ERSAN ATAR
Aslında, Zehra nine çam ağacına sarılıp her şeyi anlattı: Üç tane adamın gelip buraları talan etmeye hakları yok. Yeter derelerimiz susuz kaldı, kuşlarımız susuz kaldı. Asmalarımızda bir tane üzüm kalmadı. Güllük suları gidiyor, Bodrum suları gidiyor… Bu sular da giderse Çamköy çöle dönüyor. Çamlar da kesildi, şimdi sıra zeytin ağaçlarımıza geldi.
Yetmiş beş bahar görmüş Zehra Ünal’ın anlattığını, onca bilirkişi bir araya gelse yüzlerce, binlerce sayfa bilirkişi raporları hazırlasa bu kadar öz anlatabilir miydi ki?
Akbelen Ormanları'na o hızarları sokan Tarım ve Orman Bakanlığı’na, o hızarlara yol veren yargıya göre Zehra ninenin bu sözleri “bir köylünün yarın susacak olan yakınışından” ibaret olabilir. Bu sözlerin anlamını, “çift sürerken” öküzün boyunduruğu zeytin dalına takılıp da kırmasın diye, övendireyi zeytinden taraftan giden öküze dürten köylünün doğa ile ilişkisini anlayamayacak olan sermayenin anlamasını zaten beklemiyoruz.
Belki de o toprakların “tütün parası”yla okuyan, bebekliğindeki pişiği bile o topraklarda üretilen zeytinyağıyla iyileşen bilirkişiler Zehra nineyi anlamamışken, holding patronlarının anlamasını mı bekleyeceğiz. Onlar ne bilirler ki çam ağacının kurumuş dallarından budanan bilek kalınlığındaki odunla yapılan ekmeğin tadını. Bilirler mi ki o çam ağacının pürü, kozalağı kış günlerinde yakılan sobanın ilk “tutuşturucu”su olur. Bilmezler ki çam çırpısıyla dığan içinde pişirilen sütün tadını.
Belki de bilirler de bilmezlikten gelirler. Tıpkı, Akbelen’i inceleyip “buradan maden çıkarılır, çıkarılması gerekir” raporu veren bilirkişiler gibi.
Meğer suçlu zeytin ağacıymış
Madem söz bilirkişilerden açıldı, o zaman Akbelen’e ormanlarının kesilmesine onay veren bilirkişi raporundan bakalım:
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim’e (Y.K. Enerji) verdiği orman izni işleminin iptali için Muğla İdare Mahkemesi’nin aldırdığı ikinci bilirkişi raporundan.
Mahkeme bilirkişilere 5 soru soruyor. Mahkeme, Zehra nine kadar saf bir dil kullanmıyor, sorular ağdalı cümlelerle. Biz, o soruları Zehra ninenin “Türkçe”siyle okuyup, bilirkişilerin verdiği cevapları özetleyelim:
Sorulardan 5’incisi: Tarım ve Orman Bakanlığı’nın izin verdiği bu alanın içinde ve 3 km yakınında zeytinlik var mı? Öyle ya yönetmelik, “zeytinliklere 3 km yakında zeytin fabrikası dışında sanayi tesisi, toz duman çıkaran işletme açamazsın” diyor.
Bilirkişi, “Var da önemli değil” diyor. İnanmayanlara bilirkişi raporundan aynen aktaralım:
“Dava konusu poligonlar içindeki dikim plantasyon ve doğal kızılçam (Pinus brutia ) ormanları ile orman bitki örtüsü sınırındaki birkaç zeytin plantasyonu şeklindedir.”
“Plantasyon” da ne demek şimdi? Şöyle anlatalım: Böyle bakınca gözünüzün alabildiği kadar büyük alan.
Bilirkişi, asıl sorunun cevabına geliyor: Çevredeki tarlalarla zeytinlikler zarar görür mü? Bilirkişi kıvrandıkça kıvranıyor. Hani kendini tutmasa Zehra ninenin diliyle “olmaz olur mu, ne 3 kilometresi, hemen yanı başında var” diyecek de diyemiyor, demiyor. Kalem pahalı. Peki ne diyor: “Suç zeytinlerde onların orada ne işi var” demeye varıyor. Nasıl mı diyor: Anlattıkça anlatıyor.
