Düpedüz kral olsan çaresiz!

Dolar, faiz, tahvil, kredi piyasasını kenardan köşeden zapturapt altına almaya çalışıyorlar ama zor. Faizde nas var diyorlar. Tutmuyor. MB faizini 8.5’e çekmişler ama piyasada faizler enflasyona doğru tırmanıyor. Onlar indirdikçe piyasa faizleri artıyor. Yüzde 30 – 35’i bulmuş.

Kıymetli hocamız Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun bizdeki sistem için tanımı “patrimonyal sultanizm.”

Ben bu tanımı çok tuttum. Kendimce şöyle uyarlıyorum bizdeki sisteme: Düpedüz Osmanlı padişahları gibi “mülkün sahibi” değil ama “mülkün sahibiymiş gibi” eylemek… Sanki sahibiymiş gibi icraat. İstediği işi istediğine, istediği makamı istediğine, istediği kamu mülkünü istediğine verebiliyor. Bir görünüşü kurtarma nüansı var sadece. Güya ihale yapıyor mesela. İhale yapıyor ama “arzusunu hissettirerek” yapıyor. Kim girecek, kim hiç salona gelmeyecek belli oluyor çoktan. Bazen de “iş” kimin alacağı belirlendikten sonra, yoksa eğer bir şirket kurduruluyor önce. Böyle ihaleden üç beş gün önce kurulmuş çok şirket gördük. Mesela bir yanaşma vakıf bir büyük, değerli kamu mülküne göz mü dikti? Birkaç yüz milyon dolar edecek bir kamu mülkünü yıllık beş – on milyon dolara mı kapatmak istiyor? Tensip belli olduktan sonra uyduruk bir “intifa veya irtifa hakkı tesis” ediliyor. Mevzuatsa mevzuat!

Bizde işler uzun zamandır böyle yürüyor. O beşli - onlu çeteler, 50 ihale almış müteahhitler, 5 – 10 maaşlı bürokratlar böyle çıktı. O türedi rant zenginleri, o üç günlük holdingler, o makalesiz rektörler, dekanlar, ilahiyatçı AFAD’çılar, kurumu kana muhtaç eden Kızılay yönetimi, kamu malıyla, milletin imkanlarıyla vakıfçılık yapan kurumlar böyle çıktı. İş piyasasındaki rekabet eşitliği böyle berhava edildi. Kim hükümeti destekliyor, kim desteklemiyor… Ona göre!

Tecrübe ettik ki neoliberalin İslamcısı başka bir fena oluyor. Özal da böyleydi. Neoliberal İslamcı AKP, hükümet olur olmaz ilk iş bu kamu mallarını ele aldı. Önce yüzlerce kamu şirketini, varlığını, binlerce kamu mülkünü sattı. 70 milyar dolarlık özelleştirme ile kamu ekonomisinin köküne kibrit suyu döktü. 180 milyon dolara kurulmuş fabrikalar, 5 – 10 milyon dolara yandaşlara gitti. Türk Telekom gibi çok karlı, kamu şirketleri “becerikli” işlerle birkaç yıllık karı tutarına satıldı. Elektrik dağıtımı, üretimi, doğalgaz dağıtımı, otoyollar, köprüler, limanlar, hastaneler… Bütün kamu altyapıları özel sektöre yaptırılıp kiralandı. Bu kanaldan da 150 milyar dolarlık garanti hortumu bağlandı bütçeye. İş piyasasını darmadağın ettiler. Serbest rekabet öldü. İhale Kanunu’nu 100’den fazla kere delerek, değiştirerek işleri istediklerine vermenin yolunu açtılar. Sıradan bina işlerini bile 21B maddesine taşıdılar. İş acele değil mi? Sorun değil. Acele iş saydılar, dağıttılar. Yer başkasının mı? Vermiyor mu? “Acele kamulaştırma” sistemi getirdiler. Köylünün bağına, bostanına girdiler. Direnirse jandarma marifetiyle el koydular… O yerlerde sürüklenen köylü kadınlara böyle geldik.

40 türlü teşvik koydular. Şirketler verdikleri verginin iki katını geri alır oldular. Para nerelere gitti? Teşvik aldılar da ne oldu? Kimse bakmadı? Ücretleri baskıladılar. Enflasyonu düşük gösterip, “ezdirmiyoruz” teraneler ücretleri ezdiler bir yandan. Geçenlerde Aziz Çelik Hoca paylaşmıştı. 2002 yılında ortalama emekli aylığı, kişi başına gelirin yüzde 60’ı düzeyindeymiş. Şimdi yüzde 35’i düzeyinde! Emekli gelirinin yarısı gitmiş! Çalışanların milli hasıladan aldıkları pay, yüzde 40 seviyelerinden yüzde 25’lere gerilemiş durumda. Hülasa bizim kapitalizm timsah kapitalizmine dönüştü. Kapitalizmin en dehşetdengiz versiyonu çıktı ortaya. İnşaat emsallerini ikiye üçe katlayarak büyük rantiye oldular. Devran, “Laz Müteahhitler Zamanı”na dönüştü.

