakıcı’ya özel af çıkardılar. Çiller’den medet umacak hale geldiler. Peker temiz toplum savcısına döndü.
Ez cümle diyeceğim o ki özellikle son 10 yılda trenin perdeleri kapalı ve tren sallanıyor diye istikbale gidiyoruz sanıyorduk. Halbuki 90’lar istasyonunda takılıp kalmışız. 90’larda İstanbul eller havaya konserlerdeyken Kürtler koyu bir karanlığın içindeydi. Şimdi memleketin her tarafı tatsız, tuzsuz ve keyifsiz…Kürtler ve Türkler tarihte belki de ilk defa mutsuzluk skalasında birbirlerine yaklaştılar.
Mesela 29 yıl geçti Sivas’ta vahşetin üzerinden ama anma törenine katılanlara bozkurt ve şahadet işareti yapan insanlar azalmadı. Bilakis resmi düşünce halini aldı. “Sivas katliamının arka planı” falan gibi komplo teorileri boş laftan başka bir şey değil artık. 2 Temmuz 2022’deki anma törene bile saldırmak isteyip Polis engeliyle karşılaşan sıradan insanlar yaptı 1993’te o vahşeti. Bugün aynı ortam oluşsa yine yaparlar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Tüm bu fotoğraftan dolayı aklıma gelen en makul çözüm “siyasal İslamcılığı” tarihin çöplüğüne atacak ezici bir seçim zaferi kazanmalı muhalefet. Belki de Türkiye her zaman muhafazakâr bir ülke olacak ama “siyasal İslamcılığın” kötü bir anı olarak hatırlamak için ezici bir seçim zaferi şart.
Memleketin tüm hafızasını sildirip 1900’lerin başına dönmek ve her şeyi yeniden inşa etmek mümkün olmadığına göre tek çözüm tartışmasız ezici bir galibiyet.
Ya da her şeyi unutup Melih Cevdet Anday’ın meşhur şiirini okuyarak “ne haliniz varsa görün” demekten başka çare kalmıyor.
Bir misafirliğe gitsem / Bana temiz bir yatak yapsalar / Her şeyi, adımı bile unutup, Uyusam…Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa / Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar / Nerede olduğumu hatırlamasam/ Hatta adımı bile unutsam…
Yoksa bu döngülü kabus bitmiyor. Ve ömür geçip gidiyor.