Anlattıklarının özeti şu: Bu zeytinliklere 3 km yakında duman ve toz çıkaracak tesis kurulması, işletilmesini içeren yönetmelik 1996’da çıkmıştır. Biz zeytin ağaçlarına baktık, yaşları 10 ila 40 arasında değişiyor. Demek ki bu zeytinlerin çoğu çevreye maden arama ruhsatı verilmeye başlandıktan sonra dikilmiş. Kalem pahalı dedik ya, bilirkişiler davaya konu olan alandan değil, çevredeki alanlara verilen ruhsatlardan söz ediyor ama bize deyim yerindeyse “çaktırmıyor”.
Böyle dediklerine inanmadınız mı? O zaman bilirkişi raporundan aktaralım:
“Kömür madeni işletmesinin dava konusu orman poligonlarının da içinde bulunduğu maden ruhsat alanı içinde 1970’li yıllardan bu yana bulunduğu ve kömür çıkarıldığı görülmektedir. Madenin işletilmesi ve termik santralin çalışmaya başlaması süreçleri içinde mahkeme keşfi sırasında 3 km sınır içinde yaşları ortalama 40-50 olduğu görülen zeytin ağaçlarının dikildiği, günümüze kadar maden ocağının çalışmasına paralel olarak zeytin ağaçlarının mahkeme keşfindeki gözlem ve incelemelerimizde sağlıklı bir şeklide vejetatif ve generatif gelişimlerini sürdürdükleri tespit edilmiştir.”
Ama bilirkişiler şunu söylemiyor. İyi de davaya konu olan bu izin daha 2020’de verildi. Hani bilmeyen bilmez de bunu Zehra nine iyi bilir. Aslında bilirkişi de biliyor neyi incelediğini ve sonunda dilinin altındaki baklayı çıkarıveriyor:
“Her ne kadar toz oluşumu meydana gelse de önemli olan hususun toz oluşumunun zeytinlerin vejetatif ve generatif gelişimleri mani olacak düzeyde olmayacağı kanaatine varılmıştır. Bu bağlamda kamu yararı da dikkate alındığında maden açık işletme (orman) izni verilmesine ilişkin 28/11/2020 tarihli Tarım ve Orman Bakanlığı işleminin uygun olduğu kanaatine varılmıştır.”
Bilirkişiler, “zeytinler tozdan etkilenmez” görüşünü mahkemeye kabul ettirecek ya hani, anlatıyorlar: Biz çevredeki zeytinlere baktık, çiçekleri falan gayet iyi durumda, öyle tozdan etkilendikleri de yok. Tabi bu “Zehra nine”nin “Türkçe”siyle bir özet. Onlar bilirkişi keşfinin 8 Ağustos’ta yapıldığını hatırlatıp bunu şöyle anlatıyor:
“Yağışın olmadığı kurak dönemde maden işletmesine 3 km uzaklıkta sınır içinde bulunan zeytin ağaçlarının yapraklarında bir miktar toz birikiminin bulunduğu, ancak mevcut maden alanına en yakın konumda olan zeytinlik alanlardaki ağaçların vejetatif (dal, yaprak, sürgün ve gövde oluşumu), ve generatif (Çiçeklenme, meyve oluşumu ) gelişime mani olabilecek düzeyde toz birikiminin yağışsız mevsim olan ağustos ayında bile görülmemesi…”
Bilirkişiler belki bilmez de biz o toprakların çocuğu olarak anlatalım: Zeytin meyvesi, gelişimi sırasında bulunduğu floranın kokusunu içine çeker. Örneğin etrafında badem ağacı mı var, badem çiçeği aroması olur o zeytinyağında. Çam ağacı mı var, taze çam kokusunu alır iyi bir zeytinyağı tadımcısı o zeytinyağından.