İşte bu düzen, ekonomide de kurumsal, hukuksal yapıyı zorluyor uzun zamandır.

İşi yağma hasanın böreğine çevirirsen, hukukta yazılan problem çıkarıyorsa ne yaparsın? Kaldırıp atarsın. Maksat işler hızlansın!
İşin tabiatıdır. Siyasetin bu eğilimi, ekonominin kurulu sistemini kemiriyor haliyle.
Ekonominin kurumları, hukuku “serbest piyasa”ya göre kurulmuş 2001 krizinden sonra ama siyaset olmuş patrimonyal!
Uyuşmuyor. Zorluyor.
“Makro ihtiyatı tedbir” filan diyorlar adına. İşte onlar.
Bakarsan içinde rıza göstermek için bütün laflar var. Makro, ihtiyat, tedbir… Daha ne olsun?

Ama aslında o tedbir denen şeyler kendi yanlış kararları sonucu ortaya çıkan ve tahammül edilemeyen piyasa tezahürlerini emirle zapturapt altına almayı amaçlıyor. İş piyasasından sonra para, sermaye, kredi piyasalarını da arzuya göre tanzim etmek istiyorlar. Her gün kurumlara, bankalara talimat gidiyor: Şunu yapma, bunu verme, şu saatte gelirse olmaz de! Sen faiz indir, sen para gönder, sen kredi ver!
Fakat enflasyona olmuyor. O emir dinlemiyor, “düş” diyorsun, düşmüyor!
Faiz indirmenin kurumu, bankası var ama enflasyon kurumu, bankası yok. Bir kurumu olsa “düşür” diyecek ama kurumu yok.
TÜİK üzerinden gidiyorlar. Çok da yüksek şeyolmasın!
“Serbest piyasa”yı değil tam serbestliği seviyorlar.

Tam serbestlik olsun istiyorlar ama kafalarında bir sistem yok.

Dolar, faiz, tahvil, kredi piyasasını kenardan köşeden zapturapt altına almaya çalışıyorlar ama zor. Faizde nas var diyorlar. Tutmuyor. MB faizini 8.5’e çekmişler ama piyasada faizler enflasyona doğru tırmanıyor. Onlar indirdikçe piyasa faizleri artıyor. Yüzde 30 – 35’i bulmuş.

Kur’u tutmaya çalışıyorlar, olmuyor. 250 milyar dolar yaktılar, 200 milyar lira (KKM’de) rüşvet verdiler döviz yatırımcısına, olmuyor. Selman’dan getirdiler, Putin’den aldılar yetmiyor. İhracatçıyı, şirketleri sıkıştırdılar… Olmuyor.
Döndüler Kapalıçarşı’ya. Yine yanaşma şirketler üzerinden dolar topluyorlar uzun zamandır. Dolar kuru 19.30 ama bu resmi kur. Bankadan almaya kalksan 19.50, büfeden almaya kalksan 19.60 – 19.70…

Kapalıçarşı’dan pahalı dolar toplayıp, kuru düşük tutmak için piyasaya ucuza satıyorlar.
Sonuçta o kadar zorladılar ki şimdi hiç bir fiyat olması gereken yerde değil.

Ekonomi Gazetesi’nin manşetiydi: Bankalar kredi vermekten kaçınıyorlar.
Eee çünkü enflasyon yüzde 50 iken, mevduat faizleri yüzde 30 – 35’i bulmuşken, patrimonyal sultanlık, “kredi faizlerinde 18.5’yi geçme” diyor. Geçersen çıranı yakarım! Menkul kıymet alırsın o zaman!
Bankalar ne yapıyor? Cezalandırılmak yerine kredi vermiyor!
Sonuç?

Her şey karmakarışık, hiçbir fiyat yerinde değil, faiz – kredi – kaynak dengesi altüst! Piyasalar gittikçe daha da kilitleniyor!
Piyasa serbest ama faizlere Nas’a göre
Piyasa serbest ama kredi 18,5’ten yüksek orandan olamaz!
Kur’umuz serbest ama dolar 20’yi geçemez!
Ben iktisatçı değilim ama 30 yıldır ekonomiyi takip ediyorum.
İşin teorisini bilemem, hetero mu ortodoks mu bilemem. Ama bildiğim bir şey var: Enflasyon eninde sonunda bütün fiyatlara (faize, kura, evlere, soğana) ayar verir.


Çünkü hiç kimse servetinin, tasarrufunun, parasının erimesine razı olamaz!
Hiç kimse ticaretinde sürgit zarara razı olamaz!
Faiz, paranın kirasıdır. Evin kirası gibi. Bak millet kira yüzünden ne kavgalar ediyor.
Gidin bakın faizsiz finans kurumu denenler de aynı. Faizin adı yok ama aynı bankalardaki oranlardan verip alıyorlar.
Onu diyordum, patrimonyal sultan değil düpedüz kral olsan çaresiz!
Hani şu imkansız üçleme dedikleri!
İşte ona teşebbüs edince olay imkanlı ikilemeye dönüşüyor iş.

Köşe Yazıları Haberleri