Toz mu? Zeytinyağının oleik asit değerini yükseltir. Hani mideniz yanar ya kötü zeytinyağını tüketince. Tozlu ortamda olgunlaşan zeytin meyvesinden elde edilen zeytinyağı işte odur.
Bodrum, haberin var mı suyun azalıyor ve içine kömür karışıyor
Hani Zehra nine o “cahil haliyle” (bize göre bilgeliğiyle) bir şey diyordu: "Güllük suları gidiyor, Bodrum suları gidiyor…"
Hani başta demiştik ya “onca bilirkişi bir araya gelse Zehra ninenin anlatım özlüğüyle anlatamaz” diye. Öyle de oluyor. Dönelim bilirkişi raporuna.
Mahkeme soruyor. Soru uzun, biz kısaltalım: Bu alandan maden çıkarılırsa tarım alanları, sular etkilenir mi?
Bilirkişi yine kıvranmaya başlıyor: Maden alanında yer altı suyu var da diyor, işte su vermiyor demeye getiriyor. Ama mızrak çuvala sığmıyor. İkizköy ve çevre köylerde kullanılan suların da yakın bölgeden çıktığını anlatıp konu Bodrum’a su sağlayan kaynaklara geliyor. İş oraya gelince, “inşallah etkilenmez”e geliyor. İnanmadınız mı, rapordan aktaralım o zaman:
“Gölsel kireçtaşlarının taban kotunun fay zonunda açılan Bodrum kuyularının su aldığı ana akiferlerin tavan kotunun üzerinde bulunması nedeniyle fay zonu ile Karacahisar sahası arasında hidrolojik ilişkinin Bodrum kuyularını etkilememesi beklenmektedir.”
Sonra da yazıyor: Y.K. Enerji’ye verilen maden izninin uygunluğuna…
Mahkeme sadece suyu sormuyor ki, “çevresindeki tarım alanlarına zararı olur mu” diye de soruyor. Bilirkişi “olmaz” diyemiyor ama onun yerine toza karşı Akbelen’de kesilmesine onay verdiği çam ağaçlarından set çekmeyi öneriyor. Nasıl mı? Bilirkişilerin önerisine göre Akbelen ormanları kesilecek ama tam kenarında böyle sınır gibi ince bir çamlık şerit, toza set olarak bırakılacak. Bu set de tozun etraftaki mısıra, üzüme, tütüne, zeytine gitmesine gitmesini engelleyecek. Bilirkişilerin böyle bir öneride bulunabileceğine inanmadınız mı? Rapordan aktaralım:
“Dava konusu orman alanları içinde tarım alanlarının bulunmadığı ancak tüm çevresinin marjinal kuru tarım ve dikili tarım arazisi şeklinde olması nedeni ile çevredeki tarım arazilerine tarımsal açıdan olası zararın madeni işletilmesi sürecinde kazı, patlatma, çıkarılan madenin taşıması vb süreçlerde oluşan toz etkisinin olacağıdır. ANCAK bu toz oluşumunun orman alanı şeklindeki maden alanı sınırlarında toz oluşumunun çevreye dağılımını sınırlayan doğal eşik özelliğinde dar mesafeli çam ağaçları koridorları şeklindeki ağaçlarının bulunduğu şeritler bırakılma sureti ile veya sulama vb diğer teknikler kullanılarak yasal sınırlar altına çekilmesi mümkündür.”
Son söz Ruhi Su’nun
Rant uğruna, “toza set çekme” önerisinden, esnafın dükkan önünü süpürürken toz kalkmasın diye önce su serpmesinden esinlenen bu öneriden sonra artık daha ne anlatalım.
Sen anlat Zehra nine, belki duyan olur:
“Ellerimle getirip tenekeyle suladığım zeytinlerimiz dahi gidiyor…”
Ve Ruhi Su’nun o şiiri Akbalen’de vücut buluyor:
“Ağaç demiş ki baltaya
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